Deprem gerçeğiyle yüzleşmek: Ne bekliyoruz?

Abone Ol

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da meydana gelen deprem, hepimizi derinden sarstı. Kimi evinde, kimi sokakta, kimi işyerinde hissetti o şiddetli sarsıntıyı. Korktuk. Sonra hep aynı sorular düştü akıllara: "Büyük İstanbul depreminin habercisi mi bu?" Cevaplar muğlaktı; tıpkı geleceğimiz gibi...

İstanbul'un kalabalıklığı, çarpık kentleşmesi, tartışmalı bina sağlamlıkları ve yorgun insan psikolojileri bir kez daha gözler önüne serildi. Bir kere daha anladık ki; biz bu depreme hazır değiliz.

Depremin ardından gözler yine deprem uzmanlarına çevrildi. Kimi büyük depremin kapıda olduğunu söylerken, kimi riskin azaldığını iddia etti. Bilim insanlarının bile fikir birliğine varamadığı bir ortamda halk ve yöneticilerin kararsızlığına şaşırmalı mı? İnsan ister istemez içinden "Bi' siz kalmıştınız birbirine muhalif olmayan!" diye geçiriyor.

Elbette bilimde farklı ekoller, farklı yorumlar olur. Önemli olan, bu farklılıkları insan yararına kullanabilmek. Burada görev yönetimlere düşüyor: Deprem kurulları oluşturulmalı, farklı görüşlerdeki bilim insanları aynı masaya oturtulmalı ve ortak akılla bir yol haritası çizilmelidir.

Her depremde Japonya örneğini veririz. Bizden çok daha büyük depremler yaşayan Japonya, şehirlerini depreme dirençli şekilde inşa ettiği için bizim yaşadığımız korkuları yaşamıyor. Peki biz neden hâlâ aynı yerde sayıyoruz?

Depreme hazırlanmak demek, sadece "Deprem anında ne yapılacak?" planı yapmak değildir. Sadece eski binaları yıkıp yerine yenilerini dikmek de çözüm değildir. İstanbul’da acil toplanma alanları bile güvenli değilken, çevresini saran dev binalarla adeta bir tuzağa dönüşmüşken, hangi güvenlikten söz edebiliriz?

Bugün kentsel dönüşüm adı altında sadece binaları yeniliyoruz. Oysa asıl ihtiyaç, şehri yeniden planlamak. Kalabalığı azaltmak. Anadolu’da yeni istihdam alanları oluşturarak, nüfusu dengeli bir şekilde dağıtmak. Dikey yerine yatay mimariyi esas almak. Depremi sadece "afet anı" değil, bir "yaşam kültürü" meselesi olarak görmek.

Tüm bu adımları atarken sadece mühendisleri değil, şehir plancılarından sosyologlara, psikologlardan ekonomistlere kadar birçok farklı uzmandan destek alarak, ülke çapında büyük bir proje başlatmak gerekiyor.

Böyle bir girişim sadece deprem riskine karşı bizi korumaz. Aynı zamanda ülke ekonomisini canlandırır, büyük şehirlerde yaşamanın yıprattığı insan ruhunu da iyileştirir. Daha huzurlu, daha sağlıklı bir topluma kapı aralar.

Deprem kuşağında yaşayan bir ülke olarak artık aynı soruyu sormaktan vazgeçelim: "Deprem ne zaman olacak?"

Asıl soru şu olmalı:

Biz depreme ve geleceğe ne kadar hazırız?