Dağlarında çiçekler ve uçan kuşlar İzmir'i

Abone Ol

Hafızamda olmasına rağmen, orijinal haliyle, yani 27 Mart 1941 tarihli Akbaba’da neşredilmiş haliyle okumanızı istediğimden, arşivimden bulup çıkarmam birkaç günümü aldı.

Neydi, bir fıkrayı bu kadar önemsettiren sebep bana?

“Gavur” kelimesi idi.

Alıntıladığımız fıkrada yahudi patronun hristiyanlara “gavur” demesiyle, kendilerini, bizim gözümüzde ayrı bir yere koymak istemesi gibi bir gerekçeleri vardır, tartışması da yazımız içinde bir cevap bulacaktır sanıyoruz.

Gazetemizin yazarlarından Mahmut Toptaş Hoca’mızın birçok yazısında “Gavur” kelimesinin bir izahı, anlattığı bir olayı vardır. Çünkü o, tefsir sahibidir. Sizin bildiğinizi size anlatmak niyetinde değiliz bunları söylerken. “Gavur” kelimesi üstünden ilerlemek istiyoruz. Maksadımız bu.

“Gavur neden müslümana düşmandır?” Mahmut Toptaş Hoca’mızın 03.02.2017 tarihli gazetemizdeki yazısının başlığı bu.

“Gavurdan dost, yönetici olmaz!” başlıklı yazısını da 12.12.2016 tarihli gazetemizde yazmış.

“Bütün yazıları” listesinin son iki sayfasından, başlıklarında “Gavur” kelimesi var diye bu ikisinini almamızın sebebi, sanıyoruz ki son aylarda yaşadıklarımızla ilişkilendirilirse daha iyi anlaşılmış olacak.

Ayrıca, “Hocam gavura gavur demeyelim” tekliflerine, “Kafirun” suresinin tefsiri ile cevap vermesini de sohbetlerinde çok dinlemiştir insanlarımız.

Gavura gavur demenin Tanzimat Fermanı ile yasaklandığı günlerden yaşanmış bir vak’ayı, yine 60 yıl öncesinin mecmualarından çıkararak günümüze taşıyalım. Ki haberimiz olsun geçmişimizden.

Bu küçük fıkradan sonra örneğimiz yine bir gazete yazısı olsun.

“Yazının başlığının fazla sert olduğunu düşünebilirsiniz ama meselenin aslı maalesef budur: Gavur, gavurluğunu yapıyor! Üstelik böyle yapmaları da yeni birşey değil, asırlardan bu yana devam eden adetleri!”

Giriş paragrafını aldığımız bu yazı da, Habertürk Gazetesi yazarlarından Murat Bardakçı’ya ait. 13 Mart 2017 tarihlidir “Gavur, Gavurluğunu yapıyor” başlıklı yazısı.

Gavur gavurluğunu yapıyorken, bizim Türkler ne yapıyor? internet medyasında ve kişiler arası haberleşme ağlarında zaman zaman “Burası Gavur izmir” diye konuşan, itirazlarda bulunan ya da yapılmış bir eylemi böyle savunan had bilmezlere gittikçe artan bir sayıda rastlamasını insanlarımızın, bir oyunun parçası olarak görmeliyiz artık.

Bu gidişata bir nokta koymamız, bir dur dememiz gerektiğine inanıyorsak..  Konu izmir’imize gelip dayanınca.. izmir’imize gavur sıfatı yapıştırmak isteyenleri duyup gördüğümüzde..

Müdafaamızı, saygı duymak zorunda oldukları bir insanın, Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun“ Onları eğitebilirim” maksadıyla yazdığı bir Cumhuriyet Gazetesi makalesinden aldıklarımızla yapmak isteriz.

iLK ANILAR

Benim çocukluğumda izmir kentine “Gavur izmiri” derlerdi. ilk kez Çorum’un Hanedan Odaları’ndaki yatsı sonu sohbetlerinden birinde duymuştum. “Gavur izmiri” deyimini. Bu sütunlarda evvelce birkaç kez söz açmıştım Hanedan Odalarından. Babam, arasıra beni de birlikte götürürdü. içine bir gaz lambası konulan cam feneri ben taşırdım, bozuk arnavut kaldırımlarında tökezlemeden yürüyebilmek için. O tarihlerde, şehir aydınlatması diye birşey yoktu.

işte bu “Oda” lardan birinde, Çorum eşrafından bir zat bir akşam uzun uzun “Gâvur izmiri”nden söz etti. Oraya Samsun istanbul üzerinden bir “Gâvur Kumpanyası”nın vapuru ile gitmiş. izmir’de deniz kıyısındaki ve oraya yakın yerlerdeki en güzel evler, bütün dükkânlar, mağazalar “Gâvurların”mış. Onlar “Han” veya “Misafirhane” nin adına “Otel” diyorlarmış. Ama bunlar “alafranga” yerler olduğundan, kendisi şehrin gerilerindeki Müslüman mahallesinde bir handa kalmış, izmir’in zenginliğini, güzelliğini, limandaki vapurlara boyuna mal yüklenip boşaltıldığını, deniz kıyısı boyunca uzanan caddede (Birinci Kordon’da demek istiyordu herhalde) çalgılı kahveler, meyhaneler bulunduğunu, buralarda gülüp eğlendiklerini, ballandıra ballandıra anlatıyor, herkes onu büyük bir dikkatle dinliyordu. Ben de, bir halk deyimiyle, “kulak kesilmiştim”. Onun verdiği ayrıntılı bilgi üzerine, oranın gerçekten “Gâvur izmiri” olduğunda herkes birleşti. Trenle Aydın’a kadar bile uzanmış. Neyse ki Aydın bir Müslüman şehri imiş. Orada içi açılmış. Yalnız trende Türkçe bilen gâvurlar “biletçilik” ediyorlarmış. “Aydın ve havalisinin bütün mahsulâtı”, kuru üzüm, incir ve pamuk, bu trenlerle izmir’e taşınıyor ve oradan “papur” lara yükleniyormuş, Deve kervanları da varmış. Ve bunlarla “nakliye” daha ucuza geliyormuş.

Bütün bunları dinleyen ve oralara hiç gitmemiş olan babam: “Yüzlerce yıldan beri memleketimizin bu parçasını Türkleştiremedik, yazıklar olsun bize” dedi. Mesele hep “Gâvurluk” ve “Müslümanlık” açısından konuşulurken, babamın bunu “Türkçülük” açısından ele almasını  henüz onbir yaşında olmama rağmen sanıyorum ki, orada yalnız ben anladım. Çünkü okulda ittihatçıların “Türkçülük” ideolojisiyle besleniyor. “Müebbet ülke: Turan” hayalleri kuruyorduk. Oda misafirleri babamın “Türkleştirmek” sözünü “Müslümanlaştırmak” ile eşanlamda aldılar ve onun üzüntüsünü paylaştılardı.

işte böyle anlatıyor “ilk anılar”ında izmir’imizi, Velidedeoğlu hoca.

izmir’in “Gavur izmir”liği zamanını görmedim, bilmiyorum derken, dinleyerek ve okuyarak öğrendiklerini ise şöyle özetliyor.

“Birinci, ikinci ve Üçüncü Kordonlardaki güzel binalar hep Rumların, Levantenlerin ve izmir’e yerleşmiş yabancıların. Yabancı kulüplerine, lüks gazinolara -Tanzimat Avrupacısı tek tük zengin Türk aileleri müstesna olmak üzere - hep Rumlar ve Levantenler gidiyor.

Batı ile ticaret ve bütün ithalât ve ihracat işleri bunların elinde.“

4 Eylül 1922’de “Gavur izmiri” olmaktan kurtarılıp, artık sonsuza değin “Türk izmiri” durumuna getirildiğini ise yine Velidedeoğlu Hoca’nın anlatımına bırakalım.

“Sonunda bir tek adam çıktı, Türk halkının önüne düştü. 1900 yıllık Gavur izmirini, tam 51 yıl önce bugün, 9 Eylül 1922’de Türk izmiri yaptı. Hem de, 1914’te bize karşı birleşen emperyalist Batı dünyası karşısında kaybedilmiş büyük bir harpten sonra ve Türk’ün en bitkin ve yere serilmiş sanıldığı bir zamanda.

Şimdi bütün Kordon’larda Türkler oturuyor. Bütün ticaret Türklerin elinde. izmir Aydın ve izmir - Kasaba hatları Atatürk devrinde millileştirildi. Palikarya şımarıklığına rastlanmaz artık izmir’de. 6 yüzyıldır Türk vatanı sınırları içinde bulunan izmir, gerçek anlamda ancak yarım yüzyıl önce Türkleştirilebildi, kahraman Atatürk’ün sayesinde.”

Gavur kelimesini doğru kullanacağımız yerleri anlatmaktı muradımız. Galiba oldu gibi..

YAPIŞMIŞ  MI,  YAKIŞMIŞ  MI?

Yaşar Yakış. Emekli bir diplomat. AKP kurucularından... AKP kurulurken, o da bizimle diye gösterilenlerden, fotoğrafı dağıtılanlardan...

AKP’li oluşunu anlatıyor:

“Bir gün Sayın Abdullah Gül telefon etti. Onunla Suudi Arabistan’da görev yaptığım zamandan tanışıyorduk. ‘Yenilikçiler hareketi olarak, biz şimdi partileşmeye karar verdik, seni de kurucu üye olarak aramıza davet etmek istiyoruz, gelir misin?’ dedi. Ben de, bu birikimle onlara faydalı olabileceksem olayım diye düşündüm.”

40 yıllık bir diplomat, tanıdığı birini, çok takdir etse de, örnek bir kişi olarak bilse de, teklifini sorgulamadan kabul eder mi? Hem de yakınlarının “Dayı sen de mi?” diyerek itirazlarda bulundukları bir zamanda...

Teklif sahibi Abdullah Gül’e şöyle bir soru yöneltmesi gerekmez miydi Sayın diplomat Yaşar Yakış o teklifi aldığında.

“Beni neden içinde bulunduğun, milletvekili ve bakan olduğun Parti’ne çağırmadın da, yeniden partileşirken davet ediyorsun? Fark sen de mi, ben de mi?”

40 yıllık diplomat Sayın Yaşar Yakış’a sorulan bir soru ve verdiği cevap da dikkatimizin kapsama alanındadır.

“AKP’den 2016’da ihraç edildiniz. Gerekçesi Today’s Zaman gazetesinde köşe yazıyor olmanızdı. Böyle bir tepki ile karşılaşmayı bekliyor muydunuz?

– Hayır beklemiyordum. Beni Today’s Zaman gazetesinde köşe yazısı yazmaya davet edenler, Sayın Cumhurbaşkanımızın yakın çevresindeki arkadaşlarımdı. Bu daveti de Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı üzerine yaptıklarını düşünüyordum.”

Davetçi Sayın Gül’ün, “yazmaya” davet edicileri...

Sayın Gül’ün bulduğu her fırsatta, benim yakınımda hiç olmadılar dedikleri...

Sayın Gül’den talimatlıydılar, düşüncesindeyse bir 40 yıllık diplomat, biz de onun, “örnek bir devlet adamı” bilgilerinin eksik, yanlış ve hatalı olduğunu düşünme hakkına sahibiz, ya da onu öyle biliriz deriz.

HEM  DAYANAKÇI,  HEM  DAYAKÇI

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Erzurum’da konuşmuş. Bir zamanlar FETÖbaşını en büyük Erzurumlu ilan ettiği, ona mersiyeler düzdüğü Erzurum’da konuşmuş.

Gözbebeğimiz dediği R. Tayyip Erdoğan’ın görevden alınan Sağlık Bakanı sıfatı verdiği, yolların kralı dediği Binali Yıldırım’ın tekrar Bakan ettiği Recep Akdağ, Erzurum’da konuşmuş.

“Erbakan mezardan çıksa, Saadet Partilileri tekme tokat döver, kemikleri sızlamıştır.”

Suyun öteyakasıyla toprağın alt tarafını bilmeyi hep karıştırıyorlar. Bu kendi sorunları ama tekmeden, tokattan dövmeden örnek vermesi, ülkemizin Milli Eğitim sorunu olsa gerek.

Türkiye siyasetinin en zarif insanını böyle anlatmaya çalışması Sayın Bakan’ın, yetişmesinin nasıllığına bir itiraf gibidir.

Biz böyle anladık.

Gazete, Milli Gazete

Bir sosyal paylaşım sitesinden aynen aldım, şimdi okuyacağımız “Şahin Eser” anısını. isimleri noktaladım. ifade şekline karışmadım.

“…Gazetesi yeni kurulduğu dönemlerde bir heyecanla Yeni …’ta yeni idi. O sıralar MGV’nin toplantısı vardı. Bir kardeşimiz sevinçle Erbakan Hoca’ya, yeni basınlarımız olduğunu ve sesimizin artık daha gür çıkacağını söyledi. Hoca kızgın bir şekilde, tek gazetemiz Milli Gazete’dir demişti. Ne kadar doğruymuş.”

Yılların özetidir bu.

Mücadelemizin Milli Gazete üzerinden anlatılmasının en iyi örneklerinden sayabiliriz bu anıyı.

Başka gazetelerden destek ummak, başka gazetelerden sesimiz olmasını beklemek, başka gazetelerin Milli Gazete gibi olacakları günleri gözlemek..

Erbakan Hoca, bu hatalara düşmememiz için koymuştur gazetemize “Milli Gazete” adını.

Bir gazeteye ad olabilecek yüzlerce kelimemiz olmasına rağmen, rahmetli Hoca’mızın “Milli Gazete” adındaki isabetine güzel bir örnektir bir genç kardeşimizin anısı.