Cilalı imaj devri

Abone Ol

Hâkim paradigmaya hizmet eden, televizyonculuğu “eğlence” anlayışına indirgeyen bir medya zihniyetinin hâkim olduğu dönem yaşıyoruz. Bu anlayış, beraberinde bazı kavramları da hayatımıza sokuşturuyor birer birer.

Mesela, cilalı imaj devri bunlardan biri. Artık medyada yer almayan, medyanın dehlizlerinden gözümüzün önüne getirilmeyen hiçbir kültürün, hiçbir ismin, hiçbir şöhretin kendi başına bir değeri yok. Eğer şöhret olmak istiyorsanız, kitlelere ve kamuoyuna mal olmak istiyorsanız, medyanın sizi allayıp pullaması, cilalaması ve şöhretler kategorisine giriş yapmanız gerekiyor. Hangi sanat alanında olursanız olun, hangi işi yaparsanız yapın, yaptığınız işin karşılığını ancak medyadaki haber değeriniz belirliyor. Popüler kültürün getirdiği bu dönem, bir günlük, bir haftalık, bir aylık sanal şöhretlerin hayatımızı kuşatmasına neden oluyor. Bakıyorsunuz, bir kasetiyle, bir şarkısıyla gündem olarak pazarlanan birisi, bir ay sonra gündemimizden yok olmuş çekip gidivermiş. Bu kısır döngü ve sanal şöhretlerin kıyasıya pazarlanma işi, gerçek sanat ve gerçek sanatçıların da gündemimize alınmasını engelliyor.

Popüler olanın konuşulduğu, tartışıldığı, gazete köşelerine yansıtıldığı, kamera ve mikrofon tutulduğu bu dönem, popüler olana dayanmadan bir şeyler yapmaya çalışan sınırlı sayıda insanın da yaptıkları işe küsmesine, darılmasına ve üretim yapmasına engel oluyor. Önceki günlerde Türkiye’de kuşaklar arası geçiş yapmayı başarabilmiş usta sanatçılardan birisi olan Orhan Gencebay’ın konuk olduğu CNN Türk ekranlarındaki bir programa denk geldim. Sunucu, “Batsın Bu Dünya” şarkısını neden yaptığını sordu Orhan Gencebay’a. Gencebay da, Türkiye şartlarında o dönemi hatırlamayanların bu şarkının neden yapıldığını anlamalarının zor olduğunu söyledi.

Sanatçılık çok çetin ve zorlu bir süreci beraberinde getiriyor. Bu çetrefilli dönemi insanlar da başından kabul ediyorlar. Orhan Gencebay, kuşaklar arası geçiş yapabildiği döneme kadar, medyada ne bedeller ödedi. Sanatçılar, şöhretlerinin bedelini peşin peşin ödüyorlar. Her gün gazetelerin magazin sayfalarında, televizyonların magazin programlarında göz önünde olmayı peşin peşin kabul ediyorlar.

Bu süreç, hiçbir şey üretmeseler de, hiçbir şeye kulp olmasalar da, onların attıkları her adımın bile haber yapıldığı “şöhret bedeli” olarak önlerine konuluyor. Medya onlardan besleniyor, onlar da medyadan. Bu kirli ve karanlık süreç, gerçek sanatçıların yaptıkları işin her zaman göz ardı edilmesine, unutturulmasına, sanatın yok edilmesine yol açıyor.

Ne yapılabilir? Ne yapılması lazım? Bu kirli süreci tersine çevirecek bir mekanizmayı devreye sokmamız gerekiyor. Özellikle sanal şöhretlerden ve şöhret mezarlıklarından beslenen medyanın, bu kirli cilalı imaj devrine son vermesi gerekiyor. Gerçek sanatçıyı, gerçek sanatı gündeme alması ve kamuoyunun bu yönde beklentiler oluşturmasını sağlaması gerekiyor.

Dikkatinizi çekiyor mu bilmem, son 10 yıldır bu popüler kültürün ürettiği, kulaklarımızda bir aşinalık hissettirecek, gözümüzde ve önümüzde kalıcı bir nitelik arz eden bir adet sanatçı bile çıkmadı. Çıkanlar da, medyanın zorlamasıyla bizlere yutturulan abidik gubidik isimlerden başkaları değil.

Bu ülkenin değerlerine saygılı, bu ülkenin kültürüyle, özüyle, örfüyle barışık yeni isimler, medyada özel hayatıyla pazarlanmayan, yaptığı işle kabul görecek sanatçılara ihtiyacımız var. Bu kısır döngüyü kıracak bu isimler, toplumun önünde yürüyen isimler olacaktır. Ne diyordu bir düşünür: Sanatçı, bir ayna gibidir. Bu ayna kirli olursa tüm toplum kirlenir, bu ayna temiz olursa, toplum da arınır.