İnsan, gerek bireysel, gerekse toplumsal hayatında, kendi varlığını belirginleştirmek, yani diğerlerinden farklılığını ortaya koymak istediğinde, seçim yapmak zorunluluğuyla karşılaşır. Bu seçimini ya kendi imkân ve gücüne dayalı olarak ya da başka birinin imkân ve gücünü kabul ederek gerçekleştirebilir. Her iki durumda da, görünüşte insan bizzat kendi iradesine dayanmaktadır, ama dayandığı iradesinin muhtevası esaslı bir şekilde farklılaşmıştır, hatta bütünüyle birbirine karşıt bir nitelik kazanmıştır denebilir. İradesinin muhtevasının farklılaşmasını, onun varlığını gerçekleştirmek için sahip olduğu tek yetisinin uğradığı dönüşüme ya da değişime bakarak belirlemek zorunluluğu vardır. O yeti özgürlüktür.
Basitleştirmek için, düşünce tarihinde bir örnek üzerinde irdelemede bulunmak yararlı olacaktır. Örnek Platon’dur. Ancak o demokrasiyi, toplumun siyasi, iktisadi, hukuki, kültürel vb. olguların birbirleriyle uyumlu şekilde bir bütünlük içinde örgütlenmesinde yeterli görmez. Ancak toplumun örgütlenme biçimlerinin dayandığı temel ilkeleri vukufiyetli bir şekilde öngördüğünü söylemek gerekir. Bu bağlamda demokrasinin, ona göre, diğer toplumsal örgütlenmelerden, yani siyasal rejim veya devlet bakımından dayandığı ilke özgürlüktür. Sözgelimi Aristokratik rejim “soyluluk”, Oligarşi “menfaat”, Diktatörlük “kuvvet” ilkesiyle diğerlerinden ayırt edilirler. Bir de “Timokrasi” olarak adlandırdığı başka bir siyasal rejim daha vardır, ama söz konusu ettiği bu siyasal rejim tam olarak anlaşılmadığı gibi, yoğun eleştirilerden de kurtulamamıştır.
Platon, demokrasinin kendine özgü ilkesi olan özgürlüğü, yaşadığı ve mensubu olduğu Yunan kültürünün bir verisi olarak “site-devlet” (polis) bağlamı içinde ele alıp yorumlar ve değerlendirir. Bu kültürde, yani “site-devlet” yapısında insan, kendi varlığını ancak ona mensubiyetiyle kavramak durumundadır, dolayısıyla insan bir birey olarak söz konusu edilmez, aslında edilemez de. Açık ifadesiyle insan kendi varlığını ve özgürlüğünü üyesi olduğu topluma bağlılığı ölçüsünde gerçekleştirebilir. Ancak insan olma ve özgür olma statüleri topluma (polise) mensup olmayla sınırlandırılmıştır. Demokrasi, özgürlüğü doğrudan bireye verdiği için toplumun düzenini, güvenliğini, huzur ve mutluluğunu, en önemlisi de erdemi zedeler, hatta yıkıp ortadan kaldırır. Zaten, Platon, demokratik siyasal rejimlerde, özgürlüğün kullanımı düzensizliğe, kargaşaya, ihtilale neden olacağından, kaçınılmaz olarak diktatörlük (tyrany) rejimine yol verir. Siyasal rejimlerin birinden diğerine evrilmeleri konusundaki gözlemi, mantıki çıkarım bakımından dikkate alınabilir olsa da, insan ve toplum ile ilgili olguları salt belirlenimcilik (determinisme) ilkesi temelinde açıklamak yanıltıcı sonuçlara götürebilir.
Toparlamak gerekirse, siyasal rejim ya da toplumsal örgütlenme tipolojisi olarak demokrasinin belirgin ve ayırt edici niteliği özgürlük ilkesi şeklinde değerlendirilebilir. İnsan ve toplumun varlığı, bu varlığın korunması, gelişmesi, kendini ifade edip gerçekleştirmesi bakımından, diğer siyasal rejimler ile kıyaslandığında, bir takım önemli özellikler ve kazanımlar sağlayabileceği de düşünülebilir.
Bu noktada dikkate alınması gereken bir hususu işaret etmek yerinde olur. Toplumsal örgütlenme ya da siyasal rejim biçimleriyle, insan ve toplumun içselleştirdiği inanç, ahlak, hukuk, kısaca kültürel değerlerin uyumu arasındaki ilişkinin ne olduğu, nasıl olacağı ve olması gereği, kuşkusuz ayrı bir sorun/sorunlardır. Fakat sorun veya sorunları, salt ilkeler ve değerler bakımından kavramak ile bunların çözümlerini herhangi bir siyasal rejime hamletmek, dikkatli bir düşünsel tahlile bağlıdır. Sözgelimi, salt herhangi bir siyasal rejimi mutlak kabul ederek, ortaya çıkan değer ve ilkeler değerlendirmesini buna göre kavramaya çalışma zorunluluğu, kaçınılmaz olarak bir çatışmaya yol açabilir. Böylece, düşünsel olarak bir kısır döngüye mahkûmiyet durumuyla karşı karşıya kalınabilinir. O takdirde ne yapılmalıdır?