Dağdan inenler meclise girecek ama Türkiye’ye yıllardır döviz gönderen gurbetçi dışlanacak, öyle mi?

Abone Ol

Dünkü yazım hayli ilgi çekti. Bir günüm neredeyse bu konuyla ilgili tartışmalarla geçti diyebilirim. Demek ki Milli Gazete’nin online okuyucusu oldukça fazla ve duyarlılığı da yüksek. Kimi görsem, konu dönüp dolaşıp “Gurbetçiye oy hakkı” meselesine geldi.
Ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim:
Kiminle konuştumsa, sonunda ikna oldular.
Demek ki mesele sadece konuşmak değil, ikna etmeye gayret etmek.
Ben de bu tartışmalardan süzülen düşünce özetlerini şimdi siz kıymetli okuyucularımla paylaşıyorum…

Avrupa’da 10 milyona yakın Türkiye kökenli insan yaşarken, yurtdışı seçim bölgesi hâlâ yok. Bebek katillerine siyaset yolu açanlar, sadakatle bağlı gurbetçiye oy hakkını çok görüyor. Oysa yurtdışında seçilecek vekiller Türkiye’ye büyük katkı sağlayacak.

Evet, bizler belki yıllardır yurt dışında yaşıyoruz.
Ama unutmamak gerekir ki bizler gönlümüzü, kalbimizi ve aidiyetimizi Türkiye’den hiç koparmadık.

Evimizde Türkçe konuşuyoruz, çocuklarımıza Türk kültürünü öğretiyoruz, her yaz Türkiye’ye geliyoruz, köyümüzde, kasabamızda komşularımızla bayramlaşıyoruz.
Kimi zaman bir akrabanın düğününe, kimi zaman bir yakınımızın cenazesine koşuyoruz.
Kaldı ki Türkiye ekonomisine döviz gönderiyor, mülk alıyor, yatırım yapıyor, yardım kampanyalarına katılıyoruz.

Ama şimdi bize deniyor ki:
“Konuşmayın, oy da kullanmayın.”
Neden?
Çünkü burada yaşamıyormuşuz!

Peki o zaman bir soru:
60 yıldır Avrupa Birliği kapısında bekleyen ve hâlâ üyelik hayali kuran partilere oy verilirken,
neden kimse çıkıp da “Siz de Avrupa’da mı yaşamak istiyorsunuz?” demiyor?

Üstelik mesele sadece nerede yaşadığımız değil;
mesele hangi haklarla vatandaş olduğumuzdur.
Oy hakkı anayasal bir haktır.
Eğer çifte vatandaşlık sorun ediliyorsa, bunun çözüm yeri hukuktur.
Ama milyonlarca insanın sandık hakkını toptan yok saymak ne demokratik ne de vicdanîdir.

Yurtdışı Seçim Bölgesi: Lütuf Değil, Zorunluluk

Bugün “Avrupa’ya girelim” diye oy verdiğiniz partilerin hayranı olduğu Avrupa, 22 ülkesinde yurtdışı seçim bölgesi oluşturmuş durumda. Fransa , Belçika gibi ülkeler, yurtdışındaki vatandaşlarına özel temsil imkânı tanıyor. Hatta Tunus bile, 19 milletvekilini yurtdışında yaşayan vatandaşları arasından seçiyor ve bu vekiller, yasama dönemi dışında seçildikleri ülkelerde halkın yanında olmaya devam ediyor.
Bizde ise hâlâ “gurbetçi oy kullanmasın” tartışması yapılıyor.

Oysa sadece Almanya’da yaşayan ve işletmecilik yapan Türklerin yıllık cirosu 50 milyar Euro’ya yaklaşmış durumda.
Avrupa’daki Türkiye kökenli vatandaşların sayısı 7,5 milyonu aşmış durumda. Aile bağları, kısa süreli ikametler ve sık sık Avrupa’ya gidip gelenlerle birlikte bu sayı dolaylı olarak 10 milyonu buluyor.
Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki yıllık ticaret hacmi 220 milyar dolar.
Bu ekonomik ve sosyal bağların ana taşıyıcısı da yine Avrupa’daki Türklerdir.

Yani mesele sadece “oy hakkı” değil; mesele Türkiye’nin diplomatik etkisi, ekonomik gücü ve stratejik vizyonudur.

Yurtdışında seçilecek vekiller sadece gurbetçiyi temsil etmeyecek, aynı zamanda bulundukları ülkelerde yatırımcıları, akademisyenleri, teknoloji girişimcilerini Türkiye’ye yönlendirme potansiyeli taşıyacaktır.
Yurtdışında bir “Türkiye lobisi” oluşturmanın en kalıcı ve kurumsal yolu da budur.

İşte tam da bu yüzden sormak gerekir:
Dağdan inen oy kullanacak da, gurbetçi mi kullanamayacak?

İkili Standartlar Açıkça Görülüyor

Bir tarafta vatanına ve milletine bağlı milyonlarca Türk vatandaşı var.
Diğer tarafta ise, dün askerimizi, öğretmenimizi, doktorumuzu şehit eden yapılar…

Dün “bebek katili” denilen terör elebaşına bugün “kurucu lider” diyenler,
onunla anayasa masası kurmaya çalışanlara sessiz kalanlar,
gurbetçiye gelince “konuşmayın, oy da kullanmayın” diyebiliyor.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!

Gurbetçinin suçu ne?
Dağa çıkmadı, sokakları yakmadı, vatanı bölmeye çalışmadı.
Tek yaptığı şey; ülkesine sadakatle bağlı kalmak, umudunu yitirmemek ve sandıkta söz söylemek.

Çocuklarımız Bile Kıyasla Dışlanıyor

Bugün binlerce yabancı öğrenci, ülkelerinin eğitim sistemi Türkiye’ninkinden geri olsa bile, “yabancı öğrenci statüsü” ile üniversitelerimize kabul ediliyor.
Ama Almanya’da, Fransa’da doğmuş, dünyanın en gelişmiş eğitim sistemlerinden geçmiş Türk çocukları,
“yabancı öğrenci” etiketiyle dışlanıyor.

En acısı ise bu dışlamanın, kendi milletinden gelmesi…
Acaba biz aklımızla mı konuşuyoruz, yoksa duygularımızla mı?
Yoksa bu öfkenin altında biraz da kıskançlık mı var?

Bir Diğer Ezber: “Bütçe Zarar Ediyor”

Devletin iç ve dış borçları için her yıl yaklaşık 45 milyar dolar faiz ödeniyor.
Bu para yatırım değil, üretim değil — doğrudan yabancı finans kurumlarının kasasına gidiyor.

Ama biz ne zaman dönüp, “asgari ücret biraz daha insanca olsun” desek…
“Emekli biraz daha nefes alsın” desek…
Hemen karşıdan bir cümle geliyor:

“Devletin bütçesi zarar ediyor!”

Ne hikmetse bu ezber,
milyarlarca dolar yurtdışına faiz olarak gittiğinde geçerli olmuyor!
Sormak gerek:

Faize giden milyarlar zarar ettirmiyor da, bu milletin alın teriyle geçinen insanına verilecek üç kuruş mu zarar ettiriyor?

Üstelik faiz parası yurtdışına çıkıyor;
emekçiye verilecek para ise bu ülkenin içinde kalıyor:
markete, pazara, kiraya, çocuğun okul masrafına dönüyor.

Ama konuşulan ne?
Gurbetçinin sandık hakkı.
Gurbetçi çocuğunun sınav hakkı…

Gurbetçiye oy çok mu?
Dağdan inene vekillik verilmesi için anayasa yapmak isteyen partililere ses yoksa,
vatana bağlı gurbetçiye oy hakkı çok görülüyorsa,
orada asıl tartışılması gereken bambaşka şeyler vardır…
Kıskançlık mı?