Cumhurun Başı, Fukaranın Dostu(!)

Abone Ol

Ramazan ayının başlamasıyla, Tayyip Erdoğan’ın artık geleneksel hale getirdiği, peşine medya ordusunu takma ve bir fakir sofrasını ziyaret etme eylemlerinden biri daha geçtiğimiz günlerde gerçekleştirildi. Medya ordusunun bildirdiğine göre bu sefer ki şanslı(!) aile tam altı çocuklu Çelik ailesiydi. Aile fertlerinden birinin açıklamasına göre de baba Yıldırım Çelik, Ankara halinde günlük 60 lira yevmiye ile ailesinin geçimini sağlayan cefakâr bir babaydı. Demek ki cefakâr baba, haftalık tatiller düşüldüğünde ayda kabaca 1500 liranın biraz üstünde bir para kazanmaktaydı. Üstelik ailenin oturduğu ev, ayda 300 lira bedel ödenen kiralık bir evdi. İnternet ve telefon gibi lüks(!) harcamaları yok sayalım. Aile, elektrik, su, doğalgaz ya da mutfak tüpü gibi zorunlu faturalara da ayda en azından 200 lira ödüyor olmalıydı. Bu da cefakâr babanın, elinde kalan 1000 lira ile altı çocuğuna ve hanımına bir ay boyunca insanca yaşam sunmak zorunda olduğu anlamına geliyordu. Oysa Erdoğan’ın ziyaret ettiği eve, devletin yıllardır açıkladığı resmi milli gelir rakamlarına göre ayda yaklaşık 18 bin lira girmeliydi. 

O akşam devletin zirvesi ile milletin özü arasında iftar sofrasında neler konuşuldu tam olarak bilmiyoruz. Fakat çocuklardan birinin söylediğine göre Erdoğan, ailenin kızlarının başörtülü olmasına çok sevinmişti. 9 yaşındaki Mehmet adlı en küçük çocuğun oruç tutması da Erdoğan çiftini pek mutlu etmişti.

13 yıl boyunca bu ülkeyi tek başına iktidarlarla yöneten, yaklaşık bir yıldır da devletimizin zirvesine çıkan bir ismin, oruç ve başörtüsü gibi dini kavramlarla barışık olması elbette sevindirici bir gelişmeydi.

Fakat gönül isterdi ki Erdoğan, oturduğu o yer sofrasında biraz da başka hakikatlerden bahsedebilseydi.

Mesela, o 1000 lirayla yaşam mücadelesi veren ailenin, hangi harcamalarından devlete ne kadar vergi kesildiğini söyleyebilseydi. 

O sofraya konan temel gıda maddeleri ücretlerinden, yüce devletimizin bütçesine ayrılan payı konuşabilseydi.

Ya da Aydın Doğan gibi faiz lobilerinin, bütün bu söylemlere rağmen kendi döneminde nasıl olup da tam beş kat zenginleştiğini açıklayabilseydi. Veya kaldırılan ÖTV sayesinde, pırlanta gibi lüks tüketim araçlarının ülkemizde yine beş kat daha fazla satılmaya başlandığını anlatabilseydi.

Mesela, adil paylaşılması halinde kişi başına 10 bin dolar milli gelir düşmesi gereken ev halkının, on üç yılın ardından neden hâlâ açlık sınırında yaşadıklarını, bu ülkede zenginin neden daha zengin, fakirin neden daha fakir olmaya devam ettiğini açıklayabilseydi.

O milli gelir hesaplarının, hangi faiz lobilerinin isimlerinin alt alta yazılarak ve sonunda da 75 milyona bölünerek bulunabildiğini gösterebilseydi. Üstelik bütün bu yoksulluğuna rağmen, konuk olunan altı çocuklu ailenin milyonlarca asgari ücretliye ve hatta işsizler ordusuna nazaran çok daha iyi durumda olduğunu itiraf edebilseydi. 

Görüntüleri izleyince Erdoğan’ın ziyaret ettiği yoksul aileye bu hakikatleri söyleyemediğini varsayıyoruz. Çünkü on üç yılın ardından halkına bu itirafları yapabilen bir liderin, fakir sofralarında hiç de öyle rahat davranamayacağını, o sofraya otururken en azından yüzünün kızaracağını, başını önüne eğeceğini ya da peşine taktığı medya ordusunun önünde o cefâkâr insanlardan en azından bir özür dilemesi gerektiğini düşünüyoruz. Allah aşkına söyler misiniz, fukara dostu olduğunu iddia ederek on üç yılımızı alan Erdoğan’dan, gerçekten çok şey mi istiyoruz

Masa Da Masaymış Hani

Geçtiğimiz hafta medyada en çok tartışılan konulardan biri de, bin yüz elli odalı sarayın kabul salonunda verilen yemek davetindeki ihtişamlı masanın devasa boyutu oldu. Gazete köşelerinden sosyal medyaya kadar, o yuvarlak masa hakkında fikir beyan etmeyen neredeyse kalmadı.

Bir kısım AKP ve Erdoğan muhalifleri, söz konusu masanın maliyetinin yüz binlerce lira olduğunu söyleyip durdu. Oysa Erdoğan’ın bizzat açıkladığına göre masa, birkaç bin liraya mal edilen portatif bir masaydı. Hatta masanın onlarca parça bir araya getirilerek hazırlandığı görüntüler, Cumhurbaşkanlığı tarafından medyaya servis edildi. Görüntülere göre Cumhurbaşkanı Erdoğan haklıydı, o masa tam da söylediği gibi etse etse birkaç bin lira ederdi.

Hatırlarsanız buna benzer bir tartışmayı seçim sürecinde de yaşadık. Önce CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanlığı sarayındaki klozetlerin altın varaklı olduğunu söyledi, sonra da Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu saraya davet ederek klozetleri bizzat yerinde kontrol etme çağrısında bulundu. Tabii çağrısı karşılık bulmadı, çünkü Erdoğan yine haklıydı. Sarayın klozetleri altın varaklı falan değildi.

Efendim ülkemizin ve bölgemizin geleceğinin belirlendiği tarihi günlerden geçerken, maalesef siyaset gündemimizi işgal eden bu basit tartışmaları anlatmamızın sebebi şu;

Gördüğünüz gibi Erdoğan, bu iki olayda da zihinlerde hiçbir soru işaretine yer bırakmadan savunmasını yaptı ve gayet haklı olarak klozet ve masa tartışmalarından zafer kazanmış kumandan edasıyla çıkmasını bildi.

Şimdi gelelim esas meseleye;

Klozet ve masa tartışmalarında en küçük bir detayı bile atlamadan zihinlerdeki tüm soruları cevaplayan Erdoğan, Cumhuriyet tarihinin en ciddi suçlamalarının yer aldığı 17 Aralık yolsuzluk soruşturması sürecinde neden böyle davranamadı

Neden bütün iddialara tek tek cevap vermek yerine, on iki yıllık eski ortaklarına karşı cadı avı başlattı   Haklı olduğunda en küçük fırsatlardan bile destanlar çıkartan Erdoğan, neden göğsünü gere gere o kayıtların montaj olduğunu ispatlayamadı

Aynı Erdoğan nasıl oldu da hem, “devletin kriptolu telefonlarını dinlediler” diye fırtınalar koparttı, hem de bütün bir süreci montaj ve şantaj kelimeleriyle aklamaya çalıştı

Oysa bizim tanıdığımız Erdoğan, eğer iddia ettiği gibi gerçekten de asrın iftirasına uğrasaydı, o yalanları didik didik ederdi. Müfterilerin iftiralarını bir bir ayıklardı ve emin olun 17 Aralık sürecinden, en az otuz iki seçim zaferi çıkarmayı başarabilirdi. Fakat yazık ki başaramadı, destan yazmak yerine bizleri montaj ve şantaj kelimeleriyle baş başa bıraktı. Demem o ki eğer Erdoğan bir daha böyle bir süreçle yüz yüze gelirse, kendisinden çok daha üstün bir performans bekliyoruz hepsi bu.

 

Aklımda deli sorular

Önce iki bakan birden, Tayyip Erdoğan’ın “hayırsever iş adamı” dediği Rıza Sarraf’a plâket vermek için sıraya girdi. Sonra iki bakan birden, Rıza Sarraf’a ödül vereceklerinden haberleri olmadığını söyledi. Hatta bakanlardan biri, o hayırsever iş adamıyla yan yana gelmekten çok rahatsız olduğunu belirtti.

O halde soralım;

Eğer bu adam ödül almayı bile hak eden, hayırsever ve rekortmen bir iş adamıysa, yan yana gelmekten neden rahatsız oluyorsunuz

Hayırsever ve rekortmen bir iş adamı hakkında bütün bir milletin önünde söylediğiniz o sözler onur kırıcı değil mi

Yok eğer bu adam yapmaması gereken işler yapmış ve aynı kareye girilmemesi gereken bir adamsa, o zaman neden hesabını sormuyorsunuz Neden polisleri tutuklayıp bu adamı dışarı çıkarıyorsunuz

Devletin el koyduğu bavul dolusu parayı neden iade ediyorsunuz

Yargılamayı neden engelliyorsunuz

Ey efendiler, aranızda bu soruların cevabını verebilecek bir babayiğit var mı