Meyvelere Bakış Tarzı
Sultan Murad, ihtiyarlığında sarayın bahçesine önceden
beri dikmekte olduğu ağaçların meyvelerini kendi elleriyle koparmak zevkinden
bahseder. Bu meyve yüklü ağaçları seyretmenin ona ayrı bir haz verdiğini
anlatır. Bu ağaçları dikerken yanında bulunan arkadaşlarıyla yaşlandıklarında
da beraber olduklarından ve bu bahçeyi birlikte dolaşıp onlarla beraber
yediklerinden bahseder oğluna. Sonra da bu kendi eliyle diktiği ağaçları öz
oğulları gibi sevip saydığını anlatır. Diğer ağaçları da halkına benzettiğini
söyler şehzadesine. Sonra da bu ağaçlara bakış tarzını açıklar: Ben bu güzel,
gökçek kokulu ve tatlı yemişlere gençlerin bakamadıkları bir gözle bakarım.
İşte böylece yüce Allah ın sanatkâr, yaratıcı sıfatını o ağaçlarda görür,
bundan da ayrı bir haz, ayrı bir lezzet alırım. Gençlerin aldıkları
lezzetlerse, nefsî arzuları okşamaktan başka bir işe yaramazlar. Tabii ki de
sonunda gençler, bunun acısını kat be kat çekerler. Bizim aldığımız lezzetlerse
tamamıyla ruhu ilgilendirir.
Bir Törpü Bir Yılan Ve Gençlerin Gençlik Dünyaları
Sultan II. Murad, şehzadesine nasihat verirken anılarına
da yolculuk yapıyor. Taa çocukluğuna gidiyor Çocukluğunda kendisine kıssalar
anlatan akıllı lalasının o anlattığı kıssalardan birini şöyle aktarıyor sevgili
oğluna:
Bir gün bir demirci dükkânında büyük bir yılan görür.
Hemen eline geçirdiği törpüyle yılana vurur. Yılanın kuyruğu kopar. Ancak ölmez
kaçarak bir yere saklanır intikamını almak için. Gece olunca gizlendiği yerden
çıkarak demirciyi sokmak düşüncesiyle dükkânına girer. Demirci yoktur dükkânda.
Fakat kuyruğunu kesen törpüyü görür tezgâhın üzerinde ve benim kuyruğumu kesen
aslında bu törpüydü der ve törpüye saldırır. Törpüyü kemirmeye başlar.
Ağzından akan kanı törpüden akıyor sanır. Dişlerinin gıcırtısını da törpüyü
yaraladığını düşünerek ısırır da ısırır İntikamımı alıyorum diye sevinir. Bir
zaman sonra dişlerinin dibi ve eti ağrımaya başlar. O zaman anlar ki akan kan
da kendisinin gıcırdayan ve giden dişler de Ama iş işten geçmiştir. Derdi bir
iken ikiye katlanmıştır. Önce kuyruk gitmişti şimdi ise dişleri.
Bence gençlerin gençlik dünyaları da hemen hemen buna
benzer. Çünkü çoğu zaman, kendilerine zarar verecek işlere heveslenirler.
İhtiyarlık Mükâfat Olur
Bir kimse gençlikten başlayıp hayatı boyunca Allah ın
emir ve yasaklarına uyarak yaşamasını sürdürüp bu şekilde ihtiyarlığa ulaşıp,
sonunda bu keder ve acılarla dolu dünyadan kurtulup öteki dünyaya göç ederse
orada da Allah ın bizlere vadettiği o sayısız hediye ve nimetlere kavuşursa
ihtiyarlamış olmanın ne gibi zararı olur
Ben yüce Allah ıma karşı yaptığım ibadetleri en samimi
duygularımla, canu gönülden yaparım. Cenâb-ı Hakk ın, dürüst ve samimi inancım
karşılığında benim her türlü faydalı ihtiyaçlarımı zamanında karşılayacağını,
beni mükâfatlandıracağını kati olarak biliyor ve inanıyorum.
Ben, bu çile ve ızdıraplar dünyasında çektiklerimin
karşılıklarının Allah tarafından gelecek başka bir dünyada verileceğine
inanıyor ve O na her an yalvarıyorum. Bu yüzden kendi halimden de memnunum.
Öyle ki yarın ecelim gelse, önünden bir adım bile kaçmam. Belki daha memnun ve
müteşekkir kalırım. Çünkü bu şekilde dünyamı değiştirip yepyeni bir âleme
gideceğim için sevinçten uçabilirim.
İhtiyarlar işe yaramaz mı
Sultan Murad ın şehzadesine ihtiyarların işe yarayıp
yaramadıklarını şöyle anlatıyor: İhtiyarlar, bir gemide oturmuş, hiçbir iş
yapmaz gibi görünen bir dümenciye benzerler. Çünkü geminin diğer mürettebatı
bir aşağı, bir yukarı devamlı çalışma halindedirler. Kimileri yelken toplar,
kimi su çeker, kimi ipleri bağlar, kimi de serene çıkar, fakat dümenci olduğu
yerde durur. Onu görenler, hiçbir iş yapmadığını sanırlar. Hâlbuki geminin
bütün sorumluluğu onun üzerindedir. Dümenci, gemiyi gereği gibi iyi
yönetemezse, gemi devrilir veya karaya oturur; o zaman da gemi içindeki diğer
bütün çalışmaların hiçbir anlamı kalmaz .
İçtikçe Tükenmeyen Elden Ele Dolaşan Kadeh
Yaşlıların gençlere benzemeyen farklı yanları, bir
lezzet ve bir zevkleri daha vardır. O da; Allah ın onlara bağışladığı
çoluk-çocuklarla kendileri ölüp gitseler bile isimlerinin kaybolmaması, o
çocuklar sayesinde yaşama şansına sahip olmalarıdır. Mesela benim yüce ecdadım
ölmemişler benim sayemde yaşamaktadırlar. Ve ben de senin doğuşunla ve senden
doğacak olanlarla ve senden sonra gelecek olanlarla tükenip bitmeyeceğim, daima
var olacağım. Elden ele dolaşan dolu bir kadeh vardır. İşte o kadeh şimdi benim
elime gelmiştir. Ben de o kadehten içtikten sonra sana teslim edeceğim dolu
olarak Sen de Allah ın emri ve izniyle bu kadehten içtikten sonra bu kadehi
oğluna teslim edeceksin. O da oğluna Bu böylece kıyamete kadar sürüp
gidecektir.
Sultan Murad Han eceli kadeh benzetmesiyle öyle güzel
vasfetmiş ki Çocuğa ölüm gerçeği korkutmadan, ağlatmadan ancak bu kadar ince
ve zarif anlatılabilir. Ancak bu kadar sevdirilebilir.
Sultanımız devam ediyor nasihatine: Bütün mahlûkattan
daha değerli bir varlık olan insanoğluna; işte böyle, oğulları sayesinde, dünya
durduğu müddetçe verdiği yaşama fırsatı Allah ın en büyük hediyelerinden,
Allah ın rahmetlerinden biridir. Nitekim oğullar sayesinde ölüp gidenlerin
isimleri, namları hâlâ yürümektedir. Buna göre her kişiye lazım olan kendisinin
ve babasının adını, namını saklayıp sürdürmeye çalışması için çeşitli
nasihatler etmesidir. Bu ve bu gibi konularda ben de babamdan bir sürü faydalı
nasihatler dinledim. Ey oğlum! Ben de sana yeri geldikçe sana lazım olacak
öğütleri verdim sanırım. Şimdi ey oğul! Benim bu sözlerimi üzerinde fehm eyle,
iyice düşün! Nasihatlerimi sakın unutma! İnşallah sen de benim yaşıma ulaşır,
ömrünü neşe, sevgi, gönül hoşluğu ve huzur içinde geçirirsin!
Ey oğul! Bir an
bile olsa, sakın adaleti elinden bırakma. Çünkü Yüce Allah da âdildir. Sen, bir
bakıma, O nun yeryüzündeki temsilcisisin... O, sana kendi arzusuyla bazı
üstünlükler vermiş ve kullarının başına geçirmiştir. Eğer bütün bu
nasihatlerimi tutarsan, Allah ın emir ve arzusuyla, bu dünyadan ayrıldığın
zaman şüphesiz cennete layık bir insan olursun. .
İnsan Çeşitleri
Nasihatlerinin sonuna gelindiğinde Sultan II. Murad
insanları gruplandırarak oğluna şöyle anlatır: Ey oğlum! Şunu iyice bellemeni
isterim! Bu dünyada üç türlü insan vardır: Birinci grup, akıl ve fikirleri
yerinde, istikbâli az çok gören ve düşünen, ehl-i tedbir, hiçbir gayr-i
tabiilikleri, anormallikleri olmayan kimselerdir.
İkincisi, hangi yolun doğru veya eğri olup olmadığını
bilmekten uzak kimselerdir. Ancak bu duruma kendi istekleriyle değil,
etraflarının tesiriyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde doğru yola gelip
hakikati kabul eder ve söz dinlerler. Bununla birlikte çoğu zaman da duyup
işittiklerine uyarak yaşarlar.
Üçüncüsü ise ne kendileri bir şeyden haberdardır, ne de
yapılan ikaz ve nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her
şeyi bildiklerini zannederler; bunlar diğerlerinden daha adi, daha alçak ve
daha tehlikeli olanlardır. Ey oğul! Yüce Allah, eğer seni ilk sırada saydığım
kimselerden yaratmışsa sevinir, Rabbime şükrederim. Yok, eğer ikincilerden
isen, sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın üçüncü gruba
dâhil olmayasın! Onlar, ne Allah a, ne de insanlara karşı iyi bir durumda
değillerdir.
Sonra da son söz olarak geleceğin Fâtih ine adil
olmasını, adalet terazisini doğru tutmasını öğütler:
Ey oğul! Padişahlar, ellerinde terazi tutmuş kimselere
benzerler. Ancak asıl padişah odur ki, ellerindeki teraziyi doğru tuta. Sen
padişah olunca, teraziyi doğru tutmanı tavsiye ederim. O zaman Yüce Allah da,
senin hakkında hayır murad eder; seni sâlihlerden kılar. Her şey Allah ın
malumudur, her şeyi sadece Cenâb-ı Hakk bilir.
Kaynaklar:
Sultan Murad Han, Fatih Sultan Mehmed e Nasihatler, Haz.
Abdullah Uçman, İstanbul: Tercüman Gazetesi, 1975. Sultan Murad Han, Fatih
Sultan Mehmed e Nasihatler, Haz. Abdullah Uçman, İstanbul: 3F Yayınevi, 2007.