Dünyamız genişledikçe, duamız daraldı!

Abone Ol

Çocuktum. Dertlerim küçük, yüreğim büyüktü.

Çocuktum. Daha günahın karasına bulanmamıştı yüzüm.

Masumdum, mazlumdum. Çünkü her an elimi sımsıkı tutan Kudret’in sıcaklığını ve büyüklüğünü hissediyordum. Yüreğim sıcacıktı. Çünkü her an Yaratanıyla irtibat halindeydi.

Ben konuşurdum, O dinlerdi. Ben “Yandım” derdim, O serinlik verirdi. Ben “Yardım” derdim, O “ol” derdi. Mutluydum, huzurluydum, ama en önemlisi umutluydum. Çünkü Rabbimle muhabbet ediyordum.

O bana demişti ki “Beni ister Allah diye çağır, ister Rahman diye çağır. Nasıl çağırırsan, en güzel isimler benimdir” Ben ona “Allah” da dedim, “Rahman” da. Yetmedi, bütün isimlerini sığdırdım yüreğime ve hepsiyle çağırdım onu. Ben çağırdıkça, O geliyordu. Ben istedikçe, O veriyordu. Ben “Rabbim” dedikçe, O “Kulum” diyordu. O yüzden aşamayacağım hiçbir engel yoktu önümde. Ne istesem vereceğini bilmenin rahatlığıyla günden güne büyüyordum. Ve büyüdükçe irtibatım sağlamlaşır zannediyordum.

***

İşte şimdi büyüdüm. Bedenim ve dünyam büyüdü. Ama yüreğim ve hayallerim küçüldü. Dış dünya ile irtibatım arttıkça, asıl santralle bağlantım koptu. Artık daha fazla şey biliyor, daha çok işle uğraşıyorum ama çocukluğumu unutmuşum. Küçük büyük kara lekeler kalbime eklendikçe, görüntü berraklığını yitirmiş. Uğraşılarım, çevrem artınca asıl varılması gereken yeri unutmuşum. Zihnimde sesler artınca en güzel sesi duyamamışım, ne yazık.

Şimdi soruyorum kendime:

Rabbimle en son ne zaman konuştum Ne zaman bir derdimi, sıkıntımı açtım O’na Ne zaman yardım diledim Sonsuz acizlikteki bedenimi, O’nun sonsuz rahmet evinin önüne en son ne zaman zincirledim Mahcubiyetle kapısını çalıp, özür diledim mi Ya da çok mutlu olduğum bir an huzuruna varıp, “Ne günlerin varmış ya Rab” dedim mi Teşekkür ettim mi verdiği nefesler için Yıllar yılı tek bir an’ımı ayırıp sordum mu kendime, “Ben Rabbimi nerede unuttum” diye O masum çocuğu, tarih kitabımın hangi sayfasına gömdüğümü düşündüm mü hiç Yüzüm kızardı mı Gözlerimden inci inci yaşlar döküldü mü, utancımdan

Oysa O kendisini hep hatırlattı. Zaman oldu hastalık verdi, zaman oldu yokluk. Evlatlar ve mallarımızla denedi, bütün kavimlere yaptığı gibi. “İsteyin, vereyim” diye haykırdı kitabında. “Yerden bulutlara kadar günahınız da olsa, ben sizi affederim.” dedi. Yeter ki her şeyin sonunda O’na ulaşmasını bilelim.

Biliyordu ki; biz acizdik, zayıftık, günaha meyilliydik. O yüzden O Gafur’du, affediciydi.

Ama biz unuttuk. Dünyamız genişledikçe, duamız daraldı. Yeni yeni hayatlara başladıkça, masumiyetimiz bitti. Ve gün gün öldük aslında, tükendik. Kutsal kitabını sık sık okuduk belki ama kulaklarımızı ve gönlümüzü tıkadık, söylediklerine karşı.

Kaç kez söyledi bize, “Otururken, ayaktayken, yan yatarken beni zikredin” (3/191) diye. Kaç kez istedi, “Bana içli içli, yalvara yalvara gönülden dua edin” (7/205) diye.

Duymadık. Okuduk geçtik hep. Bazen bir burukluk oldu belki, ama hiç ciddi ciddi üzerinde durmadık. Yine dünyaya, yine boş hayatlarımıza daldık.

Ama öyle bir şey söyledi ki, okuyup geçemedik. Öylece devam edemedik yaşamaya, çarpıldık adeta. Bir ayet, bir uyarı, bir ceza, bir sitem ve içinde daha pek çok şeyi barındıran bir haykırış gelip vurdu bizi can evimizden. Ve nefes alamaz, adım atamaz hale getirdi kocaman bedenlerimizi. “Duanız olmasa Rabbim size niye değer versin ” (25/77) nidası, koskoca bir dağ olup, oturdu yüreğimize.

Öyle ya, her nimeti veren, her sıkıntıdan kurtaran O iken ve bizden beklediği yalnızca dua iken, ama gönülden, kendimizi her şeyden arındırıp O’na yönelmemiz iken ve biz de ısrarla bunu yapmıyorken, daha ne diye değer versin ki bize Daha kaç kez uyarsın ki bizi

Ama şimdi bu ayet vurdu ya bizi en derinimizden, hayatımızı film şeridi gibi geçirdi ya gözlerimizin önünden, yüreğimize şöyle incecikten dokundu ya… İşte şimdi silkinmek zamanı.

Şimdi kaybettiğimiz değeri yeniden kazanmak zamanı.

Kapısına varıp, “İlla Seni isteriz, rızanı isteriz” diye yüzsüzlük yapma zamanı.

Gecenin üçte ikilik kısmı geldiğinde, alnımızı rahat yatağımızdan kaldırıp, seccademizle buluşturma zamanı. Rabbimizin rızasını, diğer bütün dünyevi hazlara tercih etme zamanı.

Bütün kuytu köşeleri arayıp, şeytanın pusu kurduğu yerleri bombalamak zamanı. Rabbimize ulaşmamıza engel olmak için yaptığı bütün planları bozmak, tuzağını kendi üzerine çevirmek zamanı.

O bizi Rabbimizden ayıramaz. Unutturamaz O’nu bize. Çünkü “Mü’min kullarımın üzerinde senin hiçbir etkin yoktur” demişti Rabbi ona. İşte bu yüzden uyanmalıyız. Uyanmalı ve yanlarımızı yataklarımızdan ayırmalıyız. Yüreğimizi dünyadan ayırmalı ve Yaratanımıza bağlamalıyız. Bizi O’ndan uzaklaştıracak her ne varsa hayatımızda, söküp atmalıyız bir daha almamacasına.  Kopan iletişim ağını, yeniden güçlendirmeli ve bir daha irtibatı koparmamalıyız. Mü’min olmalı, mü’mince yaşamalıyız.

Kardeşim bil ki, en değerli olan, sana değer vermezse, bir zerre bile değilsin bu âlemde. Hiçsin, hiçliğe gidersin.

Şimdi elimize bir ayeti alıp, sımsıkı tutmak zamanı: “Rabbim, benim için indireceğin her hayra muhtacım” (28/24)