Darbeler nerde,TÜSİAD orda, Alaton burda

Abone Ol

Darbeler nerde,TÜSİAD orda, Alaton burda

 

Geçmişle uğraşmak yorucudur. Ayrıntıları gündeme taşıyacak hafıza olmazsa, yaşanan her gün cilalı sözler devrinin yapı taşları oluverir. Arkanıza baktığınızda ise gördüğünüz gri bir duvardır.

İnsanların ve kurumların geçmişlerinin ortaya serildiği her toplantı, üstad Necip Fazıl’ın MTTB’de verdiği son konferansı hatırlatır bana: Hesaplaşma!

Bu ülke hesaplaşmasını hep erteleyen insanların ülkesi olmaktan kurtulmayı hak etmiyor mu Onca kez kurtarıldık, ama hiç hesaplaşmadık.

İshak Alaton soruyor, TÜSİAD Genel Kurulu’nda.

“TÜSİAD, 12 Eylül darbesine destek verdi mi, vermedi mi ”

12 Eylül olalı otuzdört yıl olmuş. İnsanlara yaş otuzbeş, yolun yarısı eder, şiirini hatırlatacak kadar bir zaman geçmiş, ama hemen ertesi yıllardaki kongrelerinde sorulması gereken soru ancak bugün sorulabiliyor. O da farklı bir cesaret sahibi işadamı olmasından kaynaklanıyor İshak Alaton’un.

O soru sorulmuş da ne olmuş Hesaplaşması yapılarak bir cevaba mı ulaşılmış Hayır! Yönetim Kurulu Başkanı itiraz etmiş.

“TÜSİAD’ı küçültecek sözler söyleyemezsin!”

Cevabın, 12 Eylül’e destek verildi, yahut verilmedi şıklarından hangisi olması, küçültücü olurdu, dersiniz.

İşadamı Alaton, sesinin tonunu bir ton daha artırıyor:

“28 Şubat 1997’de askerin darbesi geldi. Şimdi sizlere soruyorum; Genelkurmay bu darbe adımını kaleme alırken TÜSİAD’ın bir ay önce yaktığı yeşil ışığın bu darbeye katkısı ne kadardır ..”

Al sana bir hesaplaşma sorusu daha. Soru sahibi bir cevap alabilmek için onbeş yıl beklemiş. Lakin bir cevap alamamış bu sorusuna da...

Adı geçen kurumun eski başkanlarından Sayın Kayhan’ın, psikiyatri ve geriatri uzmanlarının sahasından yaptığı ve haberi yazan gazetelerin “İshak Alaton’un bu konuşmasını yaşına bağlamak lazım.” cümlesiyle yansıttığı konuşması ise bir cevaptan ziyade bir başka soruyu, “Ne alaka ” sorusunu canlandırmıştır zihinlerde.

Gerçi eski başkan Sayın Kayhan’ın cevabının şöyle bir yorumu da yapılabilir: Bu kurumda, böyle konuşmalar, üye belli bir yaşa geldiğinde ancak yapılabilir. Yani korkuların azaldığı bir yaşa gelindiğinde...

Bu durumda, tez sahibi sayın eski başkandan ve diğer üyelerden de her yıl değişik hesaplaşma soruları duymayı beklemek hakkımız olacaktır. Ama onlar, Sayın Alaton’un şimdi sahip olduğu konuşma kabiliyetinden eser taşıyacaklar mı o yaşlara erdiklerinde

Bu ülkenin  ünlü işadamlarının bir araya geldiği ünlü bir kurumunda, ünlü bir işadamı, konuşma hakkını bir oylama sonunda kazanıyorsa, kurumunun kırk yılı üstüne kafasında cevapsız soruları varsa ve fakat o soruları “yaşından dolayı” denilerek cevapsız bırakılıyorsa...

Ümidimi ne zaman kaybetmezdim

Ya, demek öyle diyen ve kürsüye yürüyen genç üyelerden birinin, Sayın Alaton’un sorularını aynen tekrar edip, benim bu konuşmamı da yaşıma mı veriyorsunuz, efendiler! Demesini okusaydım gazetelerde.

Evet aynen böyle bir sahne yaşansa idi adı geçen o kurumda...

Hayal değil mi

Her gece, gündüzünün hesaplaşmasını yapmakla yükümlü bir ümmetin ferdiyiz biz.

Uzatıyorum. Bitmesini istemediğimden...

Çünkü yeni yeni sorular geliyor aklıma ve “o yaşama anısı”nı tekrar hatırlıyorum.

İshak Alaton belli yaşa gelmiş bir işadamı. Sayınız ki, bu toplantıya gelemedi. Ecel vaki olduğundan değil. Allah herkese sağlıklı uzun ömürler versin, işadamlarımızı ayırmadan. (Bizim duamız da böyle.)

Evet sayınız ki, bu toplantıya gelemedi, her ne sebepten olursa...

Peki onun bu söylediklerini kim seslendirecekti ünlü TÜSİAD Kongresi’nde

Yönetimin söz kesmesine rağmen, Alaton’u alkışlayan o ellerin hangi sahiplerinde vardı, rahatsızlık duyma hali.

İshak Alaton konuşmasaydı ve onun seslendirdiklerini haykıracak biri daha yoksa o ünlü TÜSİAD salonunda, kaybettiğimiz bir şey olmayacak mı idi Yahut neyimizi kaybetmiş olacaktık

İshak Alaton bir şey farkettirmiş olmalı bize.

Bana ekstradan daha önce bir vesile ile yazdığım (Yassıada meselesi), “O yaşama anısı”nı hatırlattı.

Ne mi idi o anı

Yassıda mahkemesi oturumlarının birinde tanık olarak çağrılan işadamımızın adı, Vehbi Koç’tur.

Mahkeme başkanı şöyle bir soru yöneltir ona: İhtilalle düşürülen DP’ne sizin maddi yardım yaptığınız söylentisine bir diyeceğiniz var mı

Vehbi Koç, DP’ne para verdi mi

Tanık der ki: Cevabımı yazılı yapmak istiyorum.

Salondaki yüzlerce kulağın duymasını istememekten öte, tutanaklara da geçsin istemez söylediklerinin. Adı Vehbi Koç olanın, demek ki böyle bir hakkı varmış mahkemelerde.

Kendisine uzatılan bir küçük not kağıdına birkaç kelime yazar ve mahkeme başkanına verir.

Başkanın kararı: Vehbi Koç gidebilir.

Bu sahneyi iyi gözlemleyen bir gazeteci hemen peşine düşer ünlü işadamının.

– Efendim, o nota ne yazdınız

Söyleyecek olsa orada söylerdi. Bu ne biçim bir sorudur.

– Şimdi açıklayamam, söyleyemem.

– Ya ne zaman

Gazeteciyi başından savmak için mi, yoksa Türkiye’nin ancak o kadar sene sonra bu ihtilalin etkisinden kurtulacağını hesap ettiğinden midir, bilinmez; der ki o ünlü işadamı.

– Otuz yıl sonra... O zaman gel!

Otuz yıl, dile kolay. Kim öle, kim kala...

Otuz yılı bekler o gazeteci. Aman ölmesin diye dua ederek mi bekler, bunu da bilmiyoruz.

Vehbi Koç da yaşar otuz yıl. (Hatta birkaç beş yıl fazlası ile.) Gazeteci gelir kendini tanıtır: Otuz yıl sonra gelin, demiştiniz.

(Dün akşam Neyzen Tevfik’i anlattı bir dost. Neyzen hastahanede. Son günleri... Bandırmalı Ali gelir, ziyaret için izin ister. Zor razı eder doktorları. Sadece birkaç dakika ha, derler. Neyzen onu görünce der ki: Nerde kaldın Seni bekliyordum. Eller elleri tutmuşken, teslim olur Neyzen.

Elbette Vehbi Koç’un beklemesi böyle bir bekleme değildir.)

Vehbi Koç artık rahat ve emin. Kimsenin ona soru soracak gücü yoktur. Kimse ona diyemez, bu cevabını o mahkeme günü neden zabıtlara geçirtmedin

Otuzyıl bekleyen o ünlü cevap şu. Hani uzatılan not kağıdına yazılan.

“Ben aynı miktar yardımı CHP’sine de yapmıştım.”

DP’sine yardım etmek suçu, nasıl ortadan kalkarmış bu ülkede

Ya otuz yıl bekleyen o gazeteci olmasa idi Ya İshak Alaton, TÜSİAD toplantısında konuşmasa idi.

Siz ne düşünürsünüz, bilemem ama;

Ben bu yazıyı yazmazdım en azından...

Ananasını Satayım

 

O sabah da diğer sabahlarda olduğu gibi giyindim ve işe gitmek için yöneldim kapıya.

– Ben çıkıyorum. İstediğiniz bir şey var mı

Sanki her sabah söylediğim cümle aynen böyle değilmiş gibi manidar baktı yüzüme köroğlu.

Üstünde durmadım, görüş alanımın bir yerine takılıp kalmış olsa da o bakışlar Benim işe gitmem lazım.

Tramvayda, ayaktayım. Hep yaptığım gibi yine dışarıya bakıyorum. Sonra bir şey dikkatimi çekiyor. Tramvayın ortasından gittiği o geniş caddeyi kesen sokaklar, bu kadar mı paraleldi birbirlerine Ben bu paralelliği niçin görmedim

Sokakların paralelliğini fark etmedik de paralel duruşumuzu mu fark ettik Eli çantalı yolcu ikaz etmese nereden bilecektim.

– Beyefendi, bana paralel durma. Şöyle geç.

Adamın dediğini yaparken, paralellikten çıkan bakışlarımız kesişivermesin mi O gözlerde de aynı manidarlık. Hayret!

Köşedeki lokanta, her sabah uğradığım çorbacı dükkanıdır. Boş bir masaya yöneldiğimde, en dip masanın müşterisi sipariş vermek üzereydi.

– Haş, haş haş...

Kalkılan sandalye ve itilen masa sesleri... Herkes birden kapıya doğru giderken, siparişini verdi o müşteri.

– Haş-lama istiyorum.

Sanki askeri eğitim gibi herkes dönerken yerine, yine o bakışlar. Yok, yok insanın kalbini delen cinsten değil. Manidar cinsten... Çorbasını biraz sertçe koyan dükkancı açıklıyor durumu ona.

– Bari yazılı söyle. Bizde sandık ki, haşhaşlı bir paralelcisin.

Bir daha o geometri konusu. Biz bu kadar mı düşkündük fen derslerine Aklımdan geçen bu cümleyi seslendirdiğimin hiç farkında değilim. Fakat karşımdaki duymuş. Demesin mi

– Tabiat Bilgisi, Botanik dersleri de fen derslerinden sayılır.

Ne demek istediğini sormadım. Bakışlarının manidar olmasından mı korktum, ne

Çorbacıdan çıktım, işyerime yürüyorum. Caddelere paralel kaldırımlarda bu kadar mı manav dükkanı vardı Yoksa bir kısmı yeni mi açıldı Ama aynı çeşit meyve satıyor hepsi.

– Haydi ananasa gel!

– Uganda’dan geldi bu ananaslar!

– Koca koca ananas, hoca hoca ananas!

– İş bitiren ananas bunlar!

– Ananas ye koçum, ananas ye.

– Koç atımı fırtınası yaklaşıyor, ananasa gel!

Yaklaşan cemreler değil mi idi Bu fırtına söylentisi de ne Neden herkes ananas satıyor İş bitiren ananas derken, ananas yiyenlerin işi, yaş yetmiş iş bitmiş gibi mi bitiyor. Ya da işler su altındaki topraklarda mı bitiyor

Benim bakışlarımda sorular, millet bakıyor manidar, manidar.

Yorulmuşum, dalmışım ve durmuşum. Neyse ki, son manavın önünde durmuşum. O elime tutuşturdu da ayılıverdim birden.

– Haydi ananasını al da git!

Esad, Bunları Çok Hafifletti

Dört kişinin katili kendini savunuyor ağır ceza hakiminin karşısında.

– Hafifletici sebepler gözönüne alınsın, istiyorum.

– Ne, der hakim bey... Dört kişiyi katletmişsin. Hafifletici sebepleri nedir bu cinayetlerin

Sanık, olabildiğince sakin.

– Olmaz mı efendim Beş kişiyi öldürmedim.

Fotoğraflarla duyurulan “Esat katliamı”na, “Esad doğruladı mı Bunları gerçek olmayabilir” diyen anamuhalefet mensubunu dinlerken bir TV kanalında, aklıma geldi bu kanlı fıkra.

 

Kaçma Rosell / Mahkemeye Gel

 

Rosell, Barcelona Kulübü Başkanı.

İstifa etmiş. Dönmem gayri, diyerek...

Sebep mi

Neymar’ın transferinde, (Neymar en yeni alınan futbolcunun adıdır) gerçek ödenen para ile devlete bildirilen para arasında fark varmış.

Vergi dairesi savcıya gitmiş. Savcı da dava açmış.

Bu sebebi yazan büyük gazete katipleri diyorlar ki: Daha mahkeme başlamamış bile.

Peki, istifa sahibi Rosell’in gerekçesi ne

“Barcelona Başkanı, mahkemede sanık sandalyesinde oturamaz!”

Herkes ezberlesin diyor katipler, stadlara filan da yazacakmışız.

Ben şimdi o katiplere soruyorum.

Bir: Barcelona kulübü başkanı aynı zamanda kulübün mali sorumlusu mudur Vergi beyannamesini dolduran muhasebe elemanı mıdır

Ödenenle bildirilen arasında fark olmasın demesine rağmen, bir fark olmuşsa, Rosell kendini muhasebe servisine laf dinletememekle suçlamalı, değil mi

İki: Barcelona kulübündeki ödeme-bildirme tutarsızlıklarını illa bir vergi dairesi mi tespit etmeli

Rosell daha önceki ödeme/bildirme rakamlarının doğru olduğunu biliyor mu Ya vergi dairesi de atlamışsa. Yani Barcelona taraftarları çoksa o vergi dairelerinde...

Rosell’in istifa uyanıklığının adı, yetersizliğini ve taraftarın hafifleyici, buradaki güncel ve ünlü kelimesiyle söylersek, manidar bakışlarından kurtulmaktır.

Mahkeme senin ülkenin mahkemesi değil mi

Adaletinden mi şüphe ediliyor o mahkemelerin Yani İspanya mahkemelerinin...

Bizim büyük gazete katiplerinin maksadı başka.

Bizim başkanlar rahatça oturabiliyor, (aslında oturtulabiliyor’dur) demek istiyorlar.

Böylece bir kez daha gözden saklamış olacaklar: Bu ülkede Başbakanların da sanık sandalyesine oturtulduklarını... Asıldıklarını, hapislere atıldıklarını, siyasi yasaklı yapıldıklarını...

Çünkü o davalarda çok urgan yağlamışlardır, çok trilyon aramışlardır, çok hapishane parmaklığı onarmışlardır.

Bunların bilinmediğini, unutulduğunu, hatırlanmadığını sanıyorlar ve şimdi,

“Rakibimiz kulübün başkanı da kim ola ki” diyorlar.

HOŞGÖRÜ

Kusursuz insan arayanlar!

Sizdeki hastalık hoş körü;

Ayıbı kusuru örtenler!

Sizdeki haslet de hoşgörü…

BEZ GETİRİN CAFERE

İlmiye, seyfiye, mülkiye…

Dopdolu dere tepe çete;

Cafere benzedi Türkiye,

Peçete getirin, peçete!..

Ekrem Şama