Çocukları Pistten Alalım!

Abone Ol

Sabah bezgin ve yılgınca gidilen okuldan neşeyle evine dönen her çocuk gibi cıvıl cıvıl mutlulukla girdiler eve. Gidiş ve dönüşlerde ağırlığı altında ezildikleri, sırtlarında bir o yana bir bu yana yalpalayıp duran çantayı her günün alışkanlığıyla bir kenara fırlattılar. Aynı hızla sokağa, oyuna karışmadan evvel Furkan musluktan bir bardak su doldurup kafasına dikti. Bir yandan ağabeyi Muhammed’in arkasından seyirtirken seslendi; “Abi, beni de bekle…” Birkaç dakika içinde oyunun etkin elemanıydı ikisi de. Devasa billboardlarda “Hiç kimse yasadışı değildir!” yazan stadyum yoktu, spor salonları yoktu, açık alan yoktu; bildiğin sokaktaydılar. Oyundaydılar ve mutluydular. Galip gelmekten kaynaklanan bir mutluluk değildi onlarınki; her zamanda her zeminde ve sahiplenebilmeyi beceremedikleri bu hayatta mağlup olmaktan yerinmedikleri gibi… Doyasıya oynadılar denebilirdi, ancak oyun için doyum söz konusu değildi. Güneş ağır ağır kaybolurken ardında tepelerin, veda vakti geldi bu güzel sabilerin. Eve döndüler, annelerinden azarlarını, sofrada hazırlarını yediler. Baba, dizi,  ödev, annelerinin yarın için hazırladığı beslenme, dönüşte gelişigüzel fırlatılan çantaların toparlanması derken yorgun düşüp uykuya çekildiler. O yorgunluğun tam kalbinden mızraklanacağını bilemezlerdi. Gecenin henüz yarısı kadarını yaşamışken civardakilerin, bilcümle komşuların şiddetle; onlarınsa yarım yamalak duydukları gürültü bu dünyaya dair son izlenimleri oluverdi. Deprem oluyor zannedip yatağından fırlayan konu komşunun karşılaştığı manzara yıkık duvarlar, molozlar arasında kalmış bir panzer,  arkalarına bakmadan kaçarken sarhoşlar gibi yalpaladıklarına şahit olunan dört adet polis, yıkıntılar altında iki adet çocuk cesedinden ibaretti. İşte tam da şimdi rengarenk cennetlerde güneşli güzel günler için hayal kurabilirlerdi. Haliç’te vapuru vuranlar da dört kişiydi. Ve o gece de ay yeşildi. Cinayeti kör bir kayıkçının gördüğü iddia edilmişti …

Anlatı, bir hikayenin başlangıcına benzemiyor. Sonu zaten. Yaşamın çok görüldüğü kimi çocukların hayatını sonlandırmak üstüne kurgulanmış bir hikayenin sonu. Olağan olmayan şekilde devam ettiği düşünülse şöyle olurdu: Polis gelip olay mahallini incelemek üzere sokağı bantlara sardı. Babaları ve amcalarının kucaklayıp hastaneye götürdüğü çocukların cesetlerine yahut cesetlerin çocuklarına el koydu. Yakınlarının görmesine bir daha izin vermedi. Hastane bahçesinde, morg kapısında, hatta kantinde yoğun güvenlik önlemleri alındı. Demek bu toprağın çocuklarının yaşayabilmesi için esirgenen güvenlik, cesetleri için alınabilirdi! Valilik lütfedip açıklama yaptı sonra; bir siyasi partinin ilçe başkanlığı binasını koruyan memurların görev mahallerinden ayrıldıktan sonra sarhoş olmadıklarına dair bilirkişi raporu falan alınıp, aslında öyle olmadı da böyle oldu mealli açıklamalar… Sarhoş diyeydiler yine iyiydi. Sarhoş olmayan biri panzerle duvarları devirecek şekilde bir eve kasıtsız mı girerdi? Bilinçli bir eylem miydi yani, öyle mi denmek istendi? Şu kadar ki haberlere, ajanslara yansıyan çocukların ölümü falan değil, polislerin sarhoş olup olmamalarıydı.  Zaten unutuluverdi üstünden iki gün geçmeden. Babalar, amcalar, akrabalar kimi, kime, nasıl dava etsindi ki? Yahut çocuklar öldükten sonra neye yarasındı faili dava etmek?

Sonra çıkıp dinsel açıdan, dinsel-devletsel kurumlar ile vatan, millet, sakarya edebiyatına bulanmış güven toplumundan; can güvenliğinden, mal güvenliğinden, emanet bilincinden falan söz ettik. Yarına, çocuklara bırakılacak bir vatan için güven mesela!.. Hangi çocuklar onlar? İki gözden, bir heladan ibaret gecekondu evinde gecenin bir yarısı birilerinin sözüm ona kazasına kurban giden çocuklar mı? Heyhat, ne panzerin orda neden bulunduğu, ne kaza yaptığı iddia edilen güvenlik görevlilerinin kendi mağdur ettiklerine müdahale etmeyip utanmadan, arlanmadan kaçışı sorgulanmadı. Ölüm zaten sorgulanmazdı. Üç beş ağaç için, yüzlerce madenci için, taşeron işçiler, operasyona gönderilen askerler için kopmayan kıyametler, üç beş çocuk için kılını kıpırdatmazdı. Karıncalar, Süleyman ordusunun ayak altında dolaşmamalıydı! Yahut da bu gariban insanlar devletin, polisin atadan kalma habitatında ev, ocak kurmamalıydı!

Dünyanız, kurduğunuz, kurguladığınız oyunlar için geniş bir alan… İyi de oynuyorsunuz besbelli. Alengirli, tehlikeli, dallı budaklı oyunlar kurduğunuz da şüphe götürmez. Bari oynadığınız, oynayacağınız yeri söyleyin, bir haber verin ki çocuklarımızı uğursuz ayaklarınızın altından alalım. Zira görkemli addettiğiniz, hırsına kapıldığınız bir oyun için gözünüzü kan bürüdüğünde ne çocuk tanıyorsunuz, ne ergen, ne bir yetişkin…