Dünyada her şeyin “doğru” okunması, değerlendirilmesi ancak “vahiy”le/İslami bakışla, görüşle mümkündür. İslam; mutlak/şaşmaz, değişmez hakikat ölçüsüdür...
Genelde "din"/“teokrasi", özelde "İslam"; doğru (bütüncül) olarak bilinip anlaşılmadıkça, karşıtları "demokrasi" ve "laiklik" de doğru olarak anlaşılamaz, görüşündeyiz. Uzlaşmayı, iletişimi zorlaştıran da, medeniyetimize ait olmayan kelime ve kavramlar değil midir?
İSLAM; hayatımızın her yönüyle (inanç, düşünce, ahlak, hukuk…) ilgili özgün, evrensel, erdemli bir hayat tarzı, doğru yol ve ekmel-adil, hak nizam olarak “ilahi” bir TEKLİF’tir. Kendisini kabule kimseyi zorlamaz. Teklif’in, bölünemez bir bütün olarak kabulünde veya reddinde tam bir özgürlük vardır. Tevhid/şehadet de, teklifin kabulü ile “mümin/Müslüman” olmak/Rahman’ın iradesine/egemenliğine teslimiyet ifadesidir. (Fatiha/4, Bakara/256, Al-i İmran/19, Maide/3, Araf/172, Kehf/29, İnsan/3)
İslam; İslam karşıtı/dışı kelime, kavram ve ideolojilerle doğru/bütüncül olarak tanımlanamaz, anlatılıp anlaşılamaz. Çünkü o, ilahi ve özgündür.
İslam gerçeğine Batı gözlüğüyle bakmak; onun, yanlış veya eksik algılanmasına/doğru tanımlanmamasına, anlaşılmamasına sebep olur. İslam’ın sosyalizmle, kapitalizmle, nasyonalizmle, laiklikle, demokrasilerle, muhafazakârlıkla, sağcılık, solculuk vb. izm’lerle özdeştirilmesi, benzetilmesi, tanımlanması, uzlaştırılması; din ile dünya, bilim, ahlak, hukuk, siyaset vb. ayrımları; din adamı, dini görev, dini gündem, dini ibadetler, dini günler vb. ifadeler İslam’ı tanınamaz hale düşüren, Batılı/İslam’a; “çağımızın” Batı’nın, müsteşriklerin/oryantalistlerin vb. İslam karşıtı, yabancı bakışlarıyla/terimleriyle bakarak, onu, doğru anlamak mümkün değildir. O (İslam) ancak, kendi İslami/Müslümanca bakışı ile doğru tanımlanabilir, anlaşılabilir. Ötekileri İslam’a göre okumalıyız; onlarla İslam’ı okumaya çalıştığımızda, şaşkınlık mukadder olur. İslam, her coğrafyanın, bütün zamanların “doğru” okumasıdır...
İslam; fıtratullah/Allah’ın dini, insan fıtratına uygun halis, özgün, doğal, doğru, hak bir din olduğu için, demokrasi ve ideolojilerle tanımlama, özleştirme, eşleştirme, uzlaştırma, benzetme, sentezleme girişimleri, özünü tahrif/tevhid geniyle oynanması, özgünlüğünü/ilahiliğini yitirmesi demektir. İslam’ın eksiği, yanlışı yok ki, başka dinlerden yardım/destek alsın.
"Toplumsal sözleşme" de sayılan Anayasa'lar, bir yönden, ruhlar âleminde, âlemlerin Rabbi Allah Teala ile bütün insanlar olarak yaptığımız "kulluk sözleşmesi"ne benzemiyor mu? (Fatiha/4, Araf/172, Maide/1, 7, Ahzab/72, Zariyat/56) Anılan sözleşmemizle ahidleşmişiz. Biz insanlar, dünyada Rabbimiz'in iradesine/rızasına/buyruklarına göre yaşayacağımıza/O'nun egemenliğinde, şirk koşmaksızın O'na kulluk edeceğimize, tağutlara itaat etmeyeceğimize, tevhide çağıran peygamberlerine uyacağımıza söz vermişiz. Bu takdirde de Rabbimiz'in cennet müjdesi/karşılığı vaadi/sözü var. Yine bu ahidleşmede Rabbimiz, kendi egemenliğini tanımayı/kulluk sorumluluğumuzu bize teklif ediyor, biz de kendi irademizle kabul ediyoruz. Bize verdiği değer/önem dikkatimizi çekiyor. Dünyada hiçbir hükümdarın vermediği, kendisini inkâr, itaatsizlik özgürlüğünü de kullarına veriyor...
Anılan sözleşme, özetle; şirksiz/iyi bir kulluğun karşılığında hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayat vaadi...
Devlete siyasi/hukuki bağımızın adı "vatandaşlık", Rabbimiz Allah Teala'ya manevi/siyasi, hukuki bağımız da "kulluk" ile ifade ediliyor. Nasıl ki, vatandaşı olduğumuz devletin bütün hukuku bizi bağlıyor ise bunun gibi, "kelime-i şehadet" ile de, ilahi hukuku/düzeni, bütünüyle kabul etmiş, İslam'a girmiş oluyoruz…
Manevi, hukuki ve siyasi bir kavram olarak "kulluk"/ubudiyet; bizi, Evren'in/"âlemlerin Rabbi"/Meliki/hükümdarların hükümdarı Allahu Teala'ya bağlayan, en üstün/değerli aidiyetimiz/mensubiyetimiz/kimliğimiz/özgürlüğümüz ve şerefimizdir. Din/İslam/tevhid de; Allah Teala ile kulları/insanlar arasında yapılan rububiyet-ubudiyet/kulluk sözleşmesidir. (Fatiha/4. Araf/172, Maide/1, 7)
Kur’an-ı Kerim; tahriften korunmuş ilahi/hak tek Kitap olarak, her yönüyle (lafız, üslup, muhteva vb.) üstün, muciz, eşsiz, benzersiz, özgün vb. özellikleriyle bütün beşeri kitaplardan tamamen farklı olduğu gibi, sunduğu toplum düzeni, hayat görüşü, hükümleri, yasaları, ilkeleri, ölçüleri ile de beşeri hukuktan, ideolojilerden, düzenlerden, fikirlerden, ilkelerden ayrı ve farklıdır. Beşeri olanlar, İslam’a aykırı/karşıt olarak üretilmiştir. Bu nedenle, ilahi olan İslam ile, beşeri olanları karıştırmamak, benzetmemek, özdeşleştirmemek, birleştirmemek, sentezlememek, birlikte anmamak gerekir. Yoksa hak ile batılı karıştırmış, şaşırmış oluruz. Müslümanlıkla sağcılık, solculuk, liberallik, laiklik, demokratlık vb. ideolojik kimlikler, tanımlamalar bağdaşmaz...
Hayat rehberi/Kitabı Kur’an-ı Kerim'de; güzel bir hayat ve Allah'tan başkasına kulluk etmememiz için, ihtiyacımız olan her şeyin beyanı, örneği var; din/düzen ekmel/mükemmel (Maide/3, İsra/89, Nahl/89, Kehf/54, Hud/1-2) Kur’an'da bize tavsiye ve teklif edilen dinin/düzenin mükemmel (eksiği, yanlışı olmayan) olduğu, her alandaki bütün ihtiyaçlarımızı her zaman karşılayacak kapsamda olduğu gerçeği karşısında, Müslüman kimliğimizle birlikte başka ideolojik, demokratik aidiyetler, tanımlamalar "itikadi" yönden de "sorunlu" değil midir? Hem Müslüman hem de demokrat, laik, sağcı, solcu, liberal, sosyalist, muhafazakâr, faşist olunamaz. Bu kimliklerin hepsi İslam’a karşıttır. İnançla/dinle ilgili olmayan başka kimlikler de, İslam kimliğinin altında tutulmalıdır. Üst kimlik, İslam kimliğidir; birlik/beraberlik de ancak, tevhidle sağlanabilir. Ümmet ve devlet de öyle...
Demokrasi; “halkın iradesi” tanımına rağmen, hem de halk iradesi adına (?!) birçok halkı Müslüman ülkede, hem de dışa bağımlı/dış destekli askeri müdahaleler çelişkisinden kurtulamamaktadır. (Türkiye, Mısır, Cezayir, Tunus, Filistin vb.)
Biz tevhidimiz ile, İslam’ın dışındaki bütün dinleri/düzenleri/ideolojileri/bütün tağutları reddederek, İslam nizamına/Allah’ın egemenliğine girmiş oluyoruz. La ilahe, mabude, rabbe… İllallah... Muhammed, Resulullah...
Dinlerin içinde tevhid dini İslam’ı, rabb olarak da sadece Allah Teala’yı seçmiş, doğru yola girmiş oluyoruz...
Geleceğimiz, adalet ve barış için "İslamileşmeye" ihtiyacımız yok mu? İslam; bütün ihtiyaçlarımızı karşılayan adil çözümler sunarken (Maide/3) başka adreslerde çözüm arayışları yanlış ve çıkmazdır. Doğru, adil, hak, yanılmaz, şaşırmaz olan, "ilahi" olandır.
İslam'dan başka; farklı kimlikleri ilahi egemenlikte bir arada, adalet ve barış içinde, eşit temel hak ve özgürlüklerle yaşatan bir hukuk/düzen ve medeniyet var mıdır? "Ekmel"/mükemmel olduğu bildirilen bir dinde/düzende (Maide/3) eksiklik, yanlışlık mı var ki?
Sadece bizim değil, bütün insanlığın, “hayat iksiri”/şifası olan, adalet ve barışın tek doğru adresi ilahi düzen İslam’a ihtiyacı vardır, vesselam.