Çarşambanın gelişi perşembeden bellidir

Abone Ol

Türkiye, Asya ile Avrupa arasında köprüdür. İki kıta arasında birlik, beraberlik ve bütünlük köprülerle sağlanır. Bu iki kıtayı birbirinden ayıran da boğazlardır. Boğazlar bu topraklar için büyük sorundur. Boğazlar Sorunu, İstanbul ve Çanakkale Boğazı’nın stratejik ve askeri önemi nedeniyle hem Osmanlı Devleti’ni hedef alan, hem de Avrupa ülkelerinin kendi aralarında çekişmelere yol açan sorundur. Montrö Sözleşmesi de bu sorunun neticesinde yapılmıştır.

Boğaz bazı insanlar için gerçekten büyük sorundur, doymak bilmez. Akif’in destansı bir dille anlattığı Boğaz Harbi bile doymak bilmeyen boğazlara izafe edilebilir. O boğazlar, sadece variyete değil varlığa; bizzat insan varlığına bile düşmanlık besleyen bir mücadele içinde olmuştur. Yine boğaz, insan boğazı sadece doymazlığıyla bilinmez. Boğazı yol edinip ağza ulaşan, dile dökülen sözler, boğazın bir diğer işlevini ibraz eder. Doymak bilmeyen boğazın boşboğazlığı sonucu dile getirilen sözler, tıpkı iki kıtayı ayıran boğazlar gibi ayırıcı, ayrıştırıcıdır. Kıtaları, insanları ve hatta insanlığı birbirinden ayırır, ötekileştirir. Halk arasında buna ‘ayrıştırıcı dil’ diye bir tanım konmuştur. Bu tür tanımlar halk arasında kalır. Boğazın sahibine, dilin kullanıcısına, ana ayrıştırıcıya ulaşmaz. Belki ulaşmaması daha hayırlıdır.

Asya ile Avrupa arasında köprü işlevi görme tarifi, ilkokul müfredatından kalma bilgidir. Bir gün işe yarayacağını düşünmeden, sistemin yetiştirdiği güzide öğretmenler tarafından çocuklara ezberletilir. Aynı çocuklar hayatının neredeyse her kesitinde köprüyle karşılaşır. Köprü muhabbeti memleketin belkemiğidir. Ta ki bir gün bu toprakların salt köprüden ibaret olduğunu ayırt edip terk etmeye niyetleninceye kadar…  Göçmenler, buranın sadece köprü olduğunu bilir. Asya ve Avrupa arasındaki yaklaşık binaltıyüz kilometrelik köprüyü geçmeyi göze alarak gelmişlerdir. Terk ettikleri memleketlerdeki hayatı yaşanmaz kılan unsurların, bu bir müddet kalacakları köprünün üstünde de kendilerini beklediğini bilirler. Bilmeden gelmişlerse bildirilir. O bildirim acı bir tecrübe olur. Esefle söylenebilir ki bu memlekette hayal kırıklığı yaşayan göçmen oranı pek azdır. Yokluk, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, haksızlık, hırsızlık, adaletsizlik, baskı, şiddet, zulüm, açlık ve hatta çoğunun kaçınmaya uğraştığı savaş, söz konusu uzun köprü üstünde de yakalarını bırakmayacaktır. Doğup büyüdükleri topraklardan ayrılmadan evvel bilirler ki bu köprü kopup geldikleri topraklardan farksızdır. Bu köprüler ülkesi, mülteci kabul etmez. Hayret-i muciptir ki kullanıcıların da iltica talebi yoktur.

Geçici sığınmacı tabirinin sınırları belli değildir. Ne kadar kalınacağı, köprüdeki yolculuğun ne kadar süreceği belirsizdir. Bir yolcunun geçip gitmekten vazgeçip hepten kalma ihtimali ürkütücüdür. Kalmasına izin verilmez zaten. Uzun süre köprüde kalabilenlerin intihara yeltendiği, kimilerinin köprüden atlamak suretiyle hayatını sonlandırdığı çokça rastlanan bir şeydir. İşte tam da bu sebepten, yolculara buranın yaşanmazlığı gösterilip, onlardan yola devam etmeleri istenir. Ta baştan, köprüye girdikleri andan itibaren onlar için geçici sığınmacı tanımı yapılmıştır. Mülteci yahut sığınmacı gibi ifadeler, yolcular için ihtiyari bir sıfat olarak kullanılır. Çünkü köprünün işletme hakkını elinde tutanlar, yolcuların bir memleketten sığınma talep edeceklerini bilirler. Sığınma talep edilecek yer elbette köprü değildir. Bu durumdan asla gocunmazlar. Sırasında Avrupa ülkelerini bu insanları salmakla tehdit etmekten çekinmezler. Sınırları açmak diye tehdit unsuru olarak gösterdikleri, sanki ipinden boşanmış hayvan sürüsüdür.

Köprünün işletme hakkını elinde bulunduranlar günlerden bir gün tepeleri atıverince, çok da insani bir muameleyle karşılanmamış göçmenleri sınıra doğru sürerler. Sınırın bir de öte yakası vardır. Köprünün diğer yanından kabul görmeyince bu geçici hayat yolcuları, sipsivri ortada kalırlar. Bunun nasıl bir zulüm olduğuna yönelik tanım yoktur zihinlerinde. Köprü bitince karaya ulaşacaklarını zannederler. Ancak karaya ayak bastıkları anda kurşunlarla, biber gazıyla karşılanırlar. Geri dönmek gelmez akıllarına. Yeni bir köprüyü kat edip iltica edecekleri o insaflı, insanlıklı, yaşanabilir memleketi aranırlar.

Allah’ın her günü Batı’nın insafsızlığından, ahlaksızlığından, insanlık dışı uygulamalarından, zulmünden ve sömürüsünden dem vuranlar, misafirlerini böyle ağırlamış, böylece de uğurlamış olur.