Masa Başında Dağılmadan, Saadet Etrafında Toplanalım
Her şey gözümüzün önünde yaşanıyor. Hem de gün gibi açık, apaçık…
Bir yandan ABD, “stratejik ortak” maskesiyle Türkiye’yi oyalıyor; diğer yandan PKK/YPG’ye binlerce TIR silah gönderiyor, askeri eğitim veriyor, maaş bağlıyor, neredeyse düzenli bir ordu kuruyor.
Öte yandan Şam yönetimi daha dün çıktı ve “Süveyda’yı Dürzilere bırakıyorum” dedi. Her ülke içeriden parçalanmaya zorlanıyor.
Amaç açık: “Terörsüz Türkiye” söylemiyle yeni bir Sevr haritası adım adım sahaya sürülüyor.
Bu artık bir senaryo değil, adı konmamış bir tatbikat hâline gelmiştir.
Suriye’nin kuzeyinde fiilen kurulan yapı, Irak’ın kuzeyindeki sözde “federe devlet” süreciyle birebir örtüşüyor. Dün Kuzey Irak’ta
Barzanistan kuruldu; bugün Kuzey Suriye’de benzeri bir yapılanma hızla inşa ediliyor.
Yarın ise hedef, Türkiye’nin güneydoğusudur.
Bunun adı barış değil; haritalar üzerinden yürütülen, teslimiyetle sonuçlanacak bir işgal senaryosudur.
Sevr Ne Diyordu?
Unutmayalım, Sevr Antlaşması’nın 62, 63 ve 64. maddeleri, bugün sahada adım adım uygulanan süreci bire bir tarif ediyordu:
• Madde 62: Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde yerel özerklik için bir uluslararası komisyon kurulacaktı.
• Madde 63: Türkiye, bu kararı üç ay içinde tanımak zorundaydı.
• Madde 64: Bir yıl içinde bağımsızlık talebi gelirse ve bu uluslararası camiada kabul görürse, Türkiye bu topraklardan feragat edecekti.
Bir zamanlar “tarihin çöplüğüne atıldı” denilen bu maddeler bugün raftan indiriliyor.
Üstelik bizim elimizle, bizim oylarımızla Meclis’ten geçirilen yasalar üzerinden!
İkiz Yasalar: Sevr’in Modern Versiyonu
2003 yılında AKP ve CHP iş birliğiyle kabul edilen ve kamuoyunda “İkiz Yasalar” olarak bilinen uluslararası sözleşmeler, bu sürecin hukuki zeminini oluşturdu.
“Halkların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi, etnik temelli ayrışmaların meşruiyetini sağlayan bir aparat hâline getirildi.
Sevr’in ruhu, bu kez modern ambalajlarla, reform süsüyle geri dönüyor.
Bugün “yerel yönetim reformu” adıyla, “kamu personel reformu” bahanesiyle merkeziyetçilik bilinçli biçimde zayıflatılıyor.
Özerklik talepleri normalleştiriliyor.
Birileri Türkiye’yi çok uluslu, çok parçalı, çok dilli bir yapıya dönüştürmek için zemin hazırlıyor.
Peki Biz Ne Yapıyoruz?
ABD’nin PYD’ye yıllardır gönderdiği yüzlerce TIR dolusu silahı sadece izliyoruz.
Şam, Süveyda’yı Dürzilere bırakıyor; Kuzey Suriye’de PKK/YPG’ye devletçik kuruluyor.
Ama biz hâlâ “stratejik müttefiklik” masalına sarılmaya devam ediyoruz.
Bu gidişat artık diplomatik temennilerle geçiştirilemez.
Bu yalnızca bir güvenlik sorunu değil; bir beka meselesidir.
Birileri dışarıda masa başında harita çiziyor. İçeride ise iktidar çevreleri bu haritayı ‘yerli ve milli’ kisvesiyle uygulamaya koyuyor.
Gaflet, ihanet ve cehalet el ele vermiş durumda.
Soruyoruz:
• Türkiye, İkiz Yasalar gibi kritik bir uluslararası metni neden hiçbir şerh koymadan onayladı?
• “Halkların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi, Türkiye’nin üniter yapısını nasıl tehdit ediyor?
• Yerel yönetim yasaları neden sürekli “özerklik” vurgusuyla revize ediliyor?
Lozan’ın Ruhu, Sevr’in Gölgesi
Lozan’da Sevr yırtılıp atıldı.
Ama bugün, Lozan’ı savunma refleksi bile gösteremeyen bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Bu kez düşman dışarıdan değil; içeriden ve masa başında yürütülüyor.
Ve haritayı çizenlerin elinde kalem değil, imza var.
Son Söz: Çıkış Yolu Vardır!
Uyan Türkiye!
Bu masa bir müzakere masası değil; bu masa bir bölüşme masasıdır.
Bu gidişatı tersine çevirecek yegâne istikamet, Milli Görüş çizgisinde yeniden birleşmektir.
Ehliyetsiz, liyakatsiz, pusulasız kadrolar tarafından çeyrek asırdır savrulan Türkiye, bu şekilde giderse Lübnanlaştırılmış bir yapıya sürüklenir Allah korusun.
Milletin son çıkışı, Saadet Partisi’nin etrafında yeniden toparlanmasıdır.
Sloganlarla değil; şuurlu kadrolarla, köklü bir fikri hatla, milletin değerleriyle yükselen bir duruşla…
Çünkü Sevr sadece bir tarih değil; tedavülde olan bir projedir.
Ve bu proje artık perde arkasında değil; gözümüzün içine baka baka yürürlüğe konulmaktadır.
Tıpkı merhum Erbakan Hocamızın yıllar önce dediği gibi:“Beni anladığınız gün, dövecek diziniz kalmayacak.”
Şimdi, o günü yaşamamak için; anlamak, birleşmek ve Saadet etrafında bütünleşmek zorundayız.