Denemeler Yurdunda Denenen Özne İnsan!

Abone Ol

Deneme, söyleyecek bir şeyleri olan kimselerin dile getiremediklerini yazarak söylemeye çalıştığı içsel, düşünsel ve yazınsal bir iletişim sanatıdır, öyle değil mi? İnsan, dış dünyada gördüğü imgeleri içsel bir deneme süzgecinden geçirmeden nasıl deneyimleyebilir ki yaşadığı bu hayatı? Deneyimlemediği veya denemediği bir hayatı anlamlandırabilir mi? Anlamlandıramadığı bir hayatta kendisini tanıyabilir mi? Zira insanın dışında tezâhür eden her oluş, her ölüş ve bu ikisi arasında cereyan eden her olguyu anlamlandırması, aslında kendini tanıma çabası, tanıyarak anlam/mâna bulma istencinden kaynaklanmıyor mu?

İnsanoğlunun kendisine yukarıdaki misâlde olduğu gibi sorular yöneltmesi, aslında kendini kendi içinde, kendi ile sınayarak bir bakıma denemesi değil midir? Sahi, neden dener insan kendini ya da mutlak suretle denemeli mi? Denenmeyen bir ömür, hayattan sayılabilir mi? Öze indiğimizde, en başta yaşamaya icbar edildiğimiz hayat dâhi, biz insanlar için bir deneme değil mi? Hayatın bir deneme olduğu yerde, insan neden kendini denemesin ki?

İçimizde veya dışımızda bir yerler de en ufak bir şeyi hissederek deneyimlediğimizde, helecan içinde heyecan yaşamıyor mu can’larımız? Denemenin verdiği bu yürek çarpıntısında ki heyecan, neden heyelan etkisi oluşturuyor damarlarımızdaki akıp giden kanda? Kanaatimce bunun nedeni, biz insanların; merak ateşiyle bilinmezlere doğru sürekli bir ilerleyiş, mütemâdiyen bir arayış ve dur durak bilmeden mâveraya yolculuk etme isteğimizden, sığ ve sınırlı mevhumlardan/anlamlardan arınıp, derin ve sonsuz mefhumlara/mânalara erişmek istememizdendir. Kuşkulardan kesinliğe, üzüntülerden meserrete, onmazlardan nekahete, eksikliklerden tamlığa/bütünlüğe, müncer bir şekilde değil, bile-isteye şiddetli bir arzuyla fanilikten sıyrılıp bâkiliğe erme tahayyülümüzdendir.

Bu ve bunlar gibi, bu dünyadan olmayıp, öteki âlemden insanın özüne yerleştirilmiş olan isteklerimizin nedeni, insanın kendi kendini deneme suretiyle gerçekleştirme amacı gütmüyor mu? İnsanın kendini sürekli, kararlı ve bilinçli bir şekilde denemesi; yanlıştan doğruya, kötüden iyiye, çirkinden güzele ve zulümden adalete doğru sürekli bir yolculuğun içinde mutlak bir hicret gerçekleştirmesi için değil mi? Böyle bir ayrılışla insan, bir vücutta temerküz olmuş âlemi ve Âdem'i tanımıyor mu?

İnsanın kendini kendi karşısına alabilmesi ve deneyerek bir neticeye ulaşabilmesi için irade/karar ve bilinç olması gerekir elbet... Zira iradesizliğin ve bilinçsizliğin olduğu bir yerde terakki gerçekleşemez, gerçekleşse dâhi doğru bir netice ile sonuçlanamaz, tecrübe elde edilemez. Tecrübenin elde edilmediği her deneyim ise denemek/muhasebe yoluyla ulaşılan bir hakikate adım atamaz. Bilakis, bütün bu kararlı ve bilinçli deneme sürecinde gerçekleşen içsel ve dışsal tekâmüller bizi bir menzile ulaştırabilir.

Burada söz(cük) libâsına giydirilmeye çalışılmış zihnî ve ruhî hesaplaşmalar, bir nazımdan önce içsel bir konuşma/deneme/muhasebe gibidir. Bu konuşma bile göstermiyor mu insanın aklî ve kalbî çarpışmalarında birbirlerine gerçekleştirdikleri deneme atışlarını? Hayat yolculuğunda bu deneme atışları ile bulmuyor mu insan doğru hedefi? Atış yapmadan önce ayarlanan nişangâhlar bile doğru istikamete namluyu çevirmek için bir deneme sürecinden geçmiyor mu? Velhâsıl, hayat bir deneme, hayatın hayat sürdüğü dünya bir deneme, dünyanın testeresi zaman bir deneme, zamanın içinde akıp giderek varlık sahnesine çıkan oluşlar ve bütün bunların ulaşacakları son durak ölüm bir deneme değil midir?

Bunca deneme girdaplarının içinde ‘insan nerede, insandan murad ne, insanın anlamı ne gibi’ sorular dikiliyor karşımıza, sorunsalı sarıyor bedenimizi dikenli bir tel misali… Sayısız denemelerin içinde -ki hayatın deneme olduğu bir yer de denemelerin dışına çıkabilmek için ölüm denemesinden geçmek gerekiyor- insanın ayrı bir deneme olmaması onun ‘denenen’ olmasındandır. En azından bu meselde denenen, deneme olamaz; denemenin dâhi hayat sâiki olan denenen insan, denemenin nesnesi olmaktan ziyâde eşsiz öznesi olabilir ancak!

Tüm bu serüven aslında insanoğlunun, denenen kisvesinden başarıyla sıyrılıp insanlık giysisini üzerine çekebilmesinden ibarettir. Bunu gerçekleştirebilen insanoğlu hak edebilir ancak insan unvanını, sıfatını, adını ve tâcını…

Burada önemli olan insanlık cevherini taşımak değil; gönüllere gömülmüş cevheri denemeler ocağında ilmek ilmek işleyerek, hamlığı üstünden atmak suretiyle tamamlanmış insan(lık) ülküsüne ulaştırabilmektir. Bir başka deyişle; tohumdan meyveye, katreden ummana, zerreden kürreye, suretten sîrete, kesretten vahdete, anlamdan mânâya ve ikilikten yegâne BİR’e yok olarak varabilmek, vâr olabilmektir.