Çocukların bayramını çalan hırsızlar üzerine

Abone Ol

Kredi kartları çocuklarımızdan “Bayram”ları çaldığından beri tedirginliğim bir kat daha arttı. İçini boşalttıklarımızın sayısı gün geçtikçe artıyor. Ve ben teknolojinin gelişmesi ile insanlığın gerilemesi arasında bir bağ görmeye başlıyorum. Yarınlardan endişeliyim. “Dün”ümüzün yakında çok eskide kalacağından korkuyorum. Geçmiş, bizim pişen yanlarımız aslında. Koparırsak bağımızı, elimizin tersiyle itersek eğer yalnızlaşacağız iyice. Yalnız yaşayacak, amacımızı hatırlayamadan belki de öleceğiz.

Köyler boşalırsa eğer kim anlatacak eskilerin hikâyelerini masal gibi. Anneler ninni söylemeyi bırakıp da Mozart dinletmeye başlarlarsa çocuklara anne sesini aramayacak mı çocuk Ninnilerle aktardığımız hikâyelere ne olacak

Televizyonlardan kurtulmazsak eğer evimizin büyüğü bizi karşısına oturtup da “Senee 1970. Sert geçmişti o sene kış. Uzun sürmüştü…” diye başlayan hikâyeleri hangi ara anlatacak Soba yanmazsa, kaloriferler herkesi kendi odasına hapsederse, kuzinede kim yakacak portakal kabuklarını. Kestaneyi sadece seyyarların tasarrufuna bırakmış olmak sizi de üzmüyor mu Köylü kızları televizyonla tanışır, kozmetikle kaynaşırsa masumiyet ne ile ifade edilir ki bundan sonra Çocuklarımızın çocuk olmasına izin vermezsek nasıl büyüyecekler bu kurtlar sofrasında Yok. Ben bu teknoloji çağını sevmedim. Başkalarının yazdığı hayatlarda figürasyon olmayı içime sindiremiyorum. İnsanlıktan sıyrılmış hallerimizi içim kaldırmıyor. Mahallemi özledim ben. Evet. Doğru okudunuz. Almanya’dan ilk geldiğimiz zaman oturduğumuz bir muhit vardı. Babam bir sene sonra gelmişti bizden. Daha küçüktüm. Ama sokaktaydım. Taklitle öğreniyordum çoğu şeyi. Zehir gibiydim. Babam geldiğinde ve benim sokaktan öğrendiklerimi duyduğunda bu kadar üzüleceğini bilseydim o sokağa hiç çıkmazdım. İlk işi babamın muhiti değiştirmek oldu. Fakat tercih kriterleri ders niteliğindeydi. Çarşıya yakın olsun, ulaşımı rahat olsun eyvallah. Komşuları nasıl Niye bu kadar önemliydi o zamanlar anlayamamıştım. Komşuya az daha miras düşmesi meselesini öğrenene kadar. Krediye ihtiyacı yoktu babamın. Sözünün eriydi. Biraz birikmişi, bolca seveni vardı. Kredisine göre değil, komşusuna göre seçmişti muhiti. İşte ben orada büyüdüm. Mahalle maçı yaptığımız, taştan kaleler yapıp, topun sahibi erkenden eve gitmesin diye yalvardığımız o sokağı özlüyorum.

Bana eski kafalı diyebilirsiniz. Teknolojinin işlerimizi çok kolaylaştırdığını rakamlarla açıklayabilirsiniz. Benim ise merak ettiğim şey farklı. Bugün bir çocuk rahatça komşularının evine neden giremiyor. Hafızalarımız neden eskisi kadar kuvvetli değil. (eskiden bir sürü telefon numarasını ezbere bilirdim. Şimdi ise eşimin numarasını hatırlayamadığım zamanlar oluyor) dün sokakta toz toprağın içinde oynayan, bahçe sulayan hortumlara ağızlarını dayayıp su içen çocuklar neden şimdiki çocuklar kadar hasta olmazdı ki Derslerimiz kötü gittiğinde yaramazlığımıza vurulurdu. Psikoloğa götürülmezdi çocuklar eskiden. Annemizin çözemeyeceği sorunlar sınırlıydı. Şimdi niye değil acaba Bazen aklım almıyor işte. Ben geri kafalı olmaktan rahatsız değilim. Ve evet çocukluğumu özlüyorum. Bir günde akşam ezanı okunmasın temennisini taşıdığımız çocukluğumu özlüyorum. Sokakta yüz yüze sosyalleştiğimiz, oyunlar ürettiğimiz, hayaller kurduğumuz zamanlar burnumda tütüyor. Kurallarını kendimiz belirlediğimiz zamanlarda yaşadık biz. “Bunu giyeceksin, burada yiyeceksin, burada takılıp, bu oyunu oynayacaksın” dayatması yoktu. Moda diyorlar ya şimdi. Mantar gibi herkes birbirine benzemeye başlıyor bir anda. Bugünkü kadar seçenek olmadığını düşünürseniz bizim zamanımızda, o zaman bile kıyafeti biriyle pişti olanla “Kızılay mı dağıttı” diye dalga geçerdik. Komşunun eskilerini giyerdik belki. Yeni kıyafet aldığımız zamanlar özel zamanlardı. Hak verin ama biraz. Sokakta oynuyorduk biz. Düşe kalka büyüdük. Dayanmazdı bize yeni kıyafet yeni ayakkabı. Kara lastikler neden çıktı sanıyorsunuz. Ev kıyafetimiz yoktu bizim. Biz dünün hikâyelerini babamızdan, amcamızdan dinledik. Hata yaptığımızda ise annemizin terliği cevabı asla ertesi güne bırakmazdı. Pazardan pazara yıkanırdık. AVM günü değildi pazarlarımız. Her şeyin tadı vardı. Domatesin tadı vardı, dostluğun tadı vardı. Bir omuz aradığımızda bulurduk yaslanmaya, ağlamaya. DM’den motive edilmedik hiç. Bir parkta buluşup hayal kurmanın tadı vardı. Malkoçoğlu izlemenin bir anlamı, tadı vardı. Dalga geçmezdi kimse o zamanlar o filmlerle. Bir kelime bir işlemdi hayatımız. Voltranı kurduk mu dünya duramazdı önümüzde. Gölgelerin gücü adınaydı kahramanlık vs. vs.

Güzel günlerdi. Gelelim kredi kartlarının çaldığı bayramlara. Anlatmayacağımı düşünmediniz değil mi Geçen haftadan vermiştim sözünü. Dedim ya eskiden sık sık kıyafet alınmazdı. Çabuk eskitirdik. Bu kadar tüketmeye teşvik etmezdi bizi ortam. Üretmek önemliydi o zamanlarda, ticaret bereketliydi. Şimdi öyle mi Normal zamanda yok kampanya, yok damping, yok seksen taksit bir sürü sarılacak bahaneler bulup “Aman çocuğumuz eksik kalmasın” diye sürekli alıyoruz. Sonra bayram geliyor. Yine alıyoruz. Biz bayramlık diye alıyoruz da, çocuklar niye heyecanlanmıyor eskisi gibi Niye gece defalarca giyip çıkarmıyorlar Niye ayakkabılarıyla evin içinde gezmiyorlar, yatarken başuçlarına koymuyorlar elbiselerini

Niye çaldınız çocukların bayramını

Kalbinizin sahibine emanet olun..

Eyvallah!!!