Çağdaş Kahramanlar Olunuz

Abone Ol

Herkesi kendimizle kıyaslama yapmayacağız.
Deniz merkezdir ama o deniz, merkezlik iddiasında olmayan damlalardan meydana gelir.
Grip olmuş, kırk derece ateşle yanan baba veya anne, üşümekten tir tir titrerken, Ağustos ayında çocuğun üstünün örtülmesini ister.

Terleyen de, kış gününde üşümekten sobayı kucaklamaya çalışanların oturduğu odanın pencerelerinin açılmasını ister.
Kitap okumayı bırakan biri, on yıldır kitapçılar çarşısından geçmediği için “Kitap okunmuyor, alınmıyor, satılmıyor” diye konuşup yazabiliyor.

Bu sene Diyanet’in Ramazan ayında açtığı “Dini Yayınlar Fuarı”nı gezdim.
Kırk yıl önce tanıdığım yayınevleri yine bu fuarda yeni kitaplarla yerlerini almışlar.
Eskiden iki kitabevi de Arapça yayınlar satarlardı, bu sene onun üzerinde Arapça kitap satan yayınevi vardı.

“Eski heyecan kalmadı hocam beee” diyene bir sela vermek gerekirken o, kaybettiği heyecanın herkeste kalmadığını zannediyor.
İki gün önce, yatsı namazını kıldırdığım camide, Amenerrasülü diye başlayan ve Bakara Sûresi’nin son iki ayeti olan ayetleri okuduktan sonra, “Ben görevimi yaptım. Siz de dinleme sevabı aldınız inşallah. Ama hepiniz burada, evinizde, yolda bu iki ayeti okuyacaksınız.

Benim yemek yemem, sizin karnınızı doyurmadığı gibi, benim namazım sizin sayılmadığı gibi, benim Amenerrasülü’yü okumam da sizin okumanız sayılmaz” dedim.
Bu iki ayetin manasını 15 dakika içinde özetledim.

Kalkınca hepsi kalktılar, tokalaştık. İçlerinden biri milletvekili imiş o, “Hocam, maşallaaaah, heyecanından hiçbir şey kaybetmemişsin” dedi.
Birlik ve beraberlikten dem vurmayın.
Bir ve beraber olun. Lafını etmeyin.
Kendinizi merkez kabul etmeyin.
Merkez İslam dinidir.

Kelime-i Şehadet etrafında birleşiyoruz.
Kim, nerede, nasıl İslam’a hizmet ediyorsa onun başarısı için gücümüz oranında katkıda bulunma imkânımız varsa yapalım, yoksa dua edelim.
Dünyada milyona yakın kurum ve kuruluş İslam için çalışıyor.
Yalnız başkanlarını toplamaya kalksanız, Konya ovasına sığmazlar.

Bir araya gelmeye gerek de yok.
Aslında bir milyon kurum, Kur’an-ı Kerim’i, Sevgili Peygamberimiz’in anlattığı ve örnek olduğu şekilde öğretmek ve yaşamak için çalışma yaparlarken, birbirlerini tanımayan bu bir milyon kurum birbirine yardım ediyor demektir.

Somut bir olayı anlatayım.
“Mustafa, Çağdaş Battalgazi” diye başarılarından bu sütunda bahsettiğim merhum, vefat edince yurt dışında onunla çalışanları bulup hizmetlerini dinlemeye başladım.
Ahmet isimli birini buldum, ailesiyle bizim evde bir iftar yemeğine davet ettim.
Davet ederken “Sahuru da bizde yiyeceğiz, ona göre gel” dedim ve geldi.
Kendisini tanıttı. Bir tarikata bağlı imiş.
1991’de şeyhi onu çağırmış ve Kafkaslar’daki cumhuriyetlerden filana gitmesini ve orada Kur’an kursu açmasını istemiş.

O da hemen çantasını aldığı gibi gitmiş.
Nasıl gitmiş, yanına ne almış, para vermişler mi, orada onu karşılayacak var mı?.. gibi şeyler sormaya başlamışsanız gitmeye niyetiniz yok ve kaçmak için yol arıyorsunuz demektir.
Üç yılda çeşitli il ve ilçelerden elli kadar öğrencinin hafızlık merasimine şeyhini davet etmiş.
Merasimden sonra şeyhi onu aynı uçakta geri getirmiş ve bir aylık dinlenmeden sonra bir de komünistlikten vazgeçen filan ülkeye git ve yine “Kur’an kursu” aç der.

Manasını da öğretiyorlar mı?
Onu da sana bırakmış olabilirler. Hemen git.
O ülkenin başkentine iner, şehrin merkezindeki eski camiye yakın bir otele yerleşir ve ülkeyi tanımaya çalışır.
Beş vakit namazı imamla beraber kılarlar.
Bir gün öğle namazında kendinden başka dört cemaat daha vardır camide.
Namazdan sonra o dört kişi caminin içinde ağız kavgası yapmaya başlarlar.
Yanlarına yaklaşır, üç kişi, sakallı bir kişiye karşılar ve caminin altındaki dükkânlardan birinin kiracısı imişler ve o dükkânda içki satışı yapıyorlarmış.
Sakallı, “Bir hafta içinde içkileri oradan çıkarmazlarsa camı-çerçeveyi indireceğini ve içki şişlerini kıracağını” söylüyor.

Onlar da Türk ama o ülkenin vatandaşları. Komünist devletten kiraladıklarını, onun karışamayacağını söylüyorlar ama sakallı, “Bundan sonra ben karışırım” diyor.
Üçü birden sakallıya saldırırlar.
Ben de sakallının yanında yer aldım ve ikimiz o üç kişiyi evire çevire dövdük ve onlar kaçtı.
Ben korkmaya başladım. Onlar bu ülkenin vatandaşı.
Biz ikimiz Türkiye’den vizeyle gelmişiz.
Polislik olacağımızdan korktum.

Meğer sakallı, emniyet müdürünü bağlamış. Şikâyete gidenler boynu bükük dönmüşler ve bir haftaya kalmadan içkileri kaldırıp bakkaliye malları satmaya başlamışlar.
Sakallı elimden tuttu, “Sende iş var, gel benimle” dedi ve bir büroya gittik.
Ben kendimi tanıttım, görevimi söyledim.
“Bundan sonra sen, benimlesin” dedi.
“Ben şeyhimizin emrini yerine getireceğim” dedim.
“Ben o mübarek zattan izin alacağım” dedi, aldı ve tam beş yıl beraber çalıştık.
İslam’da birleşen, meşrepte ayrılan insanlarımız, laf üretirken ayrılırlar ama iş yaparken farkında olmadan birleşirler.

Şeyhimden izin gelince beni yanına aldı, “Musa aleyhisselamla Hızır’ın yolculuğunda Hızır’ın bir tek şartı vardı. Ona soru sormayacaktı. Biliyorsun değil mi?”
“Elbet biliyorum, ben ilahiyat mezunuyum” dedim ve beş yılda onun yaptıklarını anlamak veya eleştirmek için olsun, bir tek soru sormadım.
Ben o ülkeye gittim, Mustafa’nın ilkokuldan alıp açtığı imam-hatip okuluna kaydettiği, İslam enstitüsünden mezun ettiği çocukların müftü, vaiz, imam, müezzin olarak hizmet ettiklerini gözlerimle gördüm.