Tilkipedia
Bir zamanlar star gazetesinde, Yeni Şafak’ta yazmış. Ben adına Gerçek Hayat dergisinde rastlamıştım. Türkiye Yazarlar Birliği’nden de yılın romancısı ödülü almış.
Sonra..
Sonrası, bizim mahallemizde yontma taş devrini yaşamaktan bıkmış olmalı ki, Karşıyaka’da cilalı taş devrine atlamış. Giderken sildirmiş üstündeki bütün renkleri, yontmacı ustaların motiflerini de sindirmiş. Cilalanmayı istemenin bir bedeli vardır mutlaka.
Hürriyet Gazetesi’nden Ayşe Arman bir röportaj yapmış*, cevaplarını devşirmiş. Bu kaçıncı parlatma girişimidir, ben bilmem. 10 Temmuz Pazar ilavelerinde okudum.
Üstünde durmayayım dedim ama, iyi bir malzeme idi. Baktım ünlendirme faaliyetleri çoktan başlamış. Söylediklerine derin manalar verme yarışına girmiş köşeciler, katipler..
Bize de kendi okurlarımızı, mahallemizin çocuklarını uyarmak düşer.
Karşıyaka’nın yeni devşirme adayı biridir konumuz. Bakmayın yeni dediğimize, aylardır sıra beklemekte imiş..
Ne boyalı laflar etmiş, ne cilalı laflar. Derya, derya kuzusu, derya oğlağı, sazan…
MAHALLELERİ AYIRAN, BAYRAMLARI BİRLEŞTİRİYOR
Dini bayram-milli bayram ayırımı yapıp yapmadığı sorulmuş çocuğumuza. Tüm bayramları, dini-milli ayırımı yapmadan ve kimseyi dışlamadan, hep birlikte, neşeyle kutlamalıyız, demiş. Ne güzel cevap değil mi? Röportajcı hanım, ama biz öyle yapmıyoruz, itirazını tenezzül buyurmaz.
Milli Bayramlardan kastınız ne? Diye sormasını çok isterdim. Bizim mahallede yazarken, ara sıra da okuyabilseydi, mutlaka aklına böyle bir fikir gelebilirdi. Nerden bilebilirdik hayalinin bir köşesinde devşirme olma arzusunun yattığını. Dolayısıyla sormamasının sorumlusu biz değiliz.
Mesela milli bayramlarımızdan 27 Mayıs’ı konuşsaydı. Ama o daha dünkü çocuk.. O günleri yaşamadı ki demeyin. Cilalı taş devri insanlarının 28 Şubat bayramlarını da mı yaşamamıştı? Bin yıl korkusu ürkütmüş olamaz mı onu buralardan?
Zabıtalar gelirdi babamın dükkanına. Ben çocuktum. Bilirlerdi hangi caddedeki hangi dükkanın bayrak asmadığını. Kapıya vururlardı tekmelerini, açık olmasına ragmen.. Babamın Başbakanı’nı asanlar, zabıta gücüyle bayrak astırırlardı.
Biz nasıl neşeyle kutlayacaktık bu milli bayramı sakallı çocuk? 28 Şubat bayram değildir deme sakın. Röportaj verdiklerine bir sorsaydın, siz hala neyi kutluyorsunuz diye, anlardın. Yani anlamak istediğinde.. Dahası, bu kadar milli bayramlar yetmez, yeni 27 Mayıs’lar lazım diyenler kim?
Ezilecek irtica nutuklarını en çok Cumhuriyet Bayramları’mızda duysak da, bayram yerlerini bizim doldurduğumuzu Ayşe Arman bilir, “in” yaptıkları röportaj boy da bilir, bayram kaçağı olmamışsa. Lakin yine de dedikodudan geri durmazlar,cevaba ayarlı sorularla..
Bayramlar buralardan değil, başka yerlerden değerlendirilirmiş. Eksper görevi de üstlenerek diyorki: Benim sokağımda çocuklar çatapat, kızkaçıran (onca yıl çocuk oldum, ben bunu yeni duyuyorum) patlatırken “Allahü ekber!” diye haykırıyorlardı.
Allahü ekber denmesinden neden rahatsızlık duyuyor? Çocukların demesini istemiyorsa diyelim, ki konu yaptığı onlar, büyüdüklerinde nasıl olacak da Allahü ekber diyen olacaklar? Bu soruların cevabı yok. Fakat bizim diyeceklerimizin devamı var.
Benim sokağımda demesi yanlış. Batı mahallesinin ya da önceki tanımlarımızla söylersek, Karşıyakanın sokaklarında çocukların “Türkiye laiktir, laik kalacak” şeklinde bağırtıldığını ve yaşıtı çocukları alkışlar eşliğinde linç ettiklerini çok görmüştük. Acaba gözlüğünün numarası da mı yanlış?
YORTUCU OLAN YORTUŞAMAZ
Bu ünlü röportajdan sizi haberdar etmeye devam edeceğim ama, aklıma buralarda bir soru takıldı. Röportajcı Ayşe Arman bir mizah ustası mıdır? Bu röportajla bir mizah eseri mi ortaya koymak istiyor? Her ne kadar devşirme adayı da olsa, mahallelerinin malı sayılmaz mı cilalı çocuk? Türk sinemasında bir zamanlar Cilalı İbo vardı, ne oldu?
“Bir müslüman, paskalya’da ne yapabilir ki?” Ayşe Arman’ın sorusu bu. Sanki kendisi bu ülkenin kızı değil, sanki kendisi müslümanlığı bilmiyor? İlla geldiği yer hatırlatılacak. Halbuki çok iyi bilir Paskalya’ları. Bizim paskalya kutlayan komşumuz olmadı. Bin dört yüz seneden fazladır İstanbul’da ve Türkiye’de ve dünyada yaşayan müslümanlar, paskalyalarda ne yapacaklarını hiç düşünmemişler, hiç bilememişler, öylesine geçirmişler yaşlarını.. Lakin artık yok. Kuralı konuyor bu işin de.. “Sevgili komşum bayramın kutlu olsun, sevincin artsın” diyeceklermiş, şimdiye kadar akıl edemeyenler.. İstediğin, bu cevaptı değil mi sayın Ayşe Arman..
DOST ÖLDÜYSE, DOSTO’NUN HATIRI VAR
Hangi soruda bir büyük adamdan bir büyük laf aktaracak merakımızı sağolsun pek gerilere atmamış saçımızı süpürge edip öğündüğü ödülleri verdiğimiz akıllı çocuk.
“İnsanlar, korkuyu saygı sanıyorlar. Halbuki Dostoyevski, insan korktuğu birine asla saygı duyamaz, der.”
Ah Ayşe Arman, bütün insanları tek tek inceledin de mi vardın bu suçlamaya diye sormazsın biliriz ama, sen de, Tolstoy’un da böyle bir sözü vardı, gibi birşeyler söyleyerek katkıda bulunsaydın.
Biz, okumamış demiştik ama, galiba gizli gizli Rusları okumuş. Onun o yaşında bu ülkede solculuk modası varmıydı hala. Gerçi çok telef vermiştik o komplekse.
İçim neden yanmasın şimdi? Onca yıl yediğimizden yedirmişiz, giydiğimizden giydirmişiz, lakin bizden bir isim öğretememişiz.
Ayşe Arman sorsa, Dostoyevski’den daha kaç cümle biliyorsun böyle diye, binbeşyüzüç tanesini sıralayacağından eminim.
Hatta Ayşe Arman tarafından kışkırtılsaydı ve son günlerdeki Şekspir’in müslümanlığı gibi bir lafta ben edeyim cinliği aklına getirilseydi, madem onca Rus adamlarını okumuş, ve şöyle deseydi: Doktor Civago aslında müslümandır ve adı da doktor Jivanım’dır. Şartlar, pardon koşullar el vermediğinden açıklanamamıştır. Daha bir sesli olmaz mıydı bu cilalı taş devri işlemeli Aydın havası kaseti (Bu arada, fesin kadrini bilmedik ama, fesli Kadir’i tanıdık, diyen bir çocuk gördüğümü itiraf etmeliyim ben de..)
SSK’SI VAR MI VATANI SEVMENİN?
Bizim buralardayken de Türkiye’yi düşünür mü idi? Hatırlamıyorum. Takibimde olmadığını söylemiştim galiba..
Oralara gittim ama ülkemle irtibatımı kaybetmedim. Mesajlarından biri de bu. Ne olacak bu memleketin hali sorusuna, Batı mahallesi yerlilerinin hiç cevabı yokmuş gibi, göçmen kuşa sormuş Ayşe Arman. Milli gelirin, sanayinin, teknolojinin önemlerine ek olarak, insani gelişmişlik demiş, başka bir şey dememiş.
Bilinçaltına sakladığı Tiyatrolarındandır bu rol kesmesi. Sizin mahalleye insani gelişmişlik yaşamaya geldim. Türkçesi budur onca lafın. Lakin bizi suçlamaya yönelik bu Ayşye Arman sorusuna bizim de bir müdafanamemiz olacak: Yontulmaya müsait olmayanları geliştirmek çok zordur bizim dağlarımızda. Kimi de bu yavrucuk gibi şeyh piri merakından uçuyordur.
MEŞHUR YAPMA SANATINI EN İYİ HÜRRİYET BİLİR
Siyaset ne zaman? Fikri gelmişse aklınıza, sıkıldınız artık bu röportajdan demektir. Fakat bizi de düşünün. Onca tahammülü niçin gösteriyoruz.
“Bir ülkenin siyasetçisi meşhursa, o ülke kötü durumdadır.”
Çerçeveletilip asılsın diye büyük yazmışlar. Büyük yazar, büyük düşünür olmalı, her ne kadar sırada bekliyen ise de bu çocuk… Pazarlama kaidesi gereği yani..
Ben unutmadığıma göre Ayşe Arman da hatırlamalıdır. O yıllarda canlı varlıklardık ikimizde… Bir zamanlar bu ülkenin tüm gazetelirinde, Zeki Müren en meşhur insanımız haberlerinin, makalelerinin, serilerinin yazılıp durduğunu.. Hatta “Sanat Güneşi” lakabıyla kandırarak, turnelerinden kasalar dolusu paralar kazandığını şimdi çalıştığı o gazetenin, en iyi bilenlerden olmalıdır.
Çok haklısın, diyerek katılmalıydı, kelebekçi Dustin Hoffman gözlüklü çocuğa. Ne İsmet paşa’nın, ne Demirel’in, ne de Ecevit’in ünü yetişememişti Zeki Müren meşhurluğuna.. O günler ne güzel günlerdi, demeliydi ama niye demedi biz bilmeyiz?
Belki de sözü üst aklına ve amirine bırakmak istediğinden. O, yılların Ayşe Arman’ıdır zira. Devşirme olacak çocuğu, kimin getirip önüne koyduğunu bilir.
Düşündüğümüz ihtimal doğru imiş. Ertuğrul Özkök de bayılmış bu cümlesine yeni hemşehrilerinin. Ama o Orhan Pamuk demiş örnek olarak. Tabi Zeki Müren öleli çok oldu, işleri bitti. Yeni meşhurluk meraklıları bulmak lazım, cancağızım.
46 DEMOKRATLIĞINI BİLMEZ, 46’YI BİLİR
Tamam, biraz daha sabredin. Röportajın tam ortasından bitireceğim yazımı.
“Türkiye bir tımarhane” diyenlere katılmıyormuş. Durun hemen, gittiği yere muhalefete başlamış. Tuzumuzun hatırı olumlu bir yanını ortaya çıkarmış. Gibi düşünmeyin. Devamından da haberiniz olsun dediklerinin.
Çünkü diyerek açıklamış katılmama sebebini, yani iddiası çok kuvvetli.
“Çünkü tımarhanede insanlar tedavi edilir. Bizde o da yok.”
Son itirafı da sayabilirsiniz siz bu cümlesini. Ve oraya niçin gittiğinin de kanıtı.. Zira onun da SGK’dan faydalanmak hakkı vardır. Diyoruz ve bağırıyoruz.
- Hey güllabici! Sahip çıksana.. İkide bir parsacılığa salacağına..
Sahip çık güllabicibaşı!
Not: Ezan sesinden rahatsızlığı olanlar ve bizim de onlardan (konuşmalarından) rahatsızlığımız böyle yazdırdı bize. Haklılığımız zabıtlara geçmelidir.
* 10 Temmuz 2016-Hürriyet- Pazar Eki-Ayşe Arman-Çok sayıda Anatürk’e ihtiyaç var-
İLİKLERİNE ( NELER ) İŞLENMİŞLER
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak”
Kim hatırlamaz, ortaokul sıralarımızın Türkçe derslerinde, daha merdivenin başındaki çocuklar olarak bizlerin, son basamaklara gelmiş atalarımızın hüzünlerine “dalgacı” yaklaşımlar sergilediğimizi, üretimler yaptığımızı..
Ünlü “Merdiven” şairi Ahmet Haşim’den bir küçük anektod aktarmak istiyorum. Anlatıcımız, İnönü medyacılarından ve kalemşorlarından Y.Ziya Ortaç’tır. Osmanlı Devleti günlerinde yaşanmıştır.
Anlatıcı Ortaç’ın, Çanakkale gazisi şairimiz için bir iddiasını da hatırlatmazsak olmaz. Onların dediklerini çok daha önemseyenlerimizi boş geçmeyelim. “Türkçeyi en iyi kullanan beş şairden biridir.”
Ali Naci Karacan Bab-ı Ali arkadaşlarındandır Ahmet Haşim’in. Şakalaşmalırının hoşluğunu unutamadığını da söyler Y.Ziya Ortaç:
- Arap Haşim”
Bir gün böyle takılır Ali Naci Karacan, Bağdat doğumlu ve Bağdat’lı bir ailenin çocuğu şairimize. Nazik ve kibar insan Ahmet Haşim gülümseyerek ve şairliğine yakışan bir cümleyle verir cevabını:
-Aman beyefendi, bize arap demeyi artık Türklere bırak!
*
Bu yazıyı buraya kadar hafta başında yazmış ve beklemeye almıştım. Son cümlenin eksikliğini hissediyordum. Ama istediğim gibi bir cümle bulamadım.Engin Ardıç’ın 14 Temmuz 2016 Perşembe Sabah’ındaki El vatandaş başlıklı yazısından destek almaya karar verdim, onu okuyunca..
*
“Osmanlı toprağına eyvallah ama ‘Avrupa yakası’ olursa! Arnavut gelebilir, Boşnak gelebilir, Makedon gelebilir, Bulgar gelebilir, hatta ne de olsa eski toprak hesabıyla, 1956 yılında olduğu gibi Macar bile gelebilir. Rum da gelebilir Ermeni de..
Ama bugünkü Arap gelemez. Çünkü size doksan yıldır ‘Arap’tan nefret etmek’ öğretilmiştir. Arap nefreti iliklerinize işlemiştir.”
*
Yine aynı anlatıcının yazdığı bir Ahmet Haşim fıkrasını aynen alarak bitirelim yazımızı.
Bahis
Ahmet haşim, eserini basacak kitapçıdan mühimce bir para istemişti. Tabi vermeyecekti. Şair ısrar edince kitapçı ilk defa mahçup oldu. Fakat intikamını almak için bir hileye müracaat etti.
- Benim gözlerimden biri camdandır. İsviçrede yaptırdım. Hangi gözümün cam olduğunu farkedebilirseniz istediğiniz parayı hemen veririm.
Başkaları da vardı, Haşim kitapçıyı dikkatle süzdü:
-Sağ gözünüz cam dedi.
Adam sordu.
- Ne bildiniz?
- İlk defa olarak o gözünüzde bir insaf pırıltısı gördüm.
Kitapçı paraları verdi.