Dine yapışmak ya da kapışmak

Abone Ol

“Dizilerinde kamyonete bindirdiler!”

Yazdıkları, çizdikleri, gerekçe gösterdikleri ve çoğu insanlarımızca da nakledilmesini sağladıkları o haberi böyle hatırlatarak “hata” halkasının dışında durmak istedik.

Siyasi anlaşmazlıklardan sonra ancak farkedilen o sahnelerin senaryoları yazılırken, rol dağılımı paylaşılırken, provalar yapılırken, kamera emirleri verilirken, fragmanları hazırlanırken, tanıtımı için diğer medyacılarla al gülüm-ver gülüm alışverişlerine girilirken, yayınlanan kanallarda ikbal peşindeki siyaset çırakları ağırlanırken, ken, ken, ken…

İtiraz eden ve engellemek için varlığını ortaya koyan bir tek kişinin olmamasının elinde kalem olan kimsenin canını acıtmaması, içini yakmaması ve isyanını yazmaması, neden okuyucularını hiçbirinin umurunda değil?

Yoksa okuyucuları mı yok ülkemizin?

Önce okuyucular mı bozuldu?

Okuyucuların sessizliğine mi ayarlandı kurt yazarlar? Ne zamandan beri?

Hapisanede, inancımıza saygı eksikliğine tevessül eden bir mahkuma karşı, Osman Yüksel Serdengeçti’nin orda olanları karşısına alarak meydan okuduğunun destanını, arkadaşı Necip Fazıl yazmıştı anılarında. Okuyan yeni nesle, yani bize örnek olsun diye..

(11 Kasım 1983 Cumartesi günü Lalezar Apartmanının mutfağında ogle yemeğindeyiz. Muammer Dolmacı ağabeyin sohbet içinde, “Dün Osman ağabeyin cenazesindeydim” demesiyle o anda aklıma gelen ve hafızama çakılıp kalan düşüncelerimi şimdi paylaşmamın yeridir. Gidemediğime üzülmemi, bu duyduklarım hafifletmişti. Biraz da sevindim diyebilirim. İmkanlı olmak insana böyle güzellikler yaşatıyordu. Kim istemez? Adlarını anmaya fırsat bulduğum o vakıf insanlara bir kez daha rahmet diliyoruz.)

Mevzuyu biliyorsunuz!

Bir kamu görevlisi hakkında, kurumunun tasarrufunun yanında olanlar ve karşı çıkanlar ayrışmasının farkında olan ve gelinen bu yerlere bakıp, bizi yetiştirenlerin emeklerine yananlaradır bizim sözümüz.

“Hurafeci” kelimesiyle başlayarak, geçmişinde hatalar olan birinin, bugün bekledikleri fırsat ancak ellerine geçmiş hissini okuyucularına verdiklerine aldırmadan, konuşma kaydının videolarını sitelerinde yayınlayan Diyanetçi görevliler muhatabımız olmamasına rağmen, meramımızı orda duyduklarımız üstünden anlatmak durumundayız. Meraklılar araştırıp bizzat dinleyebilirler.

Bir eğitici var. Eğitilenler var.

Eğitici, eğittiklerine, yerdeki samanı damın üstüne attırıyor. Onların yol almalarına, nefis terbiyelerine iyi geleceği kabulüyle. Dahasını yazmak istemiyoruz.

“…saman atmak, tuvalet temizlemekle nefis tenkiyesi gerçekleşecek, menzil alınacaksa…”

Çarpışan taraflardan birinin böyle vurmasını tartmak işini üstlenmeden, aklımıza takılan bir soruya cevap arayacağız.

Daha önce yazmıştık, ikaz etmiştik. O konuşmayı ilk dinlediğimizde itirazlarımızı kayda almıştık. Şimdi yine tekrarlıyoruz gibi bir açıklamaları olmadığına göre, neden o an, o gün dikkatlere sunmadınız? Mademki bir yanlışlık var, hata ediliyor. Kimi ya da hangi olayı beklediniz?

Dedik ya muhatabımız yok. Bu sorumuz da havayadır. Lakin izahımızın güçlü olması için ısrarcıyız. Örneğimiz, Anadolu İmam Hatip okullarının banisi Hacı Veyiszade’den.

BU SÖZ TEHLİKELİDİR

Konya’nın davetleri pek meşhurdur. Yemek çeşidi çok olur. Özellikle Ramazanlarda.

Bir Ramazan-ı Şerif de bir çok hocayla birlikte Hoca Efendiyi de davet etmişler.

Tam yemeğe başlanacağı sıra, ev sahibi aklı sıra espiri yaparak: Efendim, bütün hocaların boğazında “ye!” yazılıymış! Deyince, Hacı Veyiszade Hocamız, önce sakalının ucunu ağzına doğru kıvırarak öfkesini yenmeye çalışmış ama, anında ayağa fırlayarak: Hacı Efendi Hacı Efendi, demiş, bu söz tehlikelidir! Sen bütün hocalara hakaret ettin!.Tecdid-i iman, tecdid- i nikah lazım gelir! Diyerek daveti terk etmiş gitmiş. Arkasındanda diğer Hocalar çıkmışlar tabii.”

Gerektiğinde uygulanacak tavır budur. Gün olur lazım olur mantığı, yarı resmi kartel medyasınındır. (Devletin hakkı vergiyi almak maksadıyla muhasebe kayıtlarına mı bakmak istedi Maliye mensupları. Hemen ilgili bakanın işlediği bir gönül hatasının dosyası yayına konur; bir kaç yıl önce yaşanmışsa da.. Aldırış etmezse o bakan o yayınlara ve teftişte ısrar ederse, Türkiye ’nin yollarında eksik mi olur, adı trafik kazası konulan imha hareketleri..)

Çarpışan tarafların vuruşma mermileri arasında “tuvalet temizlemek” eylemi yer alır da, biz, doğru zamanlarda, doğru örnek olmuş insanlarımızı onlara bir daha anlatarak, puan kazanmakla terbiyle olmanın ilişkilendirilmesinin gereksizliğini burada kayda aldırırız. Şimdiki örneğimiz de İstanbul ve bölgesinin imam Hatip okulları banisi Celal Hoca’dan..

“Üstün abiyle (Üstün İnanç) bir telefon görüşmemiz oldu:

- Ne yapıyorsun? Diye sordu.

- Celal Hoca’nın hayatını yazıyorum! Dedim.

- Aaaa!.. dedi, çok iyi!.. Çok önemli bir insan Celal Hoca…

İstanbul imam hatib okulunun ilk açıldığı yıllarda, okul tuvaletlerinin temizliğini bizzat kendisi yaparmış. Tabii o zaman daha okulun müstahdemi filan yok… Okulun müdürü olduğu halde bizzat kendisi temizlermiş tuvaletleri de.. Bazı hocalar: Ne yapıyorsun yahu Hoca? Tamam anladık, henüz müstahdem kadron yok, müstahdemin yok ama, koskocaman müdürsün sen.. Talebelere yaptır bu işleri!..demişler de.

Celal Hoca: Hayır! Demiş, talebede kompleks meydana gelir, böyle bir şey yaptırılırsa… Onları komplekse düşürecek şeylerden uzak tutmalıyız… Talebenin şahsiyet teşekkülünü tehlikeye atmamalıyız… Çare yok, bu işi yapacak bir eleman temin edinceye kadar yapacağız bunu..”

Yaşayan nesilleri eğiten o insanların emeklerinin yok sayılıp, yerlerine konanların adına uydurulan basitliklerin dilden dile dolaştırılarak bir Temmuz ayına gelmemizin yakıcılığına bir delil daha sunmak istiyoruz. Hacı Veyiszade’dendir bu örneğimiz de..

LadikliAhmed Ağa’yı ziyaret eden bir grup öğrenci duyduklarını hocaları Hacıveyiszade ile paylaşmak istediklerinde, aldıkları cevap, herkesin alması gereken ders yüklüdür.

“Size ne ilin Hızır’ından? Gelir!.. Evvela bana gelir, sonra Ahmed Ağaya gider! Size ne bundan? Siz dersinize bakın. Üstünüze vazife olanı yapın! Sizin için mühim olan, üstünüze vazife olan… Siz ona bakın, onu yapın!..Size lazım olan derslerinize iyi çalışmak. Derslerinize bakın, derslerinize iyi çalışın da, bu memleketin Hızırları olun siz! Size lazım olan bu..”

Mademki bize emeği geçen hocalarımızı, insanlarımızı andık bu yazımızda; önce gidenlerden Keçecizade’nin devlete verdiği rapordan birkaç cümle ile bitirelim. Umarız maksadımız hasıl olur.

“Mehdi yarın çıkacak olsa (bile), biz bugünden adalet ve insafı yerleştirmek için çalışalım ki, beklenen Mehdi bizi adalet ve dirlik içinde görüp aferin desin…”

* Hacı Veyiszade ve Celal Hoca alıntılarımızı Kırk Kandil Yayınlarında çıkan Mustafa Özdamar’ın aynı adlı kitaplarından aldık. Merak edenler 0535 420 03 03 No’lu telefondan Barbaros beyli temas kurabilirler

BİR HİLALİZ BİZ

Son kurulan partinin ambleminde güneş olması konu sıkıntısı çeken katiplere, yazmanlara fırsat olmuş. Öncekilerde de vardı diyerek oradan vuruyorlar.

Güneş ufuktan şimdi doğarsa ve bize bir yürüyüş başlatıyorsa, ne var bunda. Hem en kolay akla gelendir güneş.

Sonraları DP’nin Kırat’ını alan AP’nin ilk ambleminde bir kitabın ardından doğan güneş vardı.

Genel Başkanlarına “Nurlu Süleyman” diyenlerin, amblemdeki kitabın hangi kitap olduğunu anlatarak propagandaya başlamalarına, ama yavaş seslerle, çok şahit olmuştuk.

AP, böyle bilinmenin rahatsızlığını hissettiğinden mi vazgeçti o ambleminden, hiç araştırılmadı. Laikliğe karşı tehlikeli söylemler konusu yani...

Sonra, Özal’ı pazarlamaya destek Halkçı Parti’nin, yine bir Özal tarafından Özal için kurulan Yeni Parti’nin ve daha birçoklarının amblemlerinde güneş vardı.

Bir tarihte Galatasaray ’dan ayrılanların “Güneşspor”u kurduğu, fakat bölemedikleri ve yaşayamadıkları da futbolseverlerce bilinir.

Hilal’cilere karşı güneşçiler...

Hayır, hayır! Telaş yok!

Nice güneşler batar, bir hilal uğruna. Bu ülkenin ve dünyanın Saadet’i için...

Konuşmayı öğrenmiş ve dünyayı tanımaya başlamış küçücük bir kıza sorarlar:

“Ay mı daha faydalıdır bize, güneş mi?”

Tereddütsüz ay demiş kızımız. Neden sorusunu da cevaplamış sonra.

“Ay, geceleri doğar dünyamızı aydınlatır. Güneş gündüz doğar. Gündüz ise her taraf zaten aydınlıktır.”

Ambleminde güneş var diye HAS’ta olan insanlarımızın hiç iyileşemedikleri gerçeği varken, yine güneşle yola çıkıp İYİ olacaklarını iddia edenlere ne demeli?

Biz bir şey demiyoruz!

Bir tarih doğru yazılmışsa doğrudur

12 Mart’çıların Samsun’a vapurla büst gönderip, vilayet erkanına bir 19 Mayıs günü karşılatıp, Ankara ’ya doğru gençlerin kucağında yola çıkarılmalarından, Avrupa ülkelerinin tv’lerinde gülünecek olaylar diye gösterilmesi üzerine vaz geçmiştik.

Sonrasında binlerce gencimizi kaybettiğimiz ve birkaç ihtilal ve denemelerini daha gördüğümüz yılların şu anki sayısı 2017’dir.

Atatürk büstünü, şemsiye tutturarak küçük kızlara korutanlara, daha akıllı insanlarımız karşı çıkmışlar. Nasıl mı? Denizin dibine koydukları büste saygı duruşunda bulunarak... 2017 yılında yaşıyor muşuz bunları da...

Yıl 1970. Tercüman Gazetesi okuyoruz; Pehlivan tefrikalarını da kaçırmadan... İşte orada, o günlerde okuduğumuz şu paragrafı bugün sizler de okuyunuz istedik.

“Bütün bu hakikatleri aynı zamanda Türk tarihine hizmet etmek için yazıyorum. Bunları ilk defa dünya tarihine açıklıyorum. Atatürk’ün asıl babasının adı Bekir’dir. Arnavut Bekir Ağa derlerdi ona. Gümrük kolcusu idi. Namuslu ve sert bir adamdı. Zübeyde Hanım onun nikâhlı karısı idi. Bir gümrük kaçakçısını vurmuş ve hapise düşmüş, orada vefat etmiştir. Bu hakikati bir sır olarak saklamakta hiçbir fayda ve sebep yoktur.”

Tepkileri tahmin etmeye çalışın. Mesela diğer gazeteler manşetlerinde duyurarak bu iddiayı, mitingler mi düzenlemeye kalkmışlardı?

Birkaç kalem erbabının ve tarihçi sıfatlı kişilerin gerekçeli itiraz makalelerini okuduğumu hatırlıyorum. İddia sahibi, sanıyorum birkaç gün sürdürmüştü o tefrika sütununda, araştırmasını nasıl yaptığını, hangi tanıklarla konuştuğunu filan...

Dükkanımızda masanın altında tuttuğum o Tercüman nüshasını merak edenlere okumuştum bir kaç gün. Hiç kimse incinmişlik göstermemişti. Bildiklerinin doğruluğu yetiyordu onlara. Yalnız biri, babamın akranlarından biri, ki sohbet arkadaşlarımın çoğu onlardı, çok ayrı bir değerlendirmede bulunmuştu. Arnavut değildi, Muhacir değildi ama meseleye onların gözüyle bakmıştı.

“Arnavutlar ona böyle sahip çıkmak istemişlerdir.”

Bir araştırma dolayısıyla 20 yıl sonrasının bir Cumhuriyet yazarının köşesinde rastlayıp buraya aldığım o iddia için Oktay Akbal diyor ki: Hiç haberim olmamıştı. Bir okuyucum yollamış bu kupürü.

Bir 10 Kasım daha geliyor. Bir kıyaslama belgesi olsun diye şimdilik bu kadar yazdığımı belirtirken, bahsi geçen tarihten birkaç yıl önce, babamın arkadaşlarından en koyu “Paşa”cı olana, ortaokul çocuğu iken şu soruyu sormuştum:

“Siz İsmet Paşacılar, neden sevmiyorsunuz Atatürk’ü?”

Bir gün, bugün yaşadığımız ve çoğu suni olan tartışmaların kaynağında birilerindeki “Milli Şef” kaygısının olduğu anlaşılır mı, bilmem?

Rahmetli Erbakan Hoca’mızın, içinde Atatürk geçen bir soruya verdiği cevabı tekrarlamamın gerekliliğine inanıyorum.

“Atatürk bugün yaşıyor olsaydı, bizimle olurdu.”

Köpekler itlâf ediliyor

Gazetenizin 13.1.1973 tarihli nüshasında yayımlanmış olan “Üsküdarda köpek sürüleri” başlıklı yazı ilgililerce incelenmiştir.

Bahis konusu yerdeki köpekler itlâf ekiplerince temizlenmiş olup, devamlı şekilde kontrol altına alınmıştır.

İstanbul Belediyesi

Bu eski gazete küpürünün anlaşılamayacak bir yanı yok.

“Çalışan Belediye” propagandası deyip geçmenizi, hayvanseverlerimiziprovake ederek engellemek gibi bir gayemiz de yoksa..

Bu küpürü buraya niçin koyduk? Sorusunu, isteyen bir bulmaca gibi düşünerek, doğru cevabı bulmaya çalışabilir. Tabi bu andan sonrasını, artık yeter, bakalım gerçek sebep ne imiş, öğrenelim diyene kadar okumamak şartıyla.

Çünkü açıklıyoruz..

Belediye, gazetenin hangi tarihli haberi üzerine yapmıştır açıklamayı? 13.1.1973

Şimdi gelelim, bulmacamızı çözmeye yarayacak anahtara. Bu açıklama gazetenin hangi tarihli nüshasında yayınlanmıştır.

1973 yılının Ocak ayında Üsküdarda yaşayanlar bilebilir mi sokaklarındaki köpek sayısını? Yani o insanlar arasında anket yapmaya gerek yok.

Daha fazla merak ettirmeden, biz açıklık getirelim artık.

Belediye, gazete haberinden Üsküdar’da köpek sürüleri olduğunu öğrendiğinde... Komisyon toplanacak, karar alacak, tahsilat ve eleman ayrılacak, tüfekler ve mermiler yahut hemen öldüren zehirler hazırlanacak..

Sonra artık kaç gün sürecekse, Üsküdar’ın sokakları itilâf ekiplerince temizlenmiş olacak ve artık iş bittiğinde kontrol sağlanmıştır denilerek, gazeteye açıklama yazısı gönderilecek. Aylardan Mart olmuştur.

*

Dağda yaşayan bir Kürt kadının, köpeğini kurtların parçalamasına üzüldüğünü gören Yaşar Kemal derki: Siz de şehire taşının.

İyi ama der o kadıncağız, orada da Belediye var!

Oldu mu ya, oldu mu şimdi?