Birlikte yaşamanın gereği olarak, bir hukukun/düzenin varlığı tartışılmıyor. Sorun, hukuku kimin koyması gerektiğinde ortaya çıkıyor. İlahi iradeye teslim olmakla, beşeri (seküler, laik) iradeyi/hayat tarzını tercih arasında ihtilaftayız. Bu, bir düzen/egemenlik mücadelesidir. Hangi hukuk/düzen sorusu, kim yönetmeli sorusundan daha önemli ve öncelikli...
Genelde “din”/“teokrasi”, özelde “İslam”; doğru (bütüncül) olarak bilinip anlaşılmadıkça, karşıtları “demokrasi” ve “laiklik” de doğru olarak anlaşılamaz. Uzlaşmayı, iletişimi zorlaştıran da medeniyetimize ait olmayan kelime ve kavramlar değil midir?
“DİN kelimesi, Arapça deyn kökünden mastar veya isim. Ceza/karşılık, âdet ve örf, millet, şeriat, itaat, hesap, inkıyad, hâkimiyet, mülkiyet, hüküm, saltanat, İslam, ibadet... anlamlarında (terim olarak). İslam; teslimiyet, kurtuluş ve müsaleme (karşılıklı güven ve barış) anlamları da var. DİN; insanlar arasındaki ihtilafları, çekişmeleri önleyen sulhu sağlayan kanundur. Dinde aynı zamanda Allah (cc) ile insanlar arasındaki ahid ve barışıklık/selem, irade uygunluğu anlamı da var.” (Yazır)
Kur’an-ı Kerim’de DİN kelimesi, hem uluhiyyeti hem de ubudiyyeti ifade eder. Halik ve Mabud Allah Teala ile mahluk ve abid insanlar arasındaki münasebetleri düzenleyen kanun, nizam ve yoldur. Allah Teala; hâkim/egemen olan, itaat altına alan/emreden, hesaba çeken, ceza-mükafat veren olarak; insanlar da boyun eğen, aczini bilen, teslim olan, ibadet eden… konumundadır. (Bakara/30, Araf/172, Maide/1, 7, Ahzab/72, Zariyat/56)
DİN; akıl sahibi insanları, kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilahi bir KANUN’dur. Akıl sahibi insanları, dünyada salaha, ahirette de felaha sevk eden ilahi KANUN, şeriat ve yoldur...
Kur’an’da 92 yerde “din” kelimesi geçmektedir. Din=Düzen=Yol=Şeriat=Millet=İslam…”
Batılı birçok filozof ve sosyolog “demokrasi”yi cesaretle eleştirir:
“Toplumlar; kendi koydukları değerleri kutsal kabul ederek, yine kendine tapınırlar...” (Emile Durkheim)
Sosyoloğa göre, dinin temel fikri “kutsallık”tır. Bu da “sosyal yaptırım”a dayanır. Kutsal, toplumun kutsal kabul ettiğidir. Böylece toplum kendi koyduğu değerleri/ilkeleri, kuralları kutsal kabul ederek, yine kendine TAPINIR.
Nietzsche: “Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatroyla halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!
Platon, yaklaşık 2400 yıl önce demokrasiyi şöyle tanımlamış: "Demokrasinin esas kuralı, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye dönüşebilir.”
Asr-ı Saadet’ten önce de Mekke’deki müşrikler de “helva”dan “put” yapar, sonra da acıkınca yerlermiş! Anlaşılan o ki, insan tapınma ihtiyacındadır. “Vahy”e; gözler kapanır, Halik Allah Teala inkâr edilirse/İlahi kurallar, ilkeler, ölçüler inkâr edilirse; mahluk insanlar/toplum, hukuk/düzen ihtiyacını kendisi birçok yöntemle, üretmeye/koymaya mecbur/zorunlu olur. Böylece “ilahi” kaynaklı olmayan/beşeri inanç, fikir, kural, ilke ve ölçüler/değerler… insanlar tarafından üretilir... (Demokrasiler, laiklik, ideolojiler, düzenler vb.) Kur’an’dan biliyoruz ki; insanları, ilahi olanların (İslam/tevhid) dışındaki arayışlara/çözümlere çağıran, yönlendiren, insan düşmanı şeytandır. (Nisa/117-119, Enam/153, Araf/16-17)
Din ya ilahi/vahiy kaynaklıdır (tevhid) veya beşeri/insan kaynaklı olur. Her dinin ilahı/koyucusu var. İlahi olmayan/beşeri olanlar “demokratik, laik, seküler, ideolojik vb… özelliktedir. İlahi veya muharref dinlerin farklı mezhepleri olduğu gibi, “demokrasi dini”nin de farklı mezhepleri (siyasi, ideolojik...) vardır. Siyasi partiler, demokrasi dininin mezhepleri gibidir.
Demokratik düzenlerin; halkların iradesinin/tercihinin “İslami” olmasına müsamaha göstermediği, bunun bir çelişki olduğu da bir gerçek. Demokrasi piyesi, yine de oynanmaya devam edebiliyor; gerçekte “demokratur” özelliğine rağmen... Halklar, bilgi ve bilinçli oluncaya kadar da bu piyes sahnelenir...
Beşeri (seküler, laik) hukuk, ideoloji ve düzenler; ilahi hukuka/tevhide/İslam’a/nizama alternatif olarak üretilmiş DİN’lerdir. Batı’da bu anlayış, “teokrasi-demokrasi” kavramlarıyla ifade edilir...
Zamanımızdaki “hak-batıl” savaşı/mücadelesi, daha çok düzenler/ideolojiler üzerinden/din ve düzenler adına sürdürülmektedir. Bu, temelde “tevhid/adalet- şirk/zulüm” mücadelesidir.
Rahman'ın (cc) ve insanların "emanet" ve" ahidleri"ne riayet edilmediği/korunmadığı için dünyada adalet yerine zulümler yayılıyor. (Nisa/58, Maide/1, 7, 8, Ahzab/72)
Halkın, devletin yönetimi; gerçekte hem “emanet" hem de “vekalet"tir; adil olana/ehline verilmelidir. (Nisa/58) "Hilafet"te/İslam'da da "demokrasi"lerde de; insanlar, işler hem emanettir hem de vekalettir. Halk; ya Allah adına/O'nun buyruklarına/iradesine uygun olarak, yeryüzündeki halifesi/vekili tarafından adaletle yönetilecek (İslam) veya halkların seçtiği/vekalet verdikleri tarafından, halkın iradesine uygun yönetilecek (demokrasi). (Bakara/30, Nahl/90, Hadid/25, Şûra/13) Ne yazık ki zamanımızda her iki emanet vekalete (hem Rahman'ın hem de halkların) de riayet edilmemekte, vekalet yetkileri aşılmakta, kötüye kullanılmakta/emanetlere hiyanet edilmektedir. Hakk'ın iradesi de, halkların iradesi de ciddiye alınmıyor; üstelik, Hak ve halklar adına büyük zulümler işlenebilmektedir. Bu, ifsada odaklı Siyonist ideolojinin, dünya çapındaki planları, projeleriyle yürütülebilmektedir. Elbette ki, sonunda bu ifsad projeler çökerek, tarihin çöplüğüne gömülecek, inşaAllah… (Al-i İmran/54, Araf/167, Şuara/227)