EVRENSEL KÜLTÜRE KATKI SUNMAK

Abone Ol

Selimiye kışlasının temelleri 1793 yılında III. Selim tarafından atılmıştı. Zamanla yapılan ilavelerle birlikte bu kışla büyüdü genişledi. 1850 yılında inşa edilen kulelerle Selimiye kışlası Osmanlının en önemli askeri karargâhlarından biri oldu. Geniş bir arazi üzerine inşa edilen kışla, daha çok eğitim ve barınma amaçlı kullanıldı. Cumhuriyet döneminde Selimiye kışlası eski ihtişamından uzak olmakla birlikte farklı amaçlara hizmet etti.

Bunlardan en dikkat çekici olanı ise cezaevi olarak kullanmış olmasıydı. 12 Mart 1971de yapılan askeri darbeyle Selimiye kışlasının çehresi de bir hayli değişti. Tutuklanan mahkumlar Selimiye kışlasına yerleştirildi. Bu durum, yaşanacak utancın ilk habercisiydi. Mahkumların Kışlaya yerleştirilmesinin ardından, Kışlanın içinde bir de fırın yapıldı. Bu fırında, kitap, dergi, broşür, tablo, kısacası sanat adına aklımıza ne geliyorsa, sakıncalı bulunarak yakıldı. Yakılan eserlerin sayısını bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey varsa bunun bir insanlık suçu olduğu.

Dünyanın neresine giderseniz gidin, yasakçı, darbeci zihniyet, daima sanattan ve kültürden korkmuş bu korku da onların sonunu hazırlamıştır. İdefix hastalığına yakalanan bu tip insanlar kaybetmeye mahkumdur. Fakat bu insanlar kaybederken, toplumların kaderiyle oynamayı da ihmal etmezler. Selimiye kışlasında yakılan eserlerin hesabını kim verecek, ya da kim verdi Hiç kimse. Birilerinin tabiriyle "Çağdaşlık", "Sanatseverlik" kapalı salonlarda vals yaparak, mükellef sofralarda kadeh kaldırarak, her gösterimde ona buna alkış tutarak, batı kültürünü birebir taklit ederek olmuyor, olamıyor, olamaz da.

Toplum olarak sanat ve kültür anlayışımız eklektik. Birbirinden kopuk, göstermelik. İçi boş. Dünyaca bilinen ve Türkiyede de çağdaşlığın işaretlerinden sayılan Vals bir köylü dansıdır. Folkloriktir. Saraylarda icra edilmesi uzun yıllar sonra olmuştur. Hatta bir ara saraylarda oynanması bile yasaklanmıştır. Alman kökenli olduğu çeşitli yerlerde dile getirilse de ben Almanların bu kadar kibar olduğunu düşünmüyorum. Kişisel değerlendirmeleri bir kenara bırakırsak, Vals bir köylü dansıdır ama buna rağmen bugün tüm dünya tarafından, özellikle Türkiyede bir statü olarak icra edilmektedir.

Benzer bir şekilde Arjantin denilince ilk akla gelen Tango da bir halk dansıdır. Tango yıllarca aristokratlar tarafından aşağılanmış, Tango yapanlar horlanarak ikinci sınıf insan muamelesi görmüştür. Bugüne gelindiğinde ise Tangonun ünü Arjantini aşmış, halk dansı olan Tango, zamanla farklı coğrafyalara yayılmıştır. Yerele ait olan bu folklorik danslar tüm dünyada kabul görmüştür. Biz ise büyük bir kültür ve sanat madeni olan, Anadolunun yerel kültürlerini maalesef dünyaya açamadık. Çünkü Anadolunun kültürel ve sanatsal mirasına yeteri kadar sahip çıkamıyoruz. Sahip çıkamayışımızın en önemli sebebi de cehalet. Bu cehalet ısıtıp ısıtıp aynı türkülerin batı enstrümanlarıyla yeniden düzenlenmesine sebebiyet veriyor. Bunun kimseye bir katkısı olmazken Sebastian Forster Beethovenın eserlerini aslına sadık kalarak yeniden yorumladığı zaman yer yerinden oynuyor.

Kültür ve sanat, sadece çekilen film sayısı, basılan kitap adedi, seyredilen tiyatro oyunu, büyük bütçeli etkinlikler değildir. Kültür ve sanat daha geniş perspektifte dünyayı algılama biçimidir. Bizde de yerelle geneli birleştirmeye çalışan bir isim olarak ilk aklıma gelen müzisyen Necil Kamil Aksestir. Halk Müziği ile Klasik Türk Müziğini, batı müzik teknikleriyle işleyen önemli isimlerden olan Akses, Türk müziğinin makamlarıyla Halk Müziğinin ezgilerini birleştirmeye çalışmıştır. Bu çabaların sürmesi gerekiyordu. Sürmedi. Neden mi Türkiyede yerleşik bir sanat algılaması yok da ondan. Sanata bakış açımız, bölük pörçük, paramparça. Sıkıntı da buradan kaynaklanıyor. Süreklilik arz eden bir kültür sanat anlayışımız yok, politikamız hiç yok. Münferit çalışmalar yok değil (Sema-Taksim) ama dediğim gibi eklektik kalıyor.

Yereli bilmiyoruz ki genele açılalım. Yereli tanımadığımız için, geneli kucaklayacak bir sanat üretimi de ortaya çıkmıyor. Bu yüzden evrensel düzeyde, sanata ve onun dallarına katkı sunamıyoruz

Tarihi eser ve sanatsal birikim açısından en önemli miras bugün Vatikanda bulunuyor. Bunların arasında binlerce, kitap, resim, heykel ve tarihi belge var. Osmanlı ve Selçukluya ait olan fermanları, eserleri de unutmamak gerekiyor. Altı çizilmesi gereken ise bunların büyük bir titizlikle korunup saklanıyor olması. Hakkını teslim etmek gerekirse Vatikan bu eserleri gözü gibi koruyor ve bakıyor. Adeta tarihin derinliklerinden damıtıyor. Vatikan 500 yıl öncesine ait notaları dahi gözü gibi saklıyor. Elinde bulundurduğu materyallerin değerini biliyor.

Aynayı kendimize çevirdiğiniz zaman köklü bir geçmişe sahip olan Anadolunun kültür ve sanatsal birikiminin iyi korunmadığını ve işlenmediğini söyleyebiliriz. Bu yüzden evrensel bir değer üretemiyoruz. Evrensele giden yolun yerelden geçtiğini, yerelinde sanat ve tarihin toplamında kültürel değerler olduğunu anlamak istemiyoruz.