Darbecilik ile demokratlığın bir arada olamayacağını, bu
iki kavramın birlikte düşünülmesinin demokrasiye anlamamak anlamına geldiğini
bilmiyor değilim. Ne var ki ülkemizde demokrasiyi ve insan haklarını dillerinden
düşürmeyenler aynı zamanda darbecilerle birlikte hareket etmekte bir sakınca
görmedikleri biliyoruz. Bu kesimin demokrasinin ülkede yerleşmesi ve
kökleşmesini darbecilerden beklediklerini, darbecilerle işbirliği içinde olduğu
da biliniyor. Yani sadece ülkemize has olsa gerek bir takım kimseler Darbeci
demokrat nitelendirmesini sona kadar hak ediyorlar. Bundan utanç duyduklarını
da sanmıyorum. Eğer bu duygulara sahip olsalar bugün geriye dönüp baktıklarında
utanç duyup, pek çok olayın içinde olduklarını hatırlayarak yüzlerinin
kızarması gerekir ama böyle bir utancı hiç beklemiyorum. Bu yüzden gazetemizin
dünkü manşetinde yer alan Yüzleri kızaracak mı başlığını sadece bir
hatırlatma olarak görüyorum, kesinlikle yüzlerinin kızarmayacağını düşünüyorum.
Çünkü yüz kızarması yanlış yerde durmak ve yanlış davranışlar sergilemekten
duyulan utanma duygusunun dışavurumudur. Böyle bir duyguya sahip olanların
bugün sadece yüzlerinin kızarması değil, darbecilerle birlikte hareket edip
aylar yıllar boyu saldırdıkları kişilerden özür dilemeleri gerekir. Bugün
hayatını kaybetmiş, ebedi hayata intikal etmiş olan özellikle Erbakan Hocamın
kabrini ziyaret ederek gıyabında özürlerini dile getirmeleri ve ondan af
dilemeleri gerekir.
Ancak, darbecilerle birlikte hareket eden
demokratların(!) derdinin demokrasi olmayıp, İslami gelişmeden duydukları
rahatsızlık sebebiyle darbecilerle kol kola girmiş olanlar ne dün, ne bugün ne
de yarın sergiledikleri çelişkiden utanmayacak, haksızlık ettikleri, demokrasi
şarkları söyleyerek demokratik hakları çok gördükleri inançlı kesimlere karşı
özür borçlu olduklarını hiç düşünmeyeceklerdir. Bir defa olsun, iç muhasebe
yapıp, yaptıklarının yanlış olduğunu fark ederek geçmişte haksızlık
yaptıklarından özür dileme ihtiyacı duyabilseler ülkemizde demokrasinin
kökleşmesine katkı sağlamış olacakladır. O zaman, farklılıklara rağmen birlikte
yaşama kültürü gelişecek, insanlar hiçbir baskı altında kalmadan kendilerini
oldukları gibi tarif edebilecek, farklı olanlara karşı da düşmanca duygular beslemenin
yanlışlığını görmüş olacaklardır. Ülkemizin ana sorunu da budur zaten. Yani
demokrasiyi katledenlerin, demokrasi şarkısını dillerinden düşürmeyenlerin
sergiledikleri samimiyetten uzak ikiyüzlü tavırdır.
Gelelim gazetemizin dünkü manşetinde dikkat çektiği 28
Şubat süreci ve MGK bildirisi konusuna. Aslında, askerlerin imzalanması için
dayattıkları bildiri hukuken yasak olmasına rağmen o günlerde medyada yer
almıştı. Yani bugün MGK Genel Sekreterliği nin mahkemeye göndermesi ile ortaya
çıkmış değildi. Ve yine o günlerde Erbakan Hocamın neyi imzalayıp neyi
imzalamadığı, askerlere teslim olmadan direndiği de biliniyordu. Çünkü biz
bildiğimize göre askerlerin sözcülüğünü üstlenmiş olan kumandalı gazeteciler de
biliyorlardı. Ancak, onların görevi doğruyu kamuoyuna ulaştırmak değil,
askerler adına Erbakan Hocam üzerinde kamuoyu baskısı oluşturmaktı. Yani,
yazdıklarının yalan olduğunu biliyorlardı. Yalanı bile bile yazmış olanlardan
bugün utanmalarını ve yüzlerinin kızarmasını beklemek mümkün olabilir mi
Şevket Kazan Ağabey in son kitabında da belirttiği gibi
28 Şubat Milli Görüşe, yani inanca yönelik bir darbeydi. Bu bakımdan Milli
Görüş ün gelişmesinden rahatsız olanlar askeri ve sivili ile o günlerde tek
cephe oluşturdular. Kendilerine göre inanca karşı savaş yürütüyorlardı.
İnançsızlıklarını topluma dayatma adına her yola başvurdular. Kısacası hedefe
ulaşmak için her yol mubahtır ölçüsüzlüğünün hayata yansıtılmasıydı. Böyle
olunca da yüzsüzlerden bugün utanmalarını beklemek gerçekçi olmaz. Dileğimiz
bundan sonra aynı durumun hiçbir iktidara karşı sergilenmemesidir. Böyle olduğu
takdirde geçmişten ders alınmış olabilir.