Esrarengiz İşler

Abone Ol

BU ülke, bizim yurdumuz, yuvamız, atalarımızın, dedelerimizin toprağı. Cenab-ı Hakk’ın bize lütfü, ihsanı. Bu toprakların her karışı şehit kanıyla sulanmış. Bu, sıradan hamasî bir söz değil. Bütünüyle gerçek. Malazgirt’ten itibaren olup bitenleri hatırlayalım: Selçuklu devrindeki Haçlı Seferleri’ni, Sultan I. Ve II. Kılıç Aslanların mücadelesini, Osmanlı Devleti zamanındaki fütuhatları, İstanbul’un fethini gözümüzün önüne getirelim. Daha sonra Çanakkale Savaşı’nı, ardından Kurtuluş Savaşı’nı yâd edelim.

Bizim ülkemiz, dünyanın en mühim yerlerinden biridir. Bu bakımdan her devirde dünyanın büyük ülkeleri ve güçlü komiteleri bu ülke ile ilgilenmiş, ülke idaresinde dolaylı olarak söz sahibi olmak için çalışmış, yani moda tabirle paralel bir yapı kurmak istemişlerdir. Şimdi ütopya gibi, ama günün birinde ilgili makamların bu dosyayı açacaklarını ve yüz yıllık tarihi inceleyerek, kimler bu ülkenin menfaatine değil de ecnebilerin menfaatine çalışmış, ülkenin imkânlarını emir aldıkları yerlere aktarmış, ülkenin maddî, manevî değerlerini çarçur etmiş, tahrip etmiş, talan etmiş… Bütün bunları ortaya çıkaracaklarını, tabiri caizse bir “tarih muhakemesi” kuracaklarını ümit ve temenni etmekteyiz.

Son yüzyılda (1915-2015) bu ülkede çok mühim hâdiseler oldu. Biz, “Türkiye Üzerine Oynanan Oyunlar” (İlk baskısı 1990), “Ortadoğu Üzerine Oynanan Oyunlar” (1990), “Güneydoğu Üzerine Oynanan Oyunlar” (1993) isimli kitaplarımızda bu hâdiselerin bir kısmını tahlil ettik. Mühim belgeler ve bilgiler ortaya koyduk.

Bu ülkede pek çok “esrarengiz işler” oldu. Darbelerden 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül’le ve Talat Aydemir hâdisesi ile ilgili çok geniş araştırmalar yaptım. İşin içerisine girdikçe, âdeta dipsiz bir kuyuda veya çıkışı olmayan bir labirentte yol aldığımı düşündüm. Müthiş bağlantılar, oyunlar, hesaplar… Kanaatim şu, bu meseleler bir kişinin, birkaç kişinin halledeceği bir iş değil. Vatanperver bir ekip çalışmalı. Yalnızca şu 28 Şubat postmodern darbesinin önünü arkasını, sağını, solunu aydınlatmak bile hayli çetin bir iş. Merhum Erbakan’ın yaptıkları, ona karşı yapılan darbenin içyüzü henüz ortaya konulmuş değil. Bu ülke tam “Take off” noktasında iken bir çelme daha yedi.

“Esrarengiz işler” dedik. O kadar çok ki; Aselsan mühendislerinin sır ölümü, İsrail’de “elden geçirilen” F-4 savaş uçaklarının peş peşe düşmesi (o kahraman pilotların acısı, on İsrail alınsa dinmez), ülkemizin durduk yerde Körfez Savaşı’na dahil edilmesi, Doğu ve Güneydoğu’da anarşi ve terörün hortlatılması, İslâm’a candan bağlı ve vatanperver insanlara kumpas kurularak 20 aya kadar hapis yatırılması, ordu müessesesinin derinden sarsılmak istenmesi (o devrede asker ailelerinin asil duruşları hâfızalara kazınmıştır), MİT Müsteşarı’nın, hatta ülkenin Başbakan’ının bile gözaltına alınmak istenmesi, yüzlerce mühim şahsiyetin telefonlarının dinlenmesi (ki aralarında Başbakan, bakanlar, hatta Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları da var), Gezi olayları ve benzeri kargaşa ve kaos ortamı tezgâhları, ülkeyi Suriyeleştirmek veya Mısırlaştırıp masumların canını yakmak planları, bir marketten açılan telefonla, bir politikacıya suikast yapılacağı bahanesiyle devletin en mahrem yeri olan kozmik odaya girip en gizli belgeleri ele geçirmeler vs…

Bir devletin “gizli” kalması gereken işleri, çalışmaları, projeleri olur. Bunları kim merak eder Bu işler gazeteciyi veya bu ülkedeki sıradan vatandaşları ne alakadar eder Bunu ancak, başta da değimiz gibi bu ülke üzerine hesapları olan ülkeler ve komiteler merak eder. Onlar da dışardan yapamayacaklarını “içerden” ele geçirdikleri taşeronlara, satılık ellere yaptırırlar. Haberlerde, Başbakan’la bakanların dışarıda konuşurlarken ağızlarını kapatmaya çalışmalarını görünce bu “trajikomik manzara” karşısında gülsem mi ağlasam mı diye tereddütte kalmaktayım. Ülkenin idarecileri dışarıda ve içeride gönül huzuru ile birbirleriyle konuşamaz hale gelmiş. Durum vahim demektir.