Gözler önünde işlerin hamasetle yürü(tül)düğü, algı yönetiminin ise adeta bir kontrol mekanizması haline geldiği bir dönemden geçiyoruz.
Ekranlarda "Diriliş Ertuğrul" ile tarihin tozlu sayfalarında şan ve şeref ararken, birçok İslam ülkesi yerle bir edilerek maalesef bir bir kaybedildi, fark etmiyoruz.
"Kudüs Fatihi Selahattin Eyyubi" dizisiyle gönüler ve akıllar uyuşturulurken, Filistin ve Kudüs’ün acı kaderi, zalimlerin insafına terk edildi. Sayısız can toprağa düşerken, yaşanan dramlar göz ardı edildi, umursamıyoruz.
"Kuruluş Osman" seyrederken, gündeme getirilen "terör bitti" aldatmacasıyla ülkenin iç dinamikleri parçalanma tehdidiyle karşı karşıya, anlamıyoruz.
"Fetihler Sultanı Mehmet" dizisinde ise fetih ruhu pompalanırken, ne acıdır ki İstanbul parsel parsel yabancılara satılıyor, görmek istemiyoruz.
Tüm bunlara ek olarak, aile yapımızı, geleneksel değerlerimizi ve ahlaki kodlarımızı aşındıran sayısız dizi yapımı, toplumsal bir erozyonun habercisi niteliğinde, düşünmüyoruz.
Bu vahim tablo, bize gösterişli söylemlerin ve hamasetin, somut icraatın ve gerçek çözümlerin önüne geçtiği bir devri acı bir şekilde resmediyor, ayırt edemiyoruz.
Ne yazık ki şuursuzluğun yayıldığı toplumda oluşturulan yapay/sahte/yalan algılar, gerçeklerin üzerini örtmekte başarılı oluyor.
Bu durum ise toplumsal bir çöküşün sinyallerini verirken, eleştirel düşünce yeteneğimiz köreltiliyor, sorgulamayan ve koşulsuz biat eden bir toplum yapısının ortaya çıkmasına neden oluyor, araştırmıyoruz...
---
"Dindar gençlik" söylemleriyle kulaklarımız paslanırken, gözlerimizin önünde gençliğin dini ve ahlaki değerlerden ne denli uzaklaştığı acı bir tablo olarak serildi.
Hamasi nutuklar, içi boş bir slogandan öteye gidemezken, gerçek manada ahlaki çöküntünün önüne geçilemediği de aşikâr...
"Yerli ve milli" nidâlarıyla ortalık yankılanırken, bu vatanın ne var ne yoksa satılığa çıkarıldığına, stratejik kurumlarımızın bile yabancı sermayenin kontrolüne geçtiğine şahit olduk; olmaya devam ediyoruz.
Kısacası günümüzde "Yerli ve milli" kelimeleri, aslında bir ulusal varlıkların tasfiyesi operasyonunun kılıfı haline gelmiş durumda, itiraf edemiyoruz.
"Adalet" çığlıkları arşı inletirken, sahada kendi yandaşlarını kayıran, halkın devlete olan güvenini temelden sarsan çürümüş bir sistem inşa edildi. Bu adaletsizlik, öyle boyutlara ulaştı ki, kendi söylemlerine bile inanmadıkları, adaleti sadece bir araç olarak kullandıkları apaçık ortaya çıktı.
Bu düzenbazlık, adalet arayan nice vicdanları kanatmaya devam ediyor, inanmıyoruz...
---
Verilen sözler ve çizilen pembe tabloların ardında, ne yazık ki birçok acı gerçeklik dikkat çekmeye devam ediyor.
"Mülakatlar kalkacak" denilerek liyakat vurgusu yapılırken, bugün gelinen noktada şeffaflık ve adalet arayışı tamamen buharlaşmış durumda...
Mülakatın kaldırılması bir yana, adeta bir güvenlik kilidi görevi görmesi gereken bu süreç, kayırmacılığın ve torpilin cirit attığı bir arena haline gelmiş durumda...
Ehliyet ve bilgi birikimi, yerini "bizden olan" ve "tanıdık" olma kriterine bırakırken, bu durum, kamuya olan güveni temelden sarsmakla kalmıyor, ülkenin geleceğini de ciddi anlamda tehlikeye atıyor.
---
"Sağlıkta devrim" iddialarıyla övünülen sistemin geldiği nokta ise, kabul edilemez bir çöküşün göstergesi oldu.
Eskiden şifa arayan vatandaşlar için kapıları açık olan hastaneler, bugün birer randevu kabusuna dönüşmüş durumda...
Dakikalar süren telefon trafiği, haftalarca süren bekleyişler ve en basit sağlık hizmetine dahi ulaşmada yaşanan inanılmaz zorluklar, "lüks" kelimesinin bile kifâyetsiz kaldığı bir tablo çiziyor.
Hastanelerde şifa bulmak yerine, evde çaresizce beklemeye mahkûm edilen vatandaşlar, adeta ölüme terk edilmişçesine bir kaderle baş başa bırakılıyor.
Bu durum, temel bir insan hakkı olan sağlık hizmetinin nasıl bir çeyrek asır öncesinin bile gerisine düştüğünün en acı kanıtı...
---
"Evlenin, üç çocuk yapın" söylemleriyle gençlerin aile kurmaya teşvik edildiği bir ortamda, ne yazık ki gelecek kaygıları ve ekonomik zorluklar dalga geçercesine göz ardı ediliyor.
Gençler, derinleşen ekonomik krizin, işsizliğin ve hayat pahalılığının pençesinde adeta nefes alamaz hale gelmişken, bu tür vaazlar gerçeklerden kopuk ve anlamsız kalıyor.
Kendi geleceklerini bile güvence altına almakta zorlanan bir nesilden, ülkenin geleceği için çocuk yapması beklenmesi, toplumsal bir ikiyüzlülüğün ve gençlerin içinde bulunduğu çıkmazı görmezden gelme inadının trajik bir yansıması değil de nedir?
---
Eğitimin hali ise içler acısı…
Bugün, ülkenin dört bir yanına "üniversite" adı altında dikilen tabelaların, aslında bir eğitim faciasının göstergesi olduğu acı bir gerçekliktir. Bu sözde eğitim yuvaları, ne yazık ki birer diploma fabrikasına dönüşmüş, nitelikten yoksun mezunlar ordusu meydana getirmiştir.
Bu çarpık sistemin en bariz sonucu ise beyin göçüdür. En yetenekli, en donanımlı gençlerimiz, bu ülkenin onlara sunabileceği bir gelecek olmadığı inancıyla, çareyi yurt dışına göç etmekte bulmuştur.
Ülke, en parlak zihinlerini kaybetmenin bedelini ağır öderken, içerideki tablo daha da vahimdir: siyasi torpillerle işe yerleşenler, liyakat kavramını ayaklar altına alarak, hak edenlerin önüne geçmiştir. Halkın sahipsiz evlatları ise, tüm çabalarına rağmen ya işsizlik ordusuna katılmış ya da asgari ücretin sefaletine mahkûm edilmiştir.
Daha da trajik olanı, bu "tabela üniversitelerinden" mezun olanların çoğunun, eski nesil lise mezunlarının dahi gerisinde kalmasıdır.
Liseyi bitirmekte zorlanacak kapasitedeki çocuklar bile, bu niteliksiz yükseköğretim kurumlarına kabul edilmiştir. Bu durum, sadece bireysel geleceklerini değil, aynı zamanda ülkenin geleceğini de dinamitlemektedir. Zira meslek sahibi olabilecekleri değerli zamanları bu "sözde üniversitelerde" heba edilirken, ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu ara eleman yetiştirme kapasitesi tamamen körelmiştir. Sanayinin ve ekonominin can damarı olan bu kritik boşluk, telafisi güç yaralar açmaktadır.
Eğitim sistemimizdeki bu çarpık yapı, garibanın çocuğunu ya asgari ücrete razı eden bir köle haline getirmiş ya da umutsuzluğa sürükleyerek işsizler ordusuna katmıştır.
Bu tablo, sadece bir eğitim krizi değil, aynı zamanda toplumsal adaletin ve fırsat eşitliğinin acımasızca katledildiği bir ülkenin dramıdır. Eğitimdeki bu çöküş, geleceğimizi ipotek altına alırken, bir ülkenin en değerli varlığı olan insan sermayesini de erozyona uğratmaktadır.
---
"Faiz bir dünya gerçeğidir" denildi, faiz oranları yüzde ellilere çıktı. Bu ülkenin Müslüman evlatları anapara kadar faiz öder hale getirildi.
"Kumar haram" dendi, devlet eliyle oynatılan kumar başına "milli" kavramı konularak meşrulaştırıldı.
Ülke, kara para cennetine (!) döndü, gri listelere alındı.
Uyuşturucu kullanımı adeta patladı. "Pudra şekeri" denilerek hafife alınan uyuşturucu, çoluk çocuğu madde bağımlısı yaptı.
Rüşvetler, bahşişler, yakalanan paralar ise birçok kılıfla aklandı.
Büyük hırsızlara "dokunulmazlık zırhı" giydirilerek ya görevden alınıp yargılanmadılar ya da göstermelik cezalarla geçiştirildiler.
Sözde "hırsızlıkla mücadele" ise sadece bir söylemden ibaret kaldı.
---
Tarım denildiğinde, mevcut iktidar öncesi kendi kendine yeten yedi devletten biri olan Türkiye, bugün her şeyi ithal eden bir ülke konumuna geldi.
Savaş halindeki iki ülkeden tahıl almayı başarı diye sunarken, düşünemeyenler sürüsü "biz neden satamıyoruz da başkalarından alıyoruz" diye sormadı. Tıpkı göz önünde bunca olan biten her şeyde "neden" diye sormaması gibi...
Şanlı tarihimiz ve şerefli milletimiz göz önüne alındığında ne yazık ki; “Cehalet hiçbir devirde hiç bu kadar kutsanmamıştı…”
---
Kısacası, İslam’ı savunduğu iddiasında olan hamaset sahiplerinin bu ülkeye 20 küsur yılda verdiği zarar/tahribat; Haçlıların, Moğolların, dış güçlerin bile vermediği kadar büyük oldu.
İnsanların hamaset ve suni algılarla yönetildiği bu zaman diliminde, ülkenin temel değerleri, ekonomisi, sosyal yapısı, ahlak ve maneviyatı derinden sarsıldı.
Özetle hamaset ve yalanın gölgesinde gerçekler yavaş yavaş kaybolurken, gelecek nesillere devredilecek bir enkaz dahi bırakılamadı…
NOT: Belirtmek isterim ki burada yazılanlar, ülkenin içinde bulunduğu sorunların kapsamlı bir panoramasını sunmaktan ziyade, ilk bakışta göze çarpan problemlerin yalnızca bir özetidir. Burada sunulanlar, mevcut durumun detaylı bir incelemesinden çok, günlük yaşamda doğrudan hissedilen ana sorunlara bir giriş niteliğindedir.
Sağlıcakla ve selâmetle kalın...