Olayları, olguları, nesneleri veya varlıkları ve durumları ifade etmek için oluşturulan ve başvurulan kavramlar zamanla farklı anlamlar kazanırlar. Bazen de anlam genişlemeleri veya daralmalarına uğrarlar. Olayların, olguların, nesnelerin veya varlıkların ve durumların zaman ve şartlar ölçeğinde farklı anlamlar kazanmaları ya da anlam genişleme ve daralmalarına uğramaları, belli şartlarda onların değişime uğramalarıyla ilişkili olsa bile, bir takım değişkenlerin etkilerinin söz konusu olabileceğini mutlaka göz önünde tutmak gerekir. Gerçekten bazı olaylar, olgular, nesneler veya varlıklar herhangi bir değişime uğramasalar da, onlara ilişkin bilgiler, tahayyüller, tasavvurlar, algılamalar kavrayışlar, değerlendirmeler ve yorumlar zaman içinde farklılaşırlar, değişirler, bazen de karşıt nitelikler kazanabilirler. Nitekim düşünce, kültür, uygarlık vb. alanlara ilişkin araştırmalarda, incelemelerde bu tür konuların birer sorun olarak ele alındığını görüyoruz. Bu tür sorunların başlı başına incelemeye, araştırmaya ihtiyaç duyulması, belirli bir yönelimin öne çıkarak ağırlık kazanması farklı ve yeni bilim dallarının doğmasına da vesile olacaktır. Sözgelimi bilginin tekniğe ve bunların da üretime farklı bir şekilde uygulanmasıyla meydana gelen ve “Endüstri Devrimi” olarak adlandırılma gereği duyulan olay ya da durum, yeni bir takım bilimlerin doğumuna ortam hazırlayacaktır. Sosyoloji ya da Toplumbilim örneğinde olduğu gibi. Öte yandan, bu türden farklılaşmalar, değişimler “klasik” veya geleneksel ya da yerleşik bilim dallarını da etkileyecektir.
Sözgelimi insan ve toplum olgu ve kavramlarını, içerikleri ve ilişkileri bağlamında incelemeye, araştırmaya ve irdelemeye başlanıldığında, sınırlı bilgi ve bilim dallarına bağlı kalarak belirli bir algıyla, anlayış ve kavrayışla yetinmek, bir dereceye kadar mümkün olabilir. Bu algı, anlayış ve kavrayışla insan ve topluma ilişkin sorunları tespit ederek çözüm yollarını ortaya koyabilirsiniz. Hatta olumlu sayılacak bir takım sonuçlara bile ulaşabilirsiniz. Ancak, ulaşılan sonuçlar, bulunulduğu düşünülen çözümler o olguya, yani insan ve topluma ilişkin bakış açınızla, anlayış ve kavrayışınızla sınırlı kalmaya mahkûmdur.
Benzer akıl yürütmeyi, insan ve toplumda olduğu gibi, devlet olgu ve kavramı üzerinde de geliştirmek söz konusudur. Bir genelleme yapmadan devlet olgu ve kavramı, çokça söz konusu edilmesine, hatta yerine göre, “kutsallık” çağrıştırıcı bir anlam yüklenilmek istenmesine rağmen, mutlaka ayırt edilmesi gereken “iktidar” olgu ve kavramıyla, kimi zaman eş anlamlı, kimi zaman sınırları belirlenmemiş bir şekilde kullanılabilmektedir. Bir defa, “iktidar” kavramı, bizzat insandan başlayarak en geniş toplumsal olana kadar farklı içerik, anlam ve biçimlere dönüşebilmektedir. Devlet söz konusu olduğunda, “iktidar” kavramının içerik ve niteliği özel ve özgün bir anlama bürünür. Mesela, iktisadi ve ticari faaliyetin farklılaştığını ifade etmek üzere, özellikle hukuk alanında yeni bir tanıma kavuşturulan “Anonim Şirket”in statüsüyle, bu statüden kaynaklanan yetki ve sorumlulukları, devlet olgusuyla doğrudan ilişkili “iktidar” ile özdeşleştirmeye yöneldiğinizde, olguyu da, kavramı da birbirine karıştırmış olmaktan kurtulamazsınız. Hele insan ve toplum ile devlet hakkında tevatür kabilinde bir algı, kavrayış, anlayışa sahipseniz, en basit gerçeklik temelinden de yoksunsunuz demektir. Sözgelimi, “ben devleti Anonim Şirket gibi yöneteceğim” bilgi ve anlayışını ifade eden bir kişi, topluluk veya siyasi parti, herhalde devlet olgu ve kavramına sahip addedilemez, edilmemesi gerekir. Aksi takdirde, insanı da, toplumu da, devleti de, elbette her türden değeri de birbirine karıştırmaktan, yozlaştırmaktan, hatta yok saymaktan başka bir sonuca varamaz.
“Kabile” veya “klan”, öncelikle sosyoloji biliminin temel kavramlarından biridir. Meydana gelişi, özellik ve nitelikleri, imkân ve konumu gibi konuları açıklayıcı farklı görüşler, gözlemler ve değerlendirmeler yapılagelmiştir. Devlet ve ona özgü “iktidarı” kabile ölçeğinde algılayan, anlayan ve kavrayan herhangi bir yönetici, insanı, toplumu ve devleti güven, adalet, huzur ve refah yönüyle geliştiremez, yaşatamaz, geleceğe hazırlayamaz. Hele kültür, sanat, uygarlık söz konusuysa, hiçbir umut kapısı bulunamaz.