BİR önceki atama Diyanet İşleri Başkanı konuşuyor bir tv kanalında. Daha doğrusu artık gelenekselleşmiş olan ve “Ne şiş yansın, ne kebap” çerçevesinin dışına çıkılmamaya itina edilen soru-cevaplı bir gece programının konuğudur Mehmet Görmez hocamız.
Bu ülkede 15 Temmuz 2016’dan önce yaşanan günlerde basiretli olmak, ferasetli olmak ve dahi görevini tam yapan olmak sanki önemli değil de, sıradan yaşıyor olmak veya etliye sütlüye karışmamak yeter ve gerek şartmış gibi sayılıp, makam sahibi insanlarımızın dahi 15 Temmuz ve sonrasında kahramanlığa yönlendirilmeleri veya yaftalandırılmaları neden iktidar medyası elemanlarınca, tv programlarıyla millete takdim ediliyor, anlamak doğrusu çok zor.
“15 Temmuz gecesi neredeydi(n)?” sorusundan daha çok 15 Temmuz’dan önceki halin ve duruşun nasıldı sorusunu cevaplamalı muhataplar halbuki.
Bu ülkede 15 Temmuz ihaneti, 15 Temmuz önceleri yaşandığı için olmuştur.
Bir önceki tv programına telefonla katıldığı için hazırlıklı gelmiş sayacağımız sayın Görmez hocanın analizleri de vardı kendince.
27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat ihtilallerinin mesuliyetini vurgularken Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki tahribatlarda, oradaki makamlılardan ve hatalarından söz etmemesine yadırgama hakkımızı kullanıyoruz.
O ihtilallerde bir tuğgeneralin, bir albayın DİB’a gelip koltuklara oturduklarını anlatan sayınGörmez’in en azından hak yememek adına, onları oraya buyur edenleri veya onları oraya gelmeye mecbur edenleri de anması gerekirdi.
Gerçi 40 yıl görevini tam yapmayan bir teşkilat ve benden sonrası için hiç mazeretleri yok da dedi ama Görmez hoca, bu yeterli bir hesaplaşma cümlesi değildir.
Programcı, soru görevi verilmiş medya elemanları ve konuk konuşmacı hafıza sonunu mu yaşadılarki bu ülkenin 15 Temmuz’undan önce, konu ettikleri FETÖ ile mücadele eden insanları, siyasetçileri ve siyasi kurumları konuşmak, anmak ihtiyacı hissetmediler. Görmez hoca 17 yaşındaki tavrını hatırlamakda zorlanmadı ama, adını göğsümüzü gere gere her yerde ve her halukarda şerefle anacağımız rahmetli Erbakan Hoca’mızın mücadelesinden yıllarca habersiz yaşamış gibi oturup durdu.
Karşısındaki sorucu medya elemanlarını anlamak kolay. Aldıkları bir talimat veya geçim kaygıları olabilir. Lakin artık oturacağı koltukları tüketmiş bir emekli kişinin hakkı seslendirmesi gerekir bulduğu her fırsatta, diye düşünmekte de biz haksız olmayız.
Bir başka devlet kurumundan emekli birinin, haydi adını verelim, Sabri Uzun’un “Erbakan 1996’da MİT raporlarına FETÖ’nün CIA bağlantılı çalıştığını yazdırmıştı” tesbiti gibi bilgileri neden önemsememiş olabilirdi sayın Görmez.
Üstelik kendisi rahmetli Erbakan Hoca’mız gibi üniversitelerde de emek vermişti.
Bu ülkede 15 temmuz’dan çok önceki tarihlerde, hatta önceki yüzyılda bugün FETÖ denilen örgütle mücadele edenleri ve bu ülkenin çocuklarını, onları, el attıkları sivil toplum kuruluşlarından temizleyerek korumaya çalışan Milli Görüş insanlarını ve siyasetçilerini tanımaması mümkün müdür bir hadis hocası akademisyen ve makam sahibinin.
Sayın Görmez ve DİB mensuplarının FETÖ konusunda bir emniyetçi kadar hassasiyet göstermemesini, arkasına sığındıkları 40 yıllık hata kabulü affettiremez.
Sayın Görmez’in seleflerinden olan ve adını bu programda dahi saygıyla andığı bir sacayakcıdan bahsetmeye ve onun örnekliğini çözmeye mecburuz şimdi.
12 Eylül ihtilalcilerine en yakın duran makamlı insan sıfatını kimseye, hatta hiçbir ordu komutanına kaptırmamış bir DİB başkanıdır o. Sayın Erbakan’dan önceki bir hükümetin seçtiği Cumhurbaşkanı eşiyle al take, ver külah hesabı kurumlar arası arazi ve bina takası işleri yaptığını övünerek hatıralarında yazmıştır. Erbakan Hoca’dan özellikle uzak durduklarını ve teşkilatını da uzak tuttuğunu boşuna kayıtlara aldırmamış, kanaatine sayınGörmez’i dinleyen herkes ulaşmıştır umarız.
İşte o insanı dinledik geçtiğimiz bir ayda, Süleymaniye’deki bir vakıfta. Başarılı olduğunu ve bu başarısını şu cümle ile ifade etmişti. “Ben bu başarıyı önce arkadaşlarımın gayretiyle sonra Allah’ın yardımı ile kazandım.”
Emekli ilahiyatcı Şerif Minaz, bu anlatımı dil sürçmesi olarak tashihe kalksa da Cafer S.Özlevent’le ben bir hayret dondurmasına girmiştik.
İşte bahsedilen o arkadaşlar, Sayın Görmez’in de arkadaşları olmuştur muhakkak. Ki onları “Sacayağı hücresi” etkisindekiler olarak hiç düşünmeyen sayın Görmez, o programda sarfettiği şu acı cümlelerle 15 Temmuz’a nasıl geldiğimizin anlaşılmasını da kolaylaştırdı.
“2014 Mardin il müftüleri toplantısında, 2015 Adana il müftüleri toplantısında, sahte bal satanları örnekleyerek, sahte din satanları anlattım, uyardım, ikaz ettim. Söylediklerimin haber değeri olmadı. Medya, müslüman cemaatler, ilim çevreleri, sivil toplum kuruluşları, münevverlerimiz hiç kimse desteklemedi beni.”
Anadolu insanının temsil olur, aman duyan gören olmasın dediği olaylardandır bu acı durum.
Bir DİB yakınıyor! Hatayı, kabahati dışarıda arayarak yakınıyor! Ben de boşuna bekliyorum, demekki biz o dediklerimin ilgisine layık olmayı başaramamışız! İtirafını..
Başkan Görmez 2014, 2015 dedi. Neden 2013’den bahsetmedi? Mesela o gün bugündür sosyal medyada dolaşan yanlış anlatımları tekzip ettiklerini filan.. Çünkü yapmamışlardı.
Çocukları AKP’nin demirbaş milletvekillerinden olan 28 Şubat provakatörü sıfatlı biri, 2013 yılında FETÖ’nün kalemindeki mürekkep, şehid kanlarından üstündür yazıları yayınlarken vakitsiz gazetesinde, DİB teşkilatı ve mensupları şehid kanlarını önemsemediklerinden mi, yoksa ajanlıkla mürekkep o kişi ile bir hesapları olmayacağından mı sessiz kalmışlardı? Sayın Görmez bu soruya cevap ararsa, bal örnekli anlatımına insanlarımızın neden itibar etmedikleri gerçeğine ulaşabilir.
Sayın Görmez ve o programın katılımcıları şunu bilmeliler: Tarih, sizin anlatımınızla ve sizlerin arzuladıkları gibi yazılamaz! Boşa kürek çekmek kime ne kazandırmıştır?
SOL TAKLİTÇİLER İDAM ÖZLEMLİDİRLER
“Karikatür” kelimesini bugünlerde duyan herkesin aklına, ODTÜ’lü çocukların çizdiği ve itirazlara rağmen, ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun sosyal medyada paylaşarak ünlendirilmesine katkı sağladığı o çizgiler düşer.
Bu konunun da en doğru tahlilinin bu sayfadan okunacağını bilenler bilir, diyor ve görevimize dönüyoruz.
“Eleştiriye ve mizaha tahammül edeceksin, etmelisin!”
Sayın Kılıçdaroğlu’nun ilk savunma cümlesi bu. İtiraz yok. Fakat eleştiriyi katmadan mizah üstüne konuşursak, mizaha tahammül etmeye davetten önce, mizahın üretiminin daha önemli olduğunu unutmamak gerek.
Mizah üretimini kim yapmalı?
İsmet paşa muhalefete düştüğünde, İstanbul teşkilat sorumlusuna şöyle bir talimat verir: Gidin ve o Akbabacıyımaddiyatlandırın. Bize mizahla destek vermesi için.
Sistem, üniversite çocuklarına havale edilerek başlatılmıyor. Ücreti peşin ödenen profesyonellerden haberli olmaz mı bir İismet paşa halefi.
İsmet paşa’nın bu işveren özelliği, kendisine, rakiplerini sehpalarda yok ettirerek bir daha başbakan olmasını sağlamıştır.
Çünkü biliyordu, Atatürk’ün 1937’de görevden almasını “Beni millitin önüne atmayın” sebeplerine bir 12 sene daha eklediğini ve dolayısıyla sandıktan çıkmasının hayal dahi edilemiyeceğini...
10 yıl CHP mizahçılarının fason imalatlarıyla vurulmasına tedbir alamayan, karşı mizah yahut haklı mizah ürettiremeyen DP’lilerin ve DP’nin sonu herkesce malum. Bugün sayınKılıçdaroğlu’nun yediği kaymak o günlerden kalmadır.
İnsanların hayvan bedeninde karikatürleştirmek bir CHP geleceği midir? Evet!
Böyle bir ifade tarzını benimsemek, normal şartlar altında yaşayan ve insanım diyenlere, ücretli olsalar dahi, yakışır mı?
Cevap tüm insanlarca yakışmazdır, hayırdır.
Peki bu durumda, bazı üniversite öğrencilerinin böyle bir eyleme renk vermek hak ve hürriyetleri olabilir mi? Hayır! Zira onlar, bir siyasi partinin ücretli çizerleri olmadıklarından ve kendilerine ancak öğrenci mizahı yakıştığından..
Öyleyse neden oldu bunlar?
CHP o geleneğini sorgulamadığı için ve ücretli ve kadrolu mizahçılarını etiketleyip halka sunmadığı için.. Halbuki bu durumdan vazife çıkarmamalıydı hiçbir üniversiteli.. Yanlışlık düşünceden başlıyor.
Belgesini de ortaya koyalım bu dediklerimizin. Tarih 30 Haziran 1960. İhtilalin üstünden ancak 33 gün geçmiş. İsmet Paşa’nın para koydurduğu, Menderes’in örtülü ödenek parasıyla mersedes araba aldırdığı o sahibin dergisinin bir sayfasında yayınlanan şu karikatürlerle değerlendirmeliyiz bugün yaşadıklarımızı.
Sayfaları idam sehpaları ile doldurulmuş bir dergide, idamlarını beklediklerini duyurdukları siyaset insanlarının böyle çizilmesinin hesaplaşmasını kendi içinde hiç yapmamış bir CHP sorunudur bu.
Bir CHP’li kalemşör veya bir gazete köşecisi, biraz utanma duygusu ile işleseydi böyle karikatürlerle İsmet Paşa’ya yeniden başbakanlık kazandırmalarının insanca olmayacağını, o üniversiteli çocukların aklına herkesin gülümseyebileceği mizah ürünleri gelirdi.
“Hapse atarak..” tesbitinin de yakınlarında durmalıyız biraz. Bu iki kelimeyle bir cümleye başlamak iktidar bekleyen bir siyasetçiye yakıştırılmamalı. Devletliğimize ve özellikle adalet sistemimize bir isyandır bu.
Bir Ana muhalefet partisinin başkanının görevi devletini aşağılamak değil, iktidarın yanlışlarını kayda aldırmak diye bildiğimizden..