Ekonomi yine gerçek gündem olamıyor. Bir dönem zihinleri iğfal eden “Yetmez ama evet” acayipliği gibi “Ekonomi çok iyi ama…” tuhaflığı da dillerden düşmüyor. Halbuki “çok iyi” dedikten sonra “ama” deyince, “çok iyi olmadığı” anlamı çıkmıyor mu zaten? Bu vatandaşı ayakta uyutma psikolojisiyle, bu gerçekleri gizleme tavırlarıyla ortada kabak gibi duran gerçeğin üstü mü örtülebilir?
“Çok iyi ama küresel saldırı var.” Küresel saldırı varsa, bu saldırının hangi kanallardan ve hangi vasıtalarla yapıldığı da belli değil midir? Bu türden “spekülatif” hareketlere karşı önlem almak çok mu zordur? İşin en can alıcı kısmı da şurası; “çok iyi” olan ekonomimiz birtakım “spekülatif” hareketlerden bile etkileniyorsa, yoksa “çok iyi” değil midir?
Halbu ki, bu “el parasıyla büyüme” modelinin gün gelip de ekonomiyi zora sokacağı, arabayı duvara toslatacağı bazı hükümet yetkililerince dahi dile getirilmişti. “Borçlan-harca-büyü” modeli, borç ve faizlerin ödenmesi için bile yeni borçlanmaları, en temel ekonomik aktiviteler için dahi yeni borçlar yapmayı öngörüyordu. Dışarıdan bir ara “kolayca” bulunan borç para, peyderpey daha maliyetli hale gelince ve daha zor bulunmaya başlanınca, bu çarpık modelin de çalışmayacağı meydandaydı halbuki. Ekonomiyi ve borçları çevirmek için gerekli dış kaynağı, yani borçları bulamıyoruz ve ister istemez ekonomide de marazlar baş gösteriyor. Meseleyi ısrarla böyle koymayıp da, “çok iyi ama..” demek bir çözüm üretmez, üretemez…
Bir de şöyle bir durum söz konusu. Gerçek meseleleri konuşmak ve tartışmak yerine talilerini öne sürmek! Bu manada faiz meselesi kritik bir önemde. Bugüne dek uygulanan ekonomi politikasının (düşük kur-yüksek faiz) en kritik noktası sanki faiz değilmiş, spekülatif para hareketlerine yüksek faiz verip borçlanılmamış ve rantiyenin en önemli kurumları olan bankalar bu dönemde “oturdukları yerden” korkunç kazançlar elde etmemiş gibi ortaya atılan “faiz lobisi” söylemi, “cambaza bak” pratiğidir sadece.
Faize karşı gibi gözüküp, bankaların faizi düşürmesi ve vatandaşın da “ucuzlayan” kredileri fırsat bilip “kredilere koşmasının” beklenmesi bir acayip durumdur neticede. Bankaların faizi indirmesi ve vatandaşın koşup krediye bulaşması, hem vatandaşın yeni borçlar altına girmesidir, hem de “faiz lobisine” yeni müşterilerin katılmasıdır. Faiz lobisi aranıyorsa, bankalar orta yerde durmaktadır halihazırda.
Asıl meseleyi gözden kaçırarak, çözüm yerine sadece pansumana odaklanmak mümkündür. Borçla ve tüketimle büyüyen ekonomi, hormonlu büyümüştür ve sıhhat beklenemez. Bugün yaşadıklarımız da tam da budur. Birtakım suçlular icat etmek hiçbir sorunu çözmez.
Bir gecede 3 bin 500 dolardan 10 bin dolara yükselen milli gelir yıllardır yerinde sayıyor.
TÜİK’in hesaplama yöntemi değişikliğiyle 11 bin küsur dolara çıkarmasına TÜİK’İn kendisi bile şaşırmıştır. Türkiye ekonomisi, “orta gelir tuzağı”na sağlandı saplanacak bir halde olması bile “hormonlu büyüme”nin ne kadar sakıncalı olduğunu gösteriyor bize. Birtakım suçlular icat etmekle meseleyi geçiştirmeyelim.
TÜİK’in, enflasyon sepetindeki gıda ve konut harcamalarının ağırlığını düşürmesi, belki enflasyonu “düşürebilir”. Ancak bunun böyle olması gerçeği ortadan kaldırıyor mu?
Vatandaşın cebindeki paranın yarısı gıda ve konuta gitmiyor mu?
Ve en önemlisi de milletin “vekili” olan kimselerin gündeminde neden ekonomiye hiçbir yer bulunamıyor? Resmi rakamla 3.6 milyonu aşkın işsiz ve yüzde 11.8’lik işsizlik oranı (ki 2001 krizinde bu oran yüzde 8.9’dur) nasıl olur da gündem olmaz?
Esnaf, sanatkar, tüccar, işçi, memur büyük bir sıkıntı içerisindeyken, işsizlerin sayısı hızla artarken, geçim sıkıntısı ve pahalılıktan, yani ekonomiden ala gündem mi olabilir bir memlekette?
“Çok iyi ama..” ifadesindeki “ama” çok şeyler anlatıyor aslında.