Galiba kadınlar, çocuk gelinler hususunda daha fazla tepkili, zira hem anne olarak hem de erkeklerin daha genci sevme eğilimine, bu tepki daima olacaktır.
Fakat bu daha gence olan eğilimli erkekler, bir empati yapsalar da aynı şekilde kendi kızları için bu eğilimi olanları düşünseler; böylesine sevimsiz tablodan derhal tiksineceklerdir.
Bir de sanılmakta ki Osmanlı’da herkesin birden fazla eşi bulunmakta idi. Hâlbuki Anadolu işinde gücünde, tarlasında çubuğunda, yüzde 99 tek eşi ile mütevazı yaşamında idi. Ancak sıfır virgüllü yüzdelerde ikinci eş söz konusu, dört eş de çok çok nadir, binde değil milyonda bir rastlanan bir durum idi.
Zaten Anadolu’da eşinin üzerine evlenmiş adam da toplumda fazla hoş görülmüyor ve yüz verilmemekte, toplum onu bir nevi dışlamakta idi. Fakat payitahtta bugünün züppe zenginlerinin evli ama sayısız sevgilileri ile magazin sayfalarında boy göstermeleri gibi toplumun dedikodu malzemesi idi; “Adam zengin, konağında iki eşini güller gibi yaşatmakta”, beğenileri ya da “Birinci hanımı daha asil, yok ikinci hanım daha şık” yakıştırmaları zamanın medya malzemesi idi.
Yoksa Anadolu, saraylardaki gibi bir eli yağda bir eli balda değildi, hanesinde geçim derdinde, yüzde yüzlere yakın oranda tek eşli idi. Çocuk gelinler hususunda acilen çok kapsamlı çalışmalar yapılmalıdır, anneler de evde evlatlarına daha dikkatli bir eğitim vermelidir. Kimi ailelerde yaşadığım bir zihniyet meselesi, her zaman beni rahatsız etmiştir. Anne eline geçeni kızının çeyizine saklayıp, “Evlendiğinde kullanacaksın” demekte, fakat bunu o kadar erken yaşlarda söylemekte ki çocuğun önüne birinci hedef olarak derslerini, okulunu, eğitimini değil de sadece evliliği bırakmakta.
Tıpkı komşu günlerinde olduğu gibi, hani meşhur kıssadır; çokbilmiş bir anne, “Benim kızım büyüyecek, doktor karısı olacak” dediğinde, bilinçli bir anne bilge yaklaşımı ile had bildirmiştir; “Yanlış düşünüyorsunuz, benim kızım büyüyecek, okuyacak, kendisi doktor olacak”.
Genç anneleri daha bilinçli sanmakta idim, üniversite mezunu bir annenin ilkokula giden kızı, bana şu cümleyi söyleyince, çok şaşırdım; “Biliyor musunuz, annem evlendiğinde örtünmüş, ben de evlenince başımı örteceğim”.
Çocuğa döndüm, “Annen sana yanlış öğretmiş, evlenince örtünülmez, mesela üniversiteye ya da liseye giderken örtüneceğim” demeliydin. Evliliği kız ve erkek çocukların başat hedefi koymak ilkelliktir, önce çok iyi bir insan olması, kendini iyi yetiştirmesi, hangi branş olursa olsun uzmanlaşması, üniversite bitirmesinin asla yetmeyeceği, çok kitap okuyarak kendisini aşması gerektiği aşılanmalıdır. Bir babaanne de üç yaşındaki erkek torununu şöyle sevmekte idi, buz gibi olmuştum;
“Benim yavrum büyüyecek, damat olacak”, çocuk sonraları damat olmayı kafasında o kadar çok büyütmüş ki, on yaşına geldiğinde annesine tutturmuş, “ben evleneceğim” diye.
Verdiğimiz eğitim öylesine önemli ki, bir papağan gibi çocuklar bizim söylemlerimizi, hareketlerimizi taklit etmekte; aile, eğitim üzerinde ivedilikle dursa çocukta konunun önemini kavrayacak ama yanlış yapan ebeveyn sürekli evlilik hususunu sıcak tutarsa, çocuk da “Okumaya ne gerek var, nasıl olsa evleneceğim” deyip çok erken yaşta bilmediği konularla meşgul olacaktır.
Bu sebeple öğretmenlere, vaizlere, doktor ve hemşirelere çok işler düşmekte, topluma bilinç aşısı yapmalı ve sadece öğrencilerine, hastalarına değil, “sokak muallimliği” gibi yüce bir misyonu kendilerine rehber edinip, sırtlarını topluma dönmeden insanlara doğruları aktarmalıdırlar. Muallim Cevdet, hamallara, “gece dersleri” yapardı, Rumelihisarı’nda bir çeşmenin önünde, onlara tarih dersleri verirdi.
Dijital devrimden önce o mutlu çocukluğumuzda, İstanbul’un kibar hanımefendileri toplumda yanlış gördükleri davranışları düzeltmek için uğraşır, bilgi ve görgülerini çevrelerine aktarmakta cimri davranmazlardı. Şimdi herkes evlerine, âlemlerine, TV ve sosyal medyaya kapandığından insanların eğitimi de engellenmekte elbette.