Devletin işlevleri ve birey - ııı

Abone Ol

Düşüncenin kavramlaştırılamaması, bir yönüyle insanın düşünme yeteneği ve gücünün doğal işleyişine müdahale edilememesi, denetlenememesi, sonuçta verime ve üretime dönüşememesi anlamına gelir. Hatta düşünme yeteneği ve gücünün farkına bile varılamaması olarak da nitelendirilebilir. Buradan şu çıkarımda bulunmak abartı olarak görülmemelidir: İnsanın kendi varlığını tanımaması, kendi varlığını araştırmaması ve bilememesi. Bu bağlamda Sokrates “kendini tanı, bil” önermesini düşünmesinin ve düşüncesinin, kısaca ahlak felsefesinin çıkış noktası olarak görmüştü. Buna bağlı olarak da “kendimi araştırdım” yargısını temellendirmeye çalışmıştı. İslam düşüncesi bu durumu şu şekilde kavrayıp formüle etmiştir: ”Kendini bilmeyen, Allah’ı bil(e)mez.”

İşte kavramlaştırma bize düşünme yetenek ve gücünü verime dönüştürebilmemiz için sağlam bir temel oluşturmaktadır. Elbette, kavramlar farklı anlamlar içerirler, farklı, hatta birbirine karşıt tanımlamalara konu olurlar. Bizzat insanların yetenek ve güçleri bu tür farklılaşmalara imkân verebileceği gibi, insanı kuşatan ve etkileyen maddi ve manevi bir takım unsurlar da kavramların farklı anlaşılmasını, tanımlanmasını ve yorumlanmasını beraberinde getirebilir. İlk bakışta bu durum düşünmenin, insanların birbiriyle çekişme ve çatışmasına meydan veriyor gibi görünebilir. Ki insanlığın düşünce tarihine kaba bakıldığında, böyle bir görünüş izlenimi edinmek mümkündür. Oysa düşünme yetenek ve gücünü, kendi imkân ve sınırları içinde iyi niyetle işlettiğimiz takdirde, birden fazla verimin ortaya konulduğu anlaşılır. Birisinin dikkat etmediği bir konu, bir diğerince eni-konu ele alınıp açıklanmıştır. Hiç kimsenin üzerinde durmadığı bir takım hususları, herhangi birisi adeta bir keşif niteliğinde dikkatlere sunarak, nerdeyse köklü dönüşümlerin önünü açabilir. Kimi zaman da, herkesçe bilindiği, kavrandığı, anlaşıldığı sanılan birtakım kavramların, gerçekte tam olarak mahiyetine uygun tarzda bilinmediği, anlaşılmadığı ve kavranmadığı görülebilir.

Öyle anlaşılıyor ki, herkesçe bilinip ve herkesin aynı mahiyette kavradığı sanılan kavramların, düşünme yetenek ve gücü tarafından pek de üzerinde durulmadığı bir süreç yaşanmaktadır. Birçok değerli kavramlar, yine birçok değerli bilgi ve düşünmeler temelinde ele alınmakta, ama ortaya tatmin edici bir verim ya da ürün çıkmamaktadır.

Onun için “devlet” ve “birey” olgularının üzerinde düşünülmesi halinde, belki de, bir türlü verime dönüşmeyen düşünme yetenek ve gücünü yeni bir yol ve yöntem temelinde işletmemiz halinde, bir sağlıklı çıkış yolu bulunabilir. Devlet’in varlıkbilimsel tartışmasını öne almadan, ilk adımda, daha önce belirttiğimiz dört işlevini, insan, doğa, tarih, uygarlık gibi olgulara açılacak tarzda ele almak, belki, şimdiye kadar gözden kaçırdığımız ya da biliniyor sandığımız anlamlarını kavramamız imkân dâhiline girebilir. Bunun için, devletten önce olmasa da onun işlevlerini anlaşılır hale getirebilmek bakımından “birey” (fert) olgusu üzerinde yoğunlaşmak daha anlamlı olabilir.

Dikkat edilirse “birey”i bir olgu olarak ele almak gerektiğini belirtiyoruz. Bu olguyu kavramlaştırmak, düşünmenin yetenek ve gücünün, önyargısız bir şekilde çalışması için önemli kolaylıklar sağlayabilir. Eğer “birey”i salt bir kavram olarak irdelemek istenirse, kaçınılmaz olarak bir takım önyargılara, öğretilere, önceden belirlenmiş tanımlamalara, ideolojik kalıplara başvurmak gerekecektir. Bu yaklaşımlar kendiliğinden yararsızdır demek yanlış olur, ama bizi daha ilk adımda sınırlandırır, belki de kendi hâkimiyetlerine tutsak hale getirebilir.

Kısaca devlet kendi dört işlevini yerine getirmek yükümlülüğü çerçevesinde, bireyi, eğitim-öğretim, sağlık, güvenlik ve adaletinin hareket noktası yapmak durumundadır. Bunu nasıl gerçekleştireceğini düşünmeye koyulduğunda bireyi bir varlık olarak kavramaya yönelmelidir. Bu onun varlıkbilimsel yönden gerçekleşme imkânını da sağlayacaktır. O zaman ahlaktan hukuka, kültürden uygarlığa, iktisattan toplumsal refaha geniş bir caddenin açılması imkânı sağlanabilir.