Büyük Şehirler ve Köy Hayatı

Abone Ol

Büyük şehirlerde insanlar günlerini geçirir. Küçük şehirlerde ve köylerde ise yaşarlar. Gün doldurmak ve koşturma ile geçen zaman ile doyasıya yaşamak arasında korkunç farklar vardır. Eğer çocukluk yıllarınızdan beri büyük şehirlerde yaşayıp büyüdüyseniz zaman doldurmak ve yaşamak arasındaki farkı anlamanız pek de mümkün değildir. Her ne kadar kimileri küçük şehirlerde ve köylerde yaşamın anlamının olmadığını düşünse ve canları çabucak sıkılsa da durum aslında hiç de öyle değildir. Belki bu durum insanın alışkanlıkları ile alâkalıdır. Ne de olsa insan İbn-i Haldun’un dediği gibi, alışkanlıklarının çocuğudur. Nasıl alıştıysanız öylece devam eder her şey. Alıştığınız gibi gider. Siz de alıştığınız gibi doğrudur, en güzeli alıştığınız gibidir zannedersiniz.

Yılmaz Erdoğan’ın ilk defa şehre gidip kola denen şeyi içtikten sonra köyüne geri döndüğünde arkadaşlarına bir türlü kolayı tarif edememesi gibidir bazen hayat. Bilmediğiniz, tecrübe etmediğiniz bir şeyi sadece dinleyerek ya da okuyarak anlamanız kolay değildir. Haliyle bunu anlatabilmek de çok zordur. Şimdi ben ne kadar anlatırsam anlatayım, köy hayatını yaşamamış, o lezzetin tadına bakmamış, o güzelim huzur dolu hayatı tecrübe etmemiş birinin bu durumu anlamasını beklemek çok da mantıklı olmayabilir. Biz yine de bıkmadan usanmadan güzellikleri anlatmaya devam edeceğiz. Gerçek huzurun ve mutluluğun aslında ne olduğunu bilmek ve yaşamak elbette herkesin hakkı olsa gerek.

Çocukluk yıllarımda köyde evimizde mutlaka en az iki ineğimiz ve yine en az 15-20 tavuğumuz olurdu. Sütü kendi ineklerimizden içerdik. Yumurtanın hasını yer, tavuk etinin tadına ve suyuna doyamazdık. Eğer o günlerde yediğimiz yumurtaların tadına baksaydınız bugün muhtemelen yumurta yemezdiniz. Eğer o günlerde yediğimiz tavuk etlerinin tadına baksaydınız bugün asla tavuk eti yemezdiniz. Eğer o günlerdeki inek etinin, etinin suyunun tadına baksaydınız bugün yediğiniz hiçbir etten tat alamazdınız. Eğer o günlerdeki inek sütünün tadını bilseydiniz bugün süt içer miydiniz hiç bilemiyorum. Herhangi bir bahçeye girdiğinizde domates ya da salatalığı gözleriniz kapalı koklayarak bulabilirdiniz. Armudu dalından koparıp yeseydiniz bugün yediğiniz armutların yapay olduğunu düşünürdünüz. Elma ya da eriklerin tadına baksaydınız yine aynı şeyi düşünürdünüz. Biraz daha ileri gidecek olursam şunu açık ve net bir şekilde anlatabilirim. Mesela kurumuş, takır takır olmuş köy ekmeklerini ninem metal çorba taslarının içine su koyarak ıslatırdı. Biz de doyasıya yerdik. Bana bugün “o ıslatılmış kuru ekmeği mi yoksa büyük şehirlerde satılan İskender döneri mi tercih edersin?” diye sorsanız bir saniye bile düşünmeden “ıslatılmış kuru ekmeği” derdim. Abartmadan söylüyorum.

Her şeyin bol olması, her şeye ulaşabilmek, bol bol alışveriş yapabilmek, hızlı yaşamak, aşırı konforlu olduğunu düşündüğümüz ne varsa hepsine sahip olmak aslında aynı zamanda mutlu ve huzurlu olmak anlamına gelmiyor. Öyle zannediliyor ama aslında durum hiç de öyle değil. Şimdi bu yazdıklarımı yaşayanlar muhtemelen duygulanırken, yaşamayanlar neden bahsettiğimi düşünüyor. İşte hayat böyle, bütün insanlar alıştıkları gibi zaman öldürmeye ya da hayatı doya doya yaşamaya devam ediyor ama unutmayın ki hiçbir şey alışıldığı gibi yani zannedildiği gibi değildir.