Düşünmeme bataklığından insanlık şuuruna: Bir uyanış çağrısı!

Abone Ol

Çağımızın karanlık dehlizlerinde toplumlar "düşüncesizlik bataklığına" saplanmış, ruhlarını yitirmiş bir halde sürükleniyor. İnsanı insan yapan, onu diğer canlılardan ayıran kutsal kıvılcım düşünce melekesi, solmaya yüz tutmuş bir meşale gibi titriyor.

Birey ve toplumların büyük bir kısmı bu hayati nimeti terk ederek/düşünme sorumluluğundan kaçarak, insanlıklarını kaybetme tehlikesiyle burun buruna geliyorlar. Bu tehlike, sadece insanları değil, tüm toplumları zehirleyen bir veba gibi her geçen gün yayılırken, bu durum ahlaki değerlerin çöküşüne, toplumsal çürümeye ve nihayetinde "idiokrasi"ye, yani "düşün(e)meyenlerin egemenliğine" yol açıyor.

Düşüncesizlik bataklığı/düşünmeme çukuru, insanı hem bireysel hem de toplumsal düzeyde dipsiz bir kuyuya sürüklüyor. Bireysel olarak düşünce nimetini kenara bırakan insan, eleştirel düşünme yeteneğini yitirmekle beraber manipülasyonun ağına düşüyor, kendi hayatı ve geleceği hakkında bilinçli kararlar alamaz hale kolayca getirilebiliyor. Toplumsal düzeyde ise, düşünemeyen bir toplum, ahlaki pusulasını kaybetmiş, apati denizinde boğulmuş, her türlü yeniliğe ve değişime kapalı bir zindana dönüşüyor. Bu durum, toplumun ilerlemesini ve gelişmesini durdurarak, onu "hayvanî niteliklerin dahi altında" bir çukura hapsediyor.

Düşüncesiz bir toplum, sürü psikolojisinin pençesinde kıvranan, arzularına köle olmuş liderlerin ve hiçbir derinliği olmayan popülist söylemlerin peşinden körü körüne giden bir güruha evriliyor. Bu tür toplumlarda, bireysel/insanî özgürlükler prangalanıyor, farklı düşünceler ve fikirler susturuluyor, her türlü muhalefet acımasızca bastırılıyor. Sonuç olarak, toplum, totalitarizmin karanlık kucağına doğru sürükleniyor.

Modern çağın labirentlerinde kaybolmuş insanlık, düşüncenin ışıltısını yitirmiş, düşlerin kanatları kırılmış bir halde savruluyor. Zihinler, tüketim kültürünün zehirli sarmaşıklarıyla boğulmuş, yapay gerçekliklerin aynasında yansıyan silik suretler haline gelmiş. Ruhlar ise anlamsız bir boşluğun dipsiz kuyusunda yankılanan çığlıklar gibi kaybolmuş. Bu karanlık tablo karşısında, İslam'ın aydınlığı ile insanlığı yeniden olması gereken düşünce şuuruna kavuşturmak, en kutsal görevimizdir. İnsan olma onurunu yeniden kazanmak, ancak bu şekilde mümkün olacaktır.

Ahlaki/manevi değerlerin solgun çiçekleri yeniden açmalı, toplumun ve bireylerin düşüncesizlik çukurundan kurtuluşu başlamalıdır. İlk adım olarak, "düşün(e)meyenler sürüsünden düşünebilenler toplumuna" doğru güçlü bir dönüşüm ve yükseliş yolculuğuna çıkmaktır. Bu yolculuk, zihinlerin prangalarını çözerek, ruhların derinliklerindeki cevheri ortaya çıkaracaktır.

İnsanlığın özlemini duyduğu dünya, kardeşliğin şafağında aydınlanan, ahlaki değerlerin en yüksek zirvesine ulaştığı, zulmün ve zalimlerin karanlık gölgelerinin silindiği bir dünya olmalıdır. Bu doğrultuda biz Müslümanlara düşen en önemli görev, din, dil, ırk, cinsiyet ve sınıf ayrımının olmadığı, tek amacın insanlık şuurunu yükseltmek olan bir medeniyet inşa etmek olacaktır. Bu medeniyet, sevgi, saygı ve adaletin kutsal üçgeni üzerine kurulmalı, her bireyin içindeki potansiyel çiçeğin açabileceği bir bahçe sunmalıdır.

Mevcut düzen, insanlığın en değerli hazinelerini yağmalayan, adaletsizlik ve eşitsizlik üzerine kurulu şeytani bir kaledir. Bu kalenin surları yıkılmalı, yerine iyiliğin ve adaletin sancağı dikilmelidir. Maddi ve manevi bütün kaynaklar/imkânlar, insanların ve diğer canlıların refahı için fıtratlarına uygun olarak kullanılmalı, sömürünün ve tahakkümün karanlık elleri İslam'ın adalet kılıcıyla kesilmelidir.

Tarih boyunca insanlığa yol gösteren, adalet ve merhamet ilkelerini savunan bir medeniyetin öncüsü olan İslam, bugün de eskimeyen ve her daim genç kalan evrensel değerleriyle, insanlığın yeniden doğuşu için bir rehber olabilir. İnanıyorum ki, İslam'ın öncülüğünde, insanlığın özlemini duyduğu medeniyet çok yakında gerçekleşecektir.

İşte önceden olduğu gibi İslam’ın öncülük edeceği bu medeniyet tasavvuru, diğer insanların aksine benim inancımca çok yakındır. Beni benden alan bu hayalim, deli tay misali çatlarcasına hedefine doğru büyük bir azimle yol almakta… Çizilmiş sahte yolları takip eden insanlığın aksine, gerçeğin bakir topraklarına bir kez daha kalıcı mührünü vurmak için büyük bir şevk-i iştiyak ile ilerlemekte…

Duyurmaya çalıştığım bu ses; sağır kulaklar da bir uğultuya, sığ akıllar da basit bir romantizme kaçsa da gerçekleşmesi mutlak surette olacak olan o tahayyül, -hissettirmeden- yavaşça gönüller de yerini almakta…

Bu düş gerçekleştiğinde ise insanlık (inanan-inanmayan) için devrilmesi teklif dâhi edilemeyen güçlü bir inkılâp adını alacaktır vesselâm…