Çok boyutlu politik belirsizlik

Abone Ol

Avrupa ülkeleri ile yaşanan kriz nedeniyle Hükümetin; çözüme endeksli yeni alternatif temel politikalar üretme yerine, bunu faitaccompli (oldubitti) anlayışına terk etmesi ve akabinde de iç siyasi dinamikleri harekete geçirerek iç politika malzemesine dönüştürmesini anlamak mümkün değildir.

Gelinen bu noktada, doğru mesajlar vermek yerine, farklı tutum takınmakla Avrupa’nın var olan egoizmini daha da güçlendirmeye vesile olunmaktadır. 

Ortadoğu’nun güvenirlik sorununun tartışıldığı, Rakka operasyonunun kapıda olduğu, Kıbrıs’ta Haziran ayı içerisinde çözümün dillendirildiği ve Doğu Akdeniz’de, özellikle Libya’da yaşanmakta olan yeni sürecin doğurabileceği sonuçlar dikkate alındığında, Türkiye’yi zor bir sürecin beklemekte olduğu ve yeni şekillenmelerde muhtemel yeni jeo- stratejik çıkmazdan nasıl çıkılabileceğinin iyi düşünülmesi ve siyasi odaklanmanın bu noktaya sabitlenmesi gerekir düşüncesindeyiz.

Özellikle Ortadoğu’ya, İsrail vurgusundan hareketle “güvenlik eksenli” bir politik anlayışla bakan ABD, son dönemlerde “güven sorunu” yaklaşımıyla “şiddet eksenli” bir politik yaklaşımla imajını yeniden güçlendirme hamlelerini yürütmeye çalışmaktadır. 

İŞİD ile başlatılan Proxy (vekâlet) savaşında hedefe varabilmek amacıyla bu kez PYD ile iş birliği yoluna gidilmesi dikkat çekicidir. Türkiye açısından güvenlik tehditlerinin yeni istikrarsızlıklara yol açmaması için ne gibi tedbirlerin alınması gerektiğinin iyi hesaplanmasında fayda görüyoruz.

Şöyle ki Türkiye, Suriye’deki krizin başlangıcında bölgesel güç aktörü yaklaşımıyla kriz noktalarındaki kaçınılmaz sonu hesaba katmadan, “iç-aktör” olarak güçlü bir şekilde yer almayı amaçlamıştır. Hükümet, bu siyasi tercihi ile Suriye sorununa müdahil olmayı dış politik gerekliliği olarak algılayarak “sorun çözücü” aktör rolüyle yeni dönemde artık siyaseten Ortadoğu politikasında var olacağı vehmine kapılmıştır. 

Bu yeni siyasi durum ve yaklaşım, Türkiye’nin Ortadoğu politikasında tecrit edilip siyaseten kilitlenmesine neden olmuştur. Eğer ki Türkiye, tek başına hareket etmeyip diğer bölge aktörleriyle birlikte hareket etmiş olsaydı belki de şu anda Suriye’de farklı bir noktaya gelmek mümkün olunacaktı.

Suriye’yi kan gölüne çeviren Proxy savaşında özellikle katliamlara sessiz kalınması ve daha fazla kan akıtılması için ABD’nin sorunun çözümüne katkı sunma yerine, süreci sürekli olarak yavaşlatma (filibuster) politikaları şu anda Suriye’yi istenilen kıvama getirmiştir. 

Donald Trump’ın öngördüğü yeni Ortadoğu politik parametrelerinin stratejik yansımaları artık yavaş yavaş gün ışığına çıkmaya başlamaktadır. Ortadoğu’daki yeni sürecin Türkiye’yi nasıl etkileyeceği doğrusu AK Parti Hükümeti’nin dış politikayı iç politik malzeme yapma anlayışından vaz geçmesi ve somut yeni stratejilerinin ortaya çıkmasıyla belirginlik kazanacaktır.

Sonuç olarak, Türkiye’nin bölgedeki varlığını ve geleceğini ilgilendiren çok hassas bir süreçte, gerginlik politikalarından siyasi medet bekleme yerine, yeni politikaların tespit edilmesi ve uygulamaya konulması artık kaçınılmaz bir zaruret olsa gerek.