Camilere kilise gibi sandalye koyalım Pantolonun ütüsü bozuluyor

Abone Ol

Camilere tıpkı kiliseler gibi sandalyeler

koyalım ve onların üzerinde ibadetlerimizi yapalım. Zira yere

oturduğumuzda pantolonlarımızın ütüsü bozuluyor. Her zaman da

pantolonlara ütü yaptıramıyoruz. Bu yüzden namazdan secde ve tahiyat

kaldırılsın diyen sefil zihniyet ne yazık ki, bu ülkede vekillik yaptı

ve bu fakir milletin ekmeğini yedi.

Bu

nasıl bir başlık böyle tövbe estağfurullah deyişinizi ve belki de bana

kızgın kızgın sözler söylediğinizi duyar gibiyim. Kızmayın ne olur. Bu

sözler bana ait değil. Bu sözler, bir zamanlar bu milleti temsil eden

Türkiye Büyük Millet Meclisi nde milletvekili sıfatı ile bu milletten

maaş alan CHP li bir milletvekiline aittir. Nasıl vahim bir durumdur bu

yarabbi. Bu şahsiyetsiz sözler, Müslüman bir ülkenin, Müslüman

milletlerini temsil eden bir vekilden çıkan sözler olamaz. Ama ne yazık

ki olmuş

Şimdi isterseniz buyurun hadisenin izahını en başından yapalım;

Tarih

sahnesine peşi sıra çıkan ve birbirinin devamı niteliğinde olan

Selçuklu-Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin, aynı millet tarafından,

İslâmi ve millî hassasiyetlere bağlı, ırk değil ümmet duygusuna

dayanarak aynı maddî ve manevî temeller üzerine kurulduğu sanırım bu

satırları okuyan herkesçe malumdur. Yani bu ülkede yaşayan tüm halk

tabakalarını yüzyıllar boyu bir arada tutan ve halklar arasında

yapıştırıcı vazifesi gören elbette ve tabi ki İslam dır. Fakat bu harç

vazifesi gören ve milli birliği sağlayan bu İslam unsuru cumhuriyetin

ilanından sonra bir anda değil, tedricen yavaş yavaş etkisiz hale

getirilmeye ve saf dışı bırakılmaya çalışıldı. En nihayet tamamen

değiştirilmesi ve yerine Hıristiyanlığın konulması düşünüldü.

Bu

durumun sebebi, Tanzimat tan beridir içine düştüğümüz kimlik, kültür ve

iman bunalımıdır. Bu dönem aydınları batı medeniyetine özenerek

köklerden kopmayı marifet bilmişlerdir. Bu insanları böyle düşünmeye

iten pek çok faktör mevcuttur fakat en önemlisi; millet olarak, ülke

olarak Tanzimat tan beri içine düşürüldüğümüz kültür buhranıdır. Bu

buhranın, üç devir Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet aydınlarında

doğurduğu inanç bunalımıdır.

Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa vs.

Tanzimat yöneticilerinin ve sonraki dönem yöneticilerinin birbirlerine

kimi benzeyen, kimi birbirine zıt düşen fikir ve icraatlarında onların

İslam dan millî varlıktan ve demokrasiden kaçtıkları görülür. Bu, dinden

ve millî kültürden kaçış, Cumhuriyet aydınlarında da sonuna kadar hep

vardı.

Tanrı uludur, Tanrı uludur ve yoktur Tanrıdan başka tapacak

diye başlayan Türkçe ezan, Türkçe ibadet, Türkçe Kur an, Türkçe Namaz,

papyonlu ve takım elbiseli imam, cumhuriyetin ilk yıllarında herkes

tarafından her yerde görülebilecek üzücü ve gönül burkucu acı

görüntülerdi.

Camilere tıpkı kiliseler gibi sandalyeler koyalım

ve onların üzerinde ibadetlerimizi yapalım. Zira yere oturduğumuzda

pantolonlarımızın ütüsü bozuluyor. Her zaman da pantolonlara ütü

yaptıramıyoruz. Bu yüzden namazdan secde ve tahiyat kaldırılsın diyen

sefil zihniyet ne yazık ki, bu ülkede vekillik yaptı ve bu fakir

milletin ekmeğini yedi. Sonra yine bu ülkenin üniversite kürsülerinde

hocalık makamlarını işgal eden Ziya Gökalpler çıktı ve bu kültürel

sahadaki cinayeti şirin göstermek için şiirler şarkılar yazdı.

Okuyacağınız Vatan adlı garabet şey o dönemlerde yaşanan kültürel

katliamın Ziya Gökalp tarafından şirinleştirilmiş (!) ve şiirleştirilmiş

halidir.

Vatan

Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,

Köylü anlar manasını namazdaki duânın...

Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur ân okunur.

Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdâ nın.

Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!1

Aşağıda

okuyacağınız şu anekdot ise bu kendi halkının inanç esaslarından ve

diyanetinden uzak Avrupa nın Hıristiyanlık kültürünü bizim has dinimiz

olan İslam ın üzerinde gören o malum zavallı şahsiyet fukaralarının

milli mücadeleyi kazandıran İslamî öz e karşı ne ölçüde husumet ve

gaflet içinde olduklarını ispatlamaktadır;

 13-16 Kasım

1970 tarihli Yeni İstanbul gazetesindeki neşredilen belgesel haberde

Kâzım Karabekir Paşa diyor ki; 18 Temmuz 1923 te Ankara İstasyonundaki

binada Teşkilat-ı Esasiye nin 1924 te kabul edilen Cumhuriyet tarihinin

ilk Anayasası taslak görüşmelerinde Anayasada zikredilecek olan din

maddesi üzerine konuşuyorduk. Ben içeriye girdiğim sırada Tevfik Rüştü

Bey konuşuyordu; Ben kanaatimi millet kürsüsünden de haykırırım

Kimseden korkmam Teşkilat-ı Esasiyemizde dinimiz apaçık yazılmalıdır

diyordu. Bu sözleri duyunca şaşırdım ve söz aldım ve dedim ki;

Teşkilat-ı

Esasiye de dinimizin İslam olduğu apaçık yazılıdır. Rüştü Bey hangi

kanaati haykıracaksın Hangi dini yazdıracaksın ... Hıristiyanlığı

mı ...

Soyadı Kanunu ndan sonra BOZKURT lakabını alacak olan

meşhur Türkçü Millî Eğitim Bakanı Mahmut Esat Bey söz aldı ve sert bir

biçimde bana cevap verdi:

Evet Hıristiyanlığı Çünkü İslam

ilerlememize engeldir. Bu dinle yürünmez mahvoluruz. Ve dünyada bize

kimse ehemmiyet vermez dedi.

Fethi Bey söz alarak,

bana gayet katı ve sert bir biçimde şunları söyledi; Evet Karabekir,

biz Türkler İslamlığı kabul ettiğimiz için böyle geride kaldık. Bunun

için artık İslam da kalmamamız lazım Ben de bu sözleri sarf edenlere

karşı aynı sertlikte cevap verip islamı savunurken oturumu idare eden

Mustafa Kemal Paşa sözümü kesti ve dedi ki; Müzakereler çok

hararetlendi Burada kesiyorum. 2  Bu memlekette bir vakitler ne konular

hangi ehliyetsiz ağızlara konu olmuş ve ne pervasız sözler söylenmiş

böyle. Acı bir gerçek gibi tarihin en hazin ve hüzün dolu sayfası olarak

kalacak olan bu dönem, ne yazık ki bu milletin hiç hak etmediği bir

depresyonik dönemdi. Türkiye nin ilerlemek istiyorsa dininin İslam

değil, Hıristiyanlığı seçmesi gerektiğini söyleyen ve sonraki senelerde

bu ülkenin Dış İşleri Bakanlığı nı yürütecek olan Tevfik Rüştü Ayas ın

bu ülkenin sahiplerinden biri olan Kürt Milleti için söylediği sözlerin

de o günlerde çok yankı uyandırdığı bilinen bir hakikattir. Şöyle

demiştir Kürtler için;

Kürtlerin durumuna gelince, kültürel

düzeyleri o kadar düşük, zihniyetleri o kadar geridir ki, Türk ulus

yapısı içinde barınamazlar... Daha ileri ve kültürlü Türklerle

giriştikleri yaşam mücadelesini kaybedeceklerdir... Çoğu İran ve Irak a

göçebilir, kalanlar ise yaşam mücadelesinde zayıfların yok olması

sürecine tabi olacaklardır.

Allah ın bir hikmeti olarak o an yani

bu tür vahim bir mesele mecliste görüşülürken orada, milli mücadele

zamanlarında Sultan Vahideddin Han dan izin alarak ve ona projelerinden

bahsederek vatanın kurtulması noktasında milli mücadeleyi başlatmak için

Anadolu ya ilk defa çıkmış ve bu hareketi ile İstanbul da hareketsiz

halde bulunan diğer paşalara da örnek olmuş, savaş zamanlarında aldığı

tüm vazifeleri alnının akıyla halletmiş, tüm cephelerde düşmana

mağlubiyet duygusunu tattırmış bu vatanı gerçekten seven ve bu vatan

için ömrünü hiç düşünmeden harcayan kudretli ve muhteşem paşa Kâzım

Karabekir bulunmaktaymış ki şiddetli muhalefeti ile böyle bir vahşetin

Meclis te konuşulmasını bile engellemiş. Allah yoktur ve Muhammed hâşâ

filozoftur diyen milletvekilinden, Hıristiyanlık İslam a göre daha

iyidir diyene, ruh yoktur sadece bir kuruntudur diyenden, din afyondur

ve ilkel kavimler için gereklidir diyene, insanlık bir gün Allah ı

hâşâ yenecektir diyenden, asıl Allah değil, ben olmasaydım Allah

olmazdı diyene, ezanın ne dediğini anlamıyoruz o yüzden çağrı Türkçe

olmalı diyenden, Adem denilen safsata din denilen uydurmalar bütününün

uydurduğu ve modern insanın asla Adem ve Havva yalanına inanmamalıdır

diyenden insan maymundan türemiştir diyene kadar pek çok zihniyette

bakan, başbakan, milletvekili, siyasetçi, sanatçı, filozof cinsinden

zavallı gördü bu Millet ve bu vatan. Fakat özünden, doğru bildiği

hakikat gördüğü gerçeklerden santim şaşmadı ve bundan sonra da

şaşmayacak inşallah. Zira bu millet hata yapabilir, yanlışa düşebilir,

peşinden gitmemesi gereken kişilerin peşinden gidebilir ancak asla

dininden diyanetinden tamamen vazgeçmez. Geçmişte vazgeçmedi, hali

hazırda vazgeçmiyor ve yarın da vazgeçmeyecek inşallah Son olarak bir

yabancı gözüyle Türkiye deki bu ışık hızıyla süren kabuk değişimine

bizzat şahit olan ve o günlerle ilgili kitap yazan İngiliz yazar Grace

Ellison Konya dan Adana ya giderken bir okul müfettişinin kendisine

şunları söylediğini anlatıyor; Bizim Peygamberimiz Gazi dir.

Arabistan lı zatla artık işimiz bitti. Muhammed in dini Arabistan için

gayet iyiydi, ama bize göre değil dedi. Ben de ona; Fakat sizin hiçbir

inancınız yok mu diye sordum. Var dedi. Gazi ye, ilme, ülkemin

geleceğine ve kendime inanıyorum dedi. Ya Tanrı dedim. Tanrı hakkında

kim ne bilebilir ki diye cevap verdi.3

Başka söze hacet var mı ...

Muhabbetle

KAYNAKLAR:

1) Ziya Gökalp, Vatan isimli şiirinin birinci kıtası

2) Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, Türk Edebiyatı Vakfı

3) Grace Ellison, Ankara da Bir İngiliz Kadını, Bilgi Yayınevi, Mayıs 1999