Zorlu bir coğrafyada ayakta kalabilmek için, hem fikri hem de siyasi çetin bir mücadelenin verilmesi gerekiyor. Bu zorlu yaşam koşullarına karşı ayakta durmak için özgür bir kimliğe aynı zamanda özgün bir düşünce dünyasına ihtiyaç vardır. Bu yapıyı inşa etmek hem de bütün baskılara, bütün tehditlere aldırmadan, boyun eğmeden yapabilmek ise büyük bir meziyet ister. Büyük mütefekkirler, dava adamları hep bu zorlu şartlarda ortaya çıkmışlardır. Onlar bu yolu azimleri, gayretleri, ilim ve irfanları ile aşmışlardır. 1040 yılında İslam ile tanışan Sudan’daki Müslümanların durumları da bundan farklı olmamıştır. Hep bir istiklal mücadelesi vermişlerdir. Böylesi bir coğrafyada gözlerini açan Hasan Turabi de bu çetin şartların kavileştirdiği, güçlü şahsiyetlerden biri olarak hem Sudan için, hem de İslam dünyası için önemli bir isim olarak boy gösterdi. Bugün son yüzyılın en önemli şahsiyetlerinin hemen yanına ismi yazılacak bir mücadelenin, bir duruşun özgün adı olarak bu dünya penceresinden baktı, ardında derin izler bırakarak geçti, gitti.
Sudan’ın çalkantılı siyaset sahnesinde oldukça etkili bir rol üstlendi. Hem çok sağlam bir muhalefet dili oluşturdu, hem de bütün sıkıntılı anlarda sorumluluk almaktan, uzlaşmaktan geri durmadı. Olanca yoğun mücadelesinde; mahkûmiyetlere, yasaklanmalara, gözetim altında tutulmalara rağmen hep etkili bir aktör oldu. Bütün iktidarlar ondan gözünü kulağını ayıramadı. Hep bir şekilde onun ne dediğine, nasıl tavır aldığına dikkat ettiler. Sürekli bir rikkat ve dikkat merkezi olarak ülkesinin, İslam dünyasının meseleleri ile ilgilendi. Üzerine düşündü, konuştu, anlattı ve yazdı. Eğitimini Batıda tamamladığından Batı’nın bütün iki yüzlülüklerine, aldatmacalarına karşı keskin bir dikkatle karşı koydu. Yaşanan bütün olaylarda şuur tartısını her zaman muhataplarının önüne koydu. Aslında bakıldığı zaman Afrika’nın en fakir ülkelerinden birisi olan Sudan’ı temsil etmesine rağmen fikirleri çağdaş İslam siyasetin, düşünce ve pratiği açısından da ciddi bir önem arz ediyor. En azından birkaç kere İslam anayasası hazırladı. Kısmen de uygulamaya koydu. Bu tecrübeler bile onun ne kadar teori ve pratikte güçlü olduğunun göstergesidir. Bugün İslam dünyasının, İslami hareketlerin yaşadığı fikri ve aksiyoner kısırlığa rağmen hem düşünceleri hem de bunların uygulaması bakımından çok önde bir yer edindi. O’nu güçlü kılan en temel şey inancındaki kuvveti düşüncelerinde ve eylemlerinde ete kemiğe büründürmüş olmasıdır. Kendisi verdiği bir mülakatta, İslam devletini şöyle tarif ediyor “İslâm devleti, sosyal hayata ait ihtiyaçlar da dâhil olmak üzere, hayatın tüm yönlerine cevap veren ilahî nizamın hayata geçirilmesi demektir. Siyasetten ekonomiye, uluslararası ilişkilerden muamelatımıza varıncaya kadar her şey dinin bir parçasıdır. Kısaca, İslâm devleti hayatın her yönünü kuşatan İslâm nizamının pratiğe geçirilmesi demektir.” Bu bakış açısı ile bugün zihnen kaos yaşayan İslam dünyasına da bir cevap vermiş oluyor. İslami kategorize ederek, parçalayan seküler düşünce kalıplarına, İslam’ın bir bütün olduğu gerçeğini söylüyor.
Hatta İslam devletini teokratik bir yapı olarak görenlere pratik bir cevap veriyor aynı mülakatında ve buna açıklık getiriyor; “Teokratik bir devlet, kiliselerin yönetime hakim olduğu dönemlerde ortaya çıkmış bir yönetim tarzıdır. Şöyle ki, kiliselerdeki din adamları Allah Teâlâ’nın temsilcileri olarak ortaya çıkmışlar, bir takım konularda kanunlar yapmışlar ve daha sonra da mutlak liderler olarak hakimiyetlerini kurmuşlardır. Zamanla kiliseler ile siyaset adamları arasında başlayan kavgalar neticesinde kiliseler ve din adamları devlet yönetiminden tamamen uzaklaştırılmıştır. İslâm’da ise kesinlikle bu manada “kilise ve din adamı” yoktur, İslâm devleti Müslümanların yönettiği bir devlettir. Dolayısıyla İslâmî bir yönetime teokratik rejim demek yanlıştır.” Zihni berrak bir mütefekkir ve devlet adamı şuuruyla ülkesini, insanını hep iyiye, güzele ve Hakikate yönlendirmiştir. Ümmetin bütün meselelerinde sorumluluk almaktan, ufuk açmaktan hiç geri durmamıştır. İnsana yapılan yatırımın her zaman fayda getireceğine inanarak, insan haklarının en ileri düzeyde savunucusu ve bu hakların arayışçısı olmuştur. Halkının fakirlikten kurtulmasını ve ilerlemesini İslâm’a bağlar, bu yönü ile maneviyatçıdır. İlerlemeyi devletle toplumun değerlerinin barıştırılmasıyla elde edileceğine bağlar. Kendisi “Şayet bir İslâm ülkesindeki yönetim, İslami bir yönetim değilse o ülkenin insanlarını gerçek manada temsil etmiyor demektir” diyor. Ülkenin kalkınması için sosyal adalet ve eşitliğin sağlanmasında sadece İslâmî kanunların veya İslâm ekonomisinin tesisini de yeterli bulmuyor. Bunun için aynı zamanda toplumun İslâm ölçüleri içinde seferber olması gerektiğini düşünüyor. İslâm ülkelerindeki yönetimlere tavsiyesi ise şöyle: “Toplumunuzun değerleriyle barışın. Yükselmek için toplumunuzla elele verip, İslâm’a yönelin.”
Hasan Turabi’nin özelliklerinden birkaçı
Anti emperyalisttir. Anti kapitalisttir. Batıda eğitim almış ve batıyı iyi bilmektedir.
İlmi, fikri derinliğe sahip olmakla beraber aksiyonerdir.
Siyasetin, hukukun, adaletin metodolojik olarak kıymetini bilen ve bütün kısıtlamalara, mağduriyetlere rağmen siyasi hareketten vazgeçmemiştir.
Ülkesini ve insanını her zaman öncellemiş ve sorumlu davranmış zor zamanlarda sorumluluk almaktan çekinmemiştir.
Dünyadaki gelişmelere kayıtsız kalmamış, dünyaya kapalı değil açık bir kişilik sergilemiştir. Ancak İslami düşünceden ödün vermemiştir.
Ahlak ve maneviyatçı olmakla beraber, ekonomik ve sosyal kalkınmanın özgürlüğün en önemli destek unsuru olduğunu ifade etmiştir.
Bir halk hareketi lideri olarak, tavrını insandan yana koymuştur. İnsana değer vermiştir.
Hiçbir baskıya, zorlamaya boyun eğmemiştir. İnancı ve idealleri uğruna mücadele edip, bedel ödemiştir.
Herkesin dil, d in özgürlüğünü savunmuş; baskıcı, totaliter bütün yaklaşımların karşısında durmuştur.
Bir okul olmuş ve sayısız öğrenci yetiştirmiştir. Sadece ülkesinde değil, ülkesinin dışında da örnek olmuş, ilham vermiştir.
İslam dünyasının bütünlüğü için çalışmış, İslam birliği’nin en önemli savunucularından olmuştur.
İslam ülkelerinin, İslami hareketlerin düştüğü tıkanıklıklarda fikirleri ile çözümleyici ön açıcı rol oynamıştır.
Belki daha birçok özellik yazılabilir. Ancak son yüzyılın en önemli şahsiyeti Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve onun gibi ilham kaynağı olmuş liderlerin özelliklerini alt alta yazdığınızda karşınıza, müthiş bir mücadele, azim ve sebat örnekliği çıkıyor. Turabi’nin ismini de güzel adamlar listesinin en ön sıralarına yazmakta fayda var. Çünkü Turabi, bir ömür verdiği mücadele ile zamanına en güzel şekilde tanıklık etmiş, etkin bir rol oynamış ve inandığı gibi yaşayıp o hal üzere iz bırakarak dünya üzerinden geçmiştir. Hicreti mübarek ola. Bir muvahhid, bir mücahid ve mütefekkir olarak bilirdik. Allah rahmet eylesin. Hoşça bakın zatınıza…