Size bir fıkra anlatacağım. Şimendiferin oğlu ilkokula başlar. İlk gün işten dönünce babası, sorar çocuğuna:
Okulunu nasıl buldun Beğendin mi
Neşesi pek yoktur çocuğun. Cevabı çocukca değil, zamane çocuğu veznindedir.
Bizi kandırıyorlar baba. Kapıda birinci sınıf yazıyordu. Ama sıraları tahtadandı.
Trenlerde ve vapurlarda birinci sınıf, ikinci sınıf ve hatta üçüncü sınıf (mevki) olduğu günleri yaşamayanlar için hiçbir manası ve çözümü yoktur bu fıkranın. O günleri yaşayanlar ise, orta kuşak deniyor onlara şimdi, tahta oturaklı üçüncü mevkilerde yolculuk günlerini hatırlarlar ve zaman çabuk geçiyor, diye yanarlar.
Erenköy tren istasyonunda Kadıköye gidecek banliyö trenini bekliyoruz; bir grup genç talebe. Uğurlayıcımız ise rahmetli Necip Fazıl üstat. Evindeki o güzel sohbet noktalandıktan sonra istasyona kadar bizimle gelmesi ne kadar sevindirmişti bizi...
Bilet alacak arkadaşımıza müdahale etti.
Çocuklar siz talebesiniz. Gideceğiniz yer de yakın. Üçüncü mevkiden alın.
Üçüncü mevki, 75 kuruş. Öyle yaptık.
Zaman fıkralarımızı da değiştiriyor, mekanlarımızı da..
Geçtiğimiz asrın başlarında yaşayan Kethüdazade Mehmet Efendi ders verdiği, çalıştırdığı talebelerine:
- Siz hemen çalışın. Bana da dilediğinizi sorun, attar dükkanına benzerim!.. demişti.
Bu söz devrin seçkin alimlerinden İsmail Ferruh Efendinin kulağına gider. O zarif adam,
- Hoca tevazu göstermiş, der; o attar dükkanı değil, Mısırçarşısıdır!
İçinde binbir çeşit baharatların, şifalı bitkilerin satıldığı dükkanlardır attar dükkanları. Mısırçarşısı ise onlar demekti.
Günümüzde naylon ambalajlı, naylon ürünlerin ne alırsan beş lira hesabıyla satıldığı Mısırçarşısını, Mısırçarşısı olarak bilenler anlamakta zorluk çekerler değil mi, zamanın kethûda Mehmed Efendisini
Değişimcilere bir karşı tez değildir bu anlattıklarımız. Lakin nereden, nereye geldiğimizi de bilmek mecburiyetindeyiz.
Yabancı ambalajlı, yabancı ve hiçbir derdimize şifa olmayacak ürünlerin pazarlandığı yeni partilerin cazibesinden insanlarımızı kurtarmak vazifesi de olanlar, bugün toplanıyorlar partilerinin kongrelerinde.
Tahta sıraların yolcuları bugün toplanan ve değişmeyen insanların emekleri ile, çalışmaları ile, sevgileri ile oturuyorlar yeni Mısırçarşılarında.
Umarım hâlâ hatırlıyorlardır ve unutmamışlardır, o gün Necip Fazılın anlattıklarını, bugün yüksek koltuklarda oturan arkadaşlarımız... Ya da çok geç olmadan hatırlamaları dileğiyle.
Saadet Partisi kongremiz hayırlı olsun.
Çok "naz"lı bu
CHPnin parti Meclisi toplantısında yeni milletvekillerinden Binnaz Toprak, "CHPnin iki okunu, laiklik ve devletçilik ilkelerini artık sorgulamak lazım" deyince, Meclis miting meydanına dönmüş.
Tepkiler, tepkiler... İn aşağı ordan! Kadın olmasaydın, gösterirdik sana! Tehditler, tehditler...
MYK üyelerini yatıştırmak genel başkana düşmüş. Özür, kabahat ilişkisi...
"Partimiz ilkeleri üzerinden konuşmayınız."
Yani, öteki partilerin ilkelerini filan konuşun. Hemen yemin etmeyerek AKP ve MHPden farkımızı, sonradan yemin ederek BDPden ayrıldığımızı filan konuşsak olmaz mı
Fakat, hayır!
Tepkiler sürüyor Binnaz Topraka. İlkelerin önemine binaen. Gerçi hiçbir şey demeyenler de var. Demirelin, Kemalim dediği Alemdaroğlunun ünlendirdiği ve CHPye kazandırdığı Nur Serter mesela. Ne kadar sabırlı bir kadın. Hiçbir şey dememiş. Kendisi öyle diyor. Hatta tepki gösterenleri engellemeye çalışmış. Bizzat kendisi tanık.
"Bu da Binnaz Hocanın fikri. Bırakın konuşsun." Demiş. Yani biz hiçbir zaman katılmayız, tasvip etmeyiz ama, bari onun bu kadarcık konuşmasına tahammül edelim. Çeker, gider korkusu mu ağır basıyor. Binnaz Toprak bile dayanamadı bunlara, dedirtmeyelim yahu!
Yeni CHPyi ancak tanımaya başlayan Binnaz Toprak hoca resmi makamlardan koruma ister mi bilmeyiz.Bıçaklanan/kurşunlanan kadınlar haberleri artarken...
Eğer isterse, dedik ve ressamımıza çizdiriverdik. Resimde Binnaz Toprakı üyesi olduğu yeni CHPye girerken görüyor sunuz.
Sonra böceklerimizde gitti
Tarihi eserlerimizin alınıp/çalınıp götürülmesine alışmıştık. Hatta numaralayarak alıp götürdükleri taşlarımızdan orada şehir kurmuşlar, gibi gizli övünçlü haberler okurduk gazetelerimizde.
Müzelerimizdeki kayıtlı eserler soyuldu, yerlerine kötü kopyalar konuldu, hiç haberimiz olmadı.
Bizi kurtarmaya gelmiş hükümetlerden birinin en baş yardımcısının bir faaliyeti olsun hesabıyla kalan eserlerimizi dünya seyahatlarına çıkardık; ülkemizi tanıtıyoruz, diye yazdı gazeteler. Derler ki: Ancak yarısı döndü o eserlerin. Merak etmedik. İçinde yeniçerisi olmayan o zırhların iltica mı ettiğini, yoksa havaalanı kalabalığında mı kaybolduğunu. (Bakınız T. Özal hükümetlerindeki Semranımın işleri cildlerine ya da sorun T. Özal bir daha gelse, diye ağız şapırdatanlara)
Geldik, geldik bugünlere geldik.
Gazeteler haber yokluğu mu çekecek. Burası Türkiye. Cinayet haberlerinden arta kalan sütunları dolduruvermişler: Bitkilerimiz, tohumlarımız, fidanlarımız yurtdışına kaçırılıyor.
Vay, vay, vay! Demekki bitkilerimizin, tohumlarımızın, fidanlarımızın bir kıymeti varmış.
Durun, daha bitmedi. Böceklerimiz de kıymetli imiş bizim. Nasıl mı öğrendik Yine gazete haberlerinden...
"48 türe ait toplam 6 bin 14 adet böceğimizi yurtdışına kaçırmak isteyen 6 kişi yakalandı."
Titizliğimize dikkat edin. Yuvarlak olarak 6 bin civarında değil, 6 bin 14. Tek tek saydık ve kayda aldık.
Buraya kadar olan bilgilerden biz de sizin gibi gazetelerimiz vasıtasıyla haberdar olduk. Failler yakalandıkları için rahat uyurken bir kısmımız, uyuyamayanlar da vardı aramızda. Üstelik onlar boğuşup duruyordular, akıllarına düşen sorularla...
İlk mi oluyor bu işler Yoksa yol mu olmuştu
Tesadüfen bizim ülkemize geldiler, tesadüfen topladılar ve götürüyorlarken tesadüfen yakalandılar. Acaba böyle mi
Bu böcekler bizimle kendileri gelmek istediler, diye savunma yapmış böcek kaçırıcıları. İnsanlarımız giyindikleri oranda insan muamelesinden uzaklaştırılırken, böceklerimiz de korkmuş olmalılar, ya bizi de bir sınamaya tabi tutarlarsa..
Ülkenizden hatıra götürelim dedik, böceklerden başka kayda değer birşey bulamadık da demişler, müzelerimizin kayıtlarına taş atarak.
Böceklerimizi bu kadar önemsediğinizi bilseydik, insanlarınızdan götürdük; burada nasıl yaşadıklarına dair bilimsel araştırma malzemesi olmaları yeterdi. Okullarımızın önündeki ağlayan kızlarımızı mı gördüler yoksa
Yetkililerimiz, böceklerimizin sayımı yapıldı, yakaladıklarımız yerlerine konunca netice tam çıktı, diyedursunlar ve alacakları tedbirleri sıralayıversinler: Bundan sonra böceklerimizin kaçırılmaması için ülkemizdeki böcek yaşayan yerleri kameralarla gözetleyeceğiz. Böceklerimizi korumak yolunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan hükümet onyüzmilyon kamera ihalesi açarken, 8-10 milyon dsözleşmeli personel alarak yerinde takip yaptıracaktır.
İnsanımızla ilgili haberlerin okutulmadılar ya da öldürüldüler gibi tek kelimelik cümlelere düştüğü ülkemizde, bu kadar mıdır, böcekler hakkında yazacaklarımız
Hayır!
O haberin devamını okuyun: Kaçırılmak istenen 6 bin 14 adet böceğin maddi olarak değerinin 500 bin lira olduğu tesbit edilmiştir.
Duydunuz mu
İlk değilmiş bu. Borsası oluşmuş. Fiyat çizelgesini dahi görmüş maliyecilerimiz.
Ne demektir bu Bir provokasyondur, bir kışkırtmadır, bir talana yönlendirmedir.
Haberi oluşturan ve yazılmasını sağlayan yakalayıcılara ve resmi "şan" peşindekilere soran mı vardı Böceklerin uluslararası piyasada ne kadar ettiğini 500 binlira telafuz edilmeseydi bu haberde, haberin ve haberi oluşturan emeğin kıymeti bilinmeyecek mi idi
Bir böcek yözünden, diye başlayan kurşunlu haberler duymaya hazır mı olalım
Ey yetkili bir cevap lütfen
Akıl bizde, icat yok
TVlerin haber bültenlerinde ve internet sitelerinin video alanlarında hergün onlarcasını gördüğünüz trafik kazalarını görüntüleme/kayda alma işinin Türk polisinin bir buluşu olduğunun belgesini ele geçirdik.
Daha dünyada görüntüleme kameraları yokken, Türkiyede hiç yokken...
1959 yılında...
Bir karar alıyor Trafik polisi teşkilatımız. Trafik polislerinin fotoğraf makinası taşımaları ve kazaları anında görüntülemeleri isteniyor.
Yıl 1959.
Bakmayın siz resimdeki iki köylü vatandaşımızın fotoğraf makinasını görünce, resim çektirmek arzularının depreşmesine yahut ucuz fotoğrafcı ararken yol üstündeki trafik polisinden fiyat istemelerine... Ne bilsin onlar, ne ile görevlendirildiğini.
Şimdi düşünün biraz. Bu ülke çocuklarının böyle güzel fikirleri almasına rağmen, neden başkalarının kameralarına milyonlarımızı veriyoruz
Fikir bizimdi, icraat aletlerini de biz bulamaz mı idik
Hayır, bulamazdık! Neden mi
Fikrimizin doğduğu belgenin tarihine bir daha bakalım. 1959. İlk ihtilalden bir yıl önce, değil mi
Yaşanacak birçok ihtilalimiz, akıtılacak çok kanımız var bizim. Kurtarılmaya müptela olmuşken, ne umurumuzda icatlar, keşifler.
Belge, belgedir yine de.
Adam-Cüdam
Tayyip Erdoğan, Kılıçdaroğluna CHPnin içerde kalmışlarını kastederek demiş ki:
Başka adam mı bulamadınız
Cevabı Kılıçdaroğlunun yerine biz verelim. Yok, yok! Kendisi muhtacı himmet bir dede, demeyeceğiz. Şöyle diyelim; biraz hafif olsun.
Onlar da bulmuşlardı, senin şoförünü, mahallenin spor kulübündeki arkadaşını, Türkeşin çocuğunu, ama sen erken davrandın. Onlara da o içerdekiler kaldı.
Fatura
"Biz arkadaşlarımızı satmayız" diyen Kılıçdaroğluna cevap veriyorlar: Deniz Baykal ve Önder Sav adları zikredilerek.
Aslında şu sorunun cevabını alırsak yeter Kılıçdaroğlundan.
İçerdekileri mebus yapmak için üstünü çizdiklerin arkadaşların değil mi idi
Ve neyin karşılığında aday yapmıştın onları.
Yol-Sol
Kabine açıklanınca gazetelerde şu yorum var: Erdoğan yol arkadaşlarını bakan yaptı.
Doğrudur ama eksiktir bu tesbit.
Sol arkadaşını da yine bakan yaptı.
Ertuğrul Günayı.
TAZİYE
Şehitlerimize Allahtan rahmet, gazilerimize acil şifalar diler, ailelerine ve milletimize sabr-ı cemil niyaz ederiz.
e-mail: info@necatituncer.com