Fatih Sultan Mehmet Han, Yunanistanda1

Abone Ol

21 yaşında hadis-i şerifin müjdesine mazhar olmuş büyük sultan Fatih Mehmet Han, İstanbul’un fethinden çok kısa bir sonra Mora’nın fethi için emir verdi. Parlak bir gündü Ordu-yu Hümayun yeni bir fetih için hazırdı ve sultanın bir hareketi ile çadırlar, silahlar, kazanlar, atlar velhasıl on binlerce askerlik büyük fetih tufanı harekete geçti. Hedef Balkanlar’ın ortası, Yunanistan Atina idi.

21 YAŞINDA hadis-i şerifin müjdesine mazhar olmuş büyük sultan Fatih Mehmet Han, İstanbul’un fethinden çok kısa bir sonra Mora’nın fethi için emir verdi. Parlak bir gündü Ordu-yu Hümayun yeni bir fetih için hazırdı ve sultanın bir hareketi ile çadırlar, silahlar, kazanlar, atlar velhasıl on binlerce askerlik büyük fetih tufanı harekete geçti. Hedef Balkanlar’ın ortası, Yunanistan Atina idi.

Fetihten sonra burada yaşayan ve Osmanlı hâkimiyetini istemeyen Bizanslılar Atina’ya kaçmış Osmanlı hakkındaki entrikalarına buradan devam ediyorlardı. Fetih hazırlıkları sorunsuz ve sultanın isteği şekilde tamamlanıyordu.

Büyük ve gösterişli Osmanlı Ordusu çok kısa bir süre sonra şehri saran surların önüne geldi. Şimdi sıra tıpkı İstanbul’da olduğu gibi bir huruç harekâtı ile surları aşmak2 ve şehre girmekteydi. Ama sultan taktik değiştirdi. Savaşarak ve güç kullanarak almayacaktı bu şehri. Atina’nın içecek su ihtiyacını içinden geçen bir nehir karşılıyordu. Sultan şehri savaşmadan ve kan dökmeden almak için bu suyolunu kesti, şehir bir süre sonra susuz kaldı. Halkla birlikte şehri savunmakla görevli askerde halsiz kalmıştı.3 

Bu çok sıkıntılı günlerden bir gün yeniçerinin hücuma kalkarak surlara tırmandığı, bu duvarları müthiş bir hızla aştığı ve nihayet Atina sokaklarına girdiği görüldü. Çok kısa bir süre sonra şehir sokak sokak, bölge bölge Osmanlı askerinin hâkimiyetine girmeye başladı. Bu sel benzeri ordu, nihayet bu şehre girme operasyonunun sonunda hükümdar Azenos Dimitriyos’un çekildiği Pazenika önlerine geldi.

Bu bölge sarp bir dağ üzerine kurulmuştu. Girilecek tek bir istikamet vardı o da tıpkı İstanbul gibi 3 kat surlarla örülmüştü. Osmanlı ordusu bu bölgeye gelir gelmez, az evvel Atina’yı almak için kullanmadığı toplarını surların önüne yerleştirdi. Kısa bir süre sonra top gülleri ile yiyecekten cephaneye kadar tüm mühimmat depoları yerle bir oldu.

Avrupalı askeri stratejistler tarafından ele geçirilemez denilen Atina kenti böylelikle Fatih Sultan Mehmed Han önderliğindeki Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girdi. Bu esnada Atina içinde birbirine zıt aileler ve zümreler mevcuttu. Bunlar ortak düşman olan Osmanlı ile mücadele etmek yerine birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Şehrin son dukasının “valisinin” eşi Venedik senatosunun gönderdiği elçiye âşık olmuş ve onunla gönül işlerine bakıyordu. Ne tuhaf değil mi Düşman kapıya dayanmış ama şehirde herkes kendi bildiğini okuyor.

Sultan Mehmet Han’dan “Eman” dileyen dileyene ve her dileyeni koca ama genç hükümdar ödüllendirerek vazifelendiriyor. Son dukanın yeğeni Franko bu eman dileyenlerden biri idi. Sultan karşılıksız bırakmadı ve Turahan Bey’i her işini halletmesi için Franko’nun yanına gönderdi.4

Bu nasıl bir zarafet, bu nasıl bir nefis terbiyesi böyle… Savaşta bile, savaş psikolojisinde bile nefsine, hırsına, dünyalık öfkene kapılmadan salim bir kafa ile hadiselere tesir etmek ve hadiseleri yönlendirmek. Sanırım bu durum sadece Osmanlı kimliği ve İslam şuuru ile izah edilebilir.

Ertesi gün Bizans’ı dize getirmiş genç padişah, beyaz atına binmiş ve etrafı altın sırmalarla süslü elbiseleri ile vakur ve heybetli mahiyeti ile şehre girdi. Bütün Atinalılar bu genç hükümdara, ilahlara tanrısal bir güce sahip mitolojik bir varlık gibi bakıyordu.  Sultan Mehmed Han şehri gezmeye başlayıp Akropol’e “şehir meydanı” gelince bir an durdu. Atının üzerinde dikilerek uzun uzun etrafa baktı. Şehrin güzelliği ve limanın genişliği karşısında hayranlığını gizleyemedi.

Ancak Roma İmparatorluğu’nun ve batı kültürünün merkezi sayılan Atina’nın Osmanlı tarafından fethedilmesine karşılık kaynaşmalar ve didişmeler bir türlü bitmiyordu. Prensler, despotlar, Arnavutlar durmadan dövüşüyorlar, birbirlerinin mal varlıklarına saldırıyorlardı.

Bu esnada Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’la uğraşan genç sultan bu topraklarda kalıcı huzurun ve güvenliğin sağlanmasının zamanının geldiğini düşünüyordu. Ve süratle karar verdi. O ana kadar Atina’ya vali olarak atadığı Ordu komutanı Turahan Bey’in oğlu Ömer bey’in bu kargaşaları önleyemediğini gördüğü için şehrin yönetimini onun elinden aldı ve Hamza Bey isimli yağız bir akıncı beyini tam yetki ile donatarak Atina’nın sorumlusu yaptı.

Sultan bu kargaşaları önlemek için ara verdiği Uzun Hasan ile mücadelesine biraz daha ara vererek hazır Yunanistan bölgesine geldiği için Balkanlarda yarım bıraktığı fetih harekâtını bitirmek için ilerilere, batıya doğru yürümeye başladı. Bir hamlede Yunanistan’ın Korent şehri de ele geçirildi.

Roma İmaparatorluğu’nun hiçbir şehri, hiçbir kalesi bu genç hükümdarın önünde duramıyor, tek tek devriliyordu. Nitekim Gandika Kalesi, Navarin, Arkadya Limanları, Malvazya, Kalamata, Postica, Lestrene, Kalaverita, Karitena, Almaniko şehirleri birbiri ardına düştü. Kardeşin kardeşe yar olmadığı, entrika, yalan, ikiyüzlülük, hıyanet ve dehşetle çalkalanıp duran bu memleket böylece yeni ve genç bir devletin orduları tarafından istila ediliyor, Bizans’ın son nefesi de burada verilmiş oluyordu.

Osmanlı hâkimiyetine ışık hızı ile giren Yunan bölgesindeki şehirler, ordular, eli silah tutanlar bir anda karıştı. Tomas, ilk hücumu Kalavriteyi ellerinde tutan küçük bir Osmanlı kuvvetine karşı yaptı. Yaptı yapmasına ama kardeşi dâhil hiç kimseden takviye destek alamadı. Bu ihanetler Tomas’ı bekleyen fena akıbeti hızlandırdı. Zira öz kardeşi Dimitrios Osmanlı ile mücadele eden abisi Tomas’a yardım etmeyi bırakın karşı atağa geçerek elinden toprak almaya baktı.

İki kardeşin hatta bir milletin birbirine girmesini çok iyi kullanan sultan ve komutanları Yunanistan’ın bütün şehirlerinden sonra gözlerini Balkan topraklarının geri kalan kısımlarına diktiler.

Yunanistan bölgesi artık Osmanlı toprağı olmuştu. Sultan Mehmed Han’ın gözü şimdi se Mora’daydı. Mora da sosyolojik ve tarihsel olarak Yunan şehirlerinden bir farkı yoktu.   Yunanistan’da bir halka kahramanı olan abisi Tomas’ı Osmanlı ile yaptığı mücadelede arkadan vuran kardeş Dimitrios’un rehberlik ve bilgisi ile Mora’ya giren Osmanlı Ordusu müthiş bir tabiat ve eşine rastlanmayan bir güzellikle karşılaştı.

Anadolu sahilleri de güzeldi ama burası bir başka idi. Çetin bir muhasara ve kale savunması ile karşı karşıya kalan Osmanlı Ordusu amansız ve ölümcül bir mücadeleye girdi. Mora’yı sadece asker değil, halk da savunuyordu. Bu durum Yunanistan şehirlerinde görülmeyen bir durumdu. Osmanlı askerlerinin mucizeye yakın bir şekilde ok yağmurlarının altında kale mazgallarını ve burçlarını ele geçirdiğini gören Moralı askerler ümitsizliğe kapılıyor ve içerilere doğru geri çekilmeleri hızlandırıyordu.

Sabah olduğunda bu yapılan göğüs göğse mücadele neticesinde Osmanlı Ordusu Mora’ya da hâkim oldu. Ancak manzara çok acı idi. Altı bin civarında ülkesini savunmaya çalışan Moralı sivil halkın bedenleri yerleri doldurmuştu.

Fatih, Mora’yı baştan sona dolaştıktan sonra ordunun batı kıyılarına ve kuzeye doğru uzanması emrini verdi. Bu kıyılarında şehirleri birbirini ardına düşüyordu. Postiça, Lestrone yeniden Osmanlı eline geçti. Bu bölgenin valisi gaddar ve halkına zulmeden bir zalim olduğunu öğrenen Fatih Sultan Mehmet Han bu valinin cezasını kendisi vermedi. Moralı halka verdi. Halk ise onun ikiye bölünmesini istedi, Osmanlı askerleri bu isteği yerine getirerek zalim valiyi öldürdü.

Trakya’nın, Anadolu’nun, Balkanlar’ın hâkimi genç Sultan Mehmet Han şimdi de gözünü Hıristiyan Katolik dünyasının ve haçlı medeniyetinin ve haçlı zulmünün merkezi olan İtalya Vatikan’a dikti. 49 yaşında idi. Hastalığı gittikçe ağırlaşmış artık bedenini taşıyamaz duruma gelmişti. Ancak yatağında ölümü kendine zül sayan büyük sultan emrini verdi; hedef Vatikan’dı. Ama ne yazık ki akıl hesap ederken kader güldü ve 3 Mayıs 1481’de Gebze Hünkâr Çayırında vefat etti. Ya da ettirildi. Mekânı cennet komşusu Resulullah ve biz olalım.

AMİN.

DİPNOTLAR

1) Hayat ve Tarih Mecmuası, 2. Sayı, Mart 1966, Ragıp Şevki Yeşim” Fatih Atina’da”

2) Ahmet Celaddin Paşa, Konstantin

3) Nicolae Jorga, Büyük Türk, Yeditepe Yayınları.

4) Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l Feth