Bunların vebalini kim, nasıl ödeyecek?

Abone Ol

“Her şeyde bir denge vardır” denildiğinde, acaba bu “denge” ne anlama gelmektedir Tahterevallinin iki tarafındaki ağırlık gibi, terazinin kefelerindeki eşitlik gibi insanın zihninde / aklında da bir denge vardır. Çünkü herkes “aklının aldığı” kadarıyla sorumluluk sahibidir. Yani kimse aklının ve gücünün yetmediğinden sorumlu değildir (bakara 2/286). Aslında bu hal, insan için müthiş bir hak ve özelliktir. Yani her insan sahip olduğu “şey”le amel eder ve hesap verir!

İşte burada “denge”nin korunabilmesi veya sağlanabilmesi için “doz, oran, kıstas, kâfilik” gibi hususlar büyük önem taşır. Bir kimseden gücünün yetmeyeceği bir şeyi isterseniz, hayal kırıklığına uğrarsınız. Çünkü istediğiniz şeyi yapması, yerine getirmesi mümkün değildir.

Pedagojik bir davranışın gereği olarak bir öğretmen, öğrencisine seviyesine göre “aklının / gücünün alabileceği” kadarını verir ve bilâhare de verdiklerini ister; ne bir eksik, ne bir fazla! Aksi halde “başarı” söz konusu olmaz. Başarının olmaması da “eğitim”i anlamsız hale getirir. Oysa “eğitim”in başarı olarak hedefine ulaşması gerekir. Bir eğitimcinin böyle bir engelle yüz yüze olmaması, pedagojik anlamda iyi yetişmiş olmasıyla “doğru orantılı”dır.

Hz. Peygamber, insanlara akılları kadarıyla hitap ediniz buyurur. Bu müthiş bir ilkedir. Eksik olursa, yapılan işi anlamsızlaştırır, fazla verilmesi halinde de, “doz ayarsızlığı” öğrencide veya insanda çeşitli olumsuzlukların ortaya çıkmasına sebep olur. Başarılı olacakken başarısızlığa, okumayı sevecekken sevmemeye yöneltir ki bu da büyük bir vebalin altına girmektir.

Burada şunu demek istiyorum: Din / iman olayında da benzer hadiseler yaşamaktadır. İnsanlara dinî bilgi verme konusunda karşınızdaki insanın algısını göz önünde bulundurmadan “fazla yüklemeler”de bulunmanın vebali çok ağır olsa gerektir. Çünkü fazla yüklemeler kişide birtakım zihinsel sapmalara sebep olmakta veya olacaktır.

Din adına, kimsenin böyle bir “vebal” altına girmesi doğru değildir. Ne yazık ki birçok kişide bunun olumsuz örneklerine rastlamak mümkün olmaktadır. Bu olumsuzluğa bazan ebeveyn sebep olurken genellikle de “hoca” kılıklı, psikoloji ve pedagojiden habersiz kişiler sebep olmaktadır.

“Görev”in havasına kendini fazla kaptıran birtakım hocalar, “misyonları gereği” bazı konularda çok ileri gitmektedirler. Günümüzün “argo dili”yle söylemek gerekirse bu insanlar cemaate / öğrenciye sürekli “gaz” veriyorlar, hem de ayarsız bir şekilde! Bu “gaz” da bedensel olarak birtakım sancılara sebep olduğu gibi, bir müddet sonra zihinsel sorunların yaşanmasını kaçınılmaz hale getirmektedir.

Bazı hocalar din adına kendilerince bir “söylem” geliştirirlerken, insanın “günah” işleyebileceği hususu tamamen devre dışı bırakılmakta; “günah işleyenler”e veya öyle görülenlere karşı, “gaza gelmiş” insanların bakışı değişmekte ve neredeyse onların “lânetli” oldukları zehabına kapılarak zihinsel bir travma yaşamalarına sebep olunmaktadır. Burada “fazla yükleme” sebebiyle kişinin zihinsel “denge”si bozulduğunu, ya da bozulmasıne sebep olunduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Bir zamanlar daha olgunlaşmadan kürsülere çıkarak meydanları boş bulan birtakım “hocalar” camilerde / okullarda desteksiz atarak insanlara sürekli “gaz” veriyorlardı. Cami duvarları içinde söylenenlerle, cami duvarının dışına çıkınca yaşananlar o kadar farklı bir görünüm kazanıyordu ki camiden çıkan kişi, dışarıdaki bu “günahkâr insanlar”a hiç de iyi gözle bakmıyordu. Hatta bazı kişiler bu travmayı aile içinde yaşar hale gelmişlerdi. Ailede farklı zihniyete sahip biri, bu gibi kişiler tarafından neredeyse “düşman” haline getirilmişti.

Camide veya cami benzeri yerlerde “gaz”a getirilmiş kişiler, çevreleriyle uyum sağlayamadıkları gibi, “din adına” hiç de iyi olmayan görüntülerin yaşanmasına sebep olmaktadırlar. Aslında dinin aleyhinde bundan daha etkili bir propaganda olamaz. Allah sabır tavsiye ettiği halde onlar sabırsızlığın üst sınırında bulunuyorlar.

Oysa toplumda ruhsal bunalım ya da sorun yaşayan kimselerin, kendilerinde “şifa bulması” gereken müslümanı çevremizde göremez hale geldik. Ne yazık ki “müslüman” sorunlu kişi oluverdi. Sorunlu kişilerin çevrelerine faydaları dokunabilir mi Çevresine faydası dokunmayan, aksine zarar veren mükellef bir müslüman, “imrenilen kişi” olabilir mi Elinden ve dilinden emin olunmayan kişi, müslümanlığın neresinde kendine yer bulabilir ki

Böyle bir olaya yakından tanık olduğum için zihin ve gönül dünyamda bu acıyı yıllarca yaşadım. Halk nazarında “muteber” ve “ateşli bir hoca” olabilmek için, “doz”un ne demek olduğunu aklına bile getirmeyen bu kişiler; kendilerini “örnek” alanlara çok pahalıya mal oluyorlar. Örnek aldığı kişinin kürsülerden yaptığı “irşadı”, o da sokakta, minibüste, otobüste ve trende yapmaya kalkıştığı için, günlerce bir akıl hastanesinde tedavi görmek zorunda kalmıştı.

Din günahıyla, sevabıyla “hayatla içi içe olmaktır. Bu sebeple din, insan için “emin” yani “güvenli” bir yoldur veya din, insanları yolundan alıkoyan bir anlayış değildir. Bu tür olumsuzluklara zemin hazırlamak “din”i anlamamaktır. Din, insanlara “akılları kadarı”yla hitap edilmesini ister. Böyle bir durumda da söylenilenlerin vebalini düşünmek şarttır.

Bazı insanlar veya birtakım “görevli” kişiler “siyasî çıkarlar” yüzünden bilerek gaz vermeye çalışırlar, bunlardan şüphe edebilirsiniz, hatta ediyoruz da! Fakat bazı kişiler de var ki onlar hakkında en küçük bir şüpheyi aklınızdan bile geçirmezsiniz. Hatta kendinizden şüphe edersiniz de onlardan asla şüphe etmezsiniz. İşte bunların söyledikleri şeyler, “denge” adına vebali doğurmaması gerekir!

Din adına insanların “aklını almaya” veya aklını çelmeye kimsenin hakkı yoktur. Çünkü din için “akıl” şarttır. Yine tanıdığım ve benzer bir tuzağa düşmüş başka bir kişi de “fazla gaz” ve “güven” yüzünden maddî ve mânevî birçok sağlık sorunuyla boğuşmaktadır. Dünyevî menfaatler adına bunlara sebep olanlar, bu kişilerin vebalini nasıl ödeyeceklerdir