Endülüsün Yıkılış Sebeplerinden Birinin Lüks Saraylar Olduğunu Unutmayalım

Abone Ol

721 Yılında Emevilerin fethettiği İspanya’nın büyük bir kısmı Endülüs olarak meşhurdur. Burası Avrupa’nın güneybatısı olup 781 sene Müslümanların hâkimiyetinde kaldı. Başta Abbasi Halifesini kabul etmemek gibi çokça hataları olmuştur. Bu hatalarla birlikte Batı’nın kini de sonlarını getirmiştir.

Yazarlarımız nedense Endülüs Emevilerinin hatalarını görmezden gelip yıkılışlarını sadece batılıların haksız saldırılarına bağlar ve ağıtlar yakar, sanat ve eserlerini överek yere göğe sığdıramazlar. Halbuki Endülüs Emevilerinin birçok hatası vardır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Abbasi Halifesini kabul etmemiş, ırkçılık yaparak Endülüs Emevileri olarak ayrı bir devlet olmuşlardır.

Avrupa’nın Afrika köprüsü diyebileceğimiz bir yarımadada Büyük İslam Devletinden bağımsız olarak uzun süre yaşayabileceklerini zannetmişlerdir. Tek başına küçük bir devlet olduklarını düşünmeden medeniyetlerini lüks ve sanat zevkine bağlamışlardır. 3. Abdurrahman’ın yaptırdığı Medinet-üz-Zehra sarayı yetmiyormuş gibi Hacip İbni Ebu Amir de “Medinet-üz-Zahire” sarayını yaptırmıştır. (DİA C. 11, S. 218).

Portekiz krallarının yaptırdıkları sarayların yapımında Kurtuba’daki sarayların adeta bir kopyası gibi taklit edilerek yapılması (DİA C. 11, S. 224) Endülüs Müslümanlarını aldatmamalıydı.

936 Yılında III. Abdürrahman tarafından yaptırılan Medinet-üz-Zehra sarayı ismini sultanın gözde hanımı Zehra isminden alması İslam’ın kadınlara gösterdiği itibar olarak yorumlanabilirse de kadınların lükse teşvik edilmesi anlamına geldiğinden doğru olmamıştır. Müslümanlar kadını ve erkeğiyle lükse teşvik anlamına gelecek davranışlardın sakınmalıdırlar.

Adı geçen saray 1013 yılında, yani 77 sene sonra çıkan bir isyanda tahrip edilmiştir. Kurtuba dışında Hacip İbni Ebu Amir el Mansur’un “Medinet-üz-Zahire”deki sarayı da çıkan isyanlarda tamamen yıkılmış, günümüze sadece su kemerleri kalmıştır.

Endülüs’ten kalma Mulük-üt-Tavaif devrinde (ki parçalanma dönemidir) kurulan küçük devletlerin başında bulunan sülalelerin istediği mimari faaliyet devrinde savunmaya yönelik tutum sebebiyle daha çok askeri mimariye önem verilmiştir. Demek ki zaafa düşülünce sağlamlık dikkate alınmış, lüksten kaçılmış ama bir kere yıkılış başlayınca önlenmesi mümkün olmamıştır. Osmanlılar da Lale devrinde zevke dalmış. `Sadabat’ta sevgililerin buluşması teşvik edilmiş, fakat bilindiği gibi “Patrona Halil” isyanıyla her taraf tarumar edilmiştir

Ama ne hazindir ki tarihi ibretamiz bu olaylar hafızalarda kalmamış, günümüz belediye başkanı İstanbul’da “Lale Devri”ni tekrar yaşatmak istemiş ve birçok harcamada bulunmuştur. Kanaatimize göre “Cumhurbaşkanlığı Sarayı”nın da lüks ve gereğinden fazla büyük yapılması aynı hataların tekrar edildiğini gösteriyor. Etrafımızdaki devletlerin güvenilmez devletler tarafından işgal edildiği veya istikrarsızlaştırıldığı bir dönemde tüm gücümüzü savunmaya ve ekonomide kalkınmaya sarf etmemiz gerekirken lüks ve şatafata dalmamız hayra alamet değildir. İtibar ihtişama bağlı değildir. Yabancı elçilerin bir kısmı Hz. Ömer’i (ra)  Medine dışında çölde ağaç diplerinde buluyordu ama şaşaalı Batı ve Doğu (Bizans) imparatorlarından daha itibarlıydı, İran gibi koca bir devleti teslim aldı. `Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar’ atasözünü lüks ve şatafat konusuna da uyarlamak gerekir.