Ankara tren garının önünde halay çekerken, “Bu meydan kanlı meydan” diyerek halay çeken gençlerin arkasında iki tane bomba sesi ve alevini ilk defa Facebook’ta gördüm.
Türk Tabipler Birliği (TBB), Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), DİSK ve KESK gibi STK’ların 09 Ekim 2015 günü tertip ettiği “Emek, Barış, Demokrasi” mitinginde saat 10.05’de meydana gelen iki patlamada 95 vatandaşımız vefat etmiş, yüzün üzerinde yaralanan var.
İlk haberim olduğunda cep telefonumdan internete girerek haberleri almaya başladım.
Facebook’ta halay çekenlerin, “Bu meydan kanlı meydan” sözünü söylerken iki patlamanın meydana geldiğini görünce şaştım kaldım ve Facebook’ta photoshop’la, fotomontajla birçok olayı çarpıtanların yaptığını düşündüm ve televizyon haberlerini dinlemeye başladım.
Televizyonların bir kısmı hükümeti adres verirken bir kısmı HDP’yi işaret ediyordu ama her iki tarafın internet yayınlarında halay çekenlerin, “Bu meydan kanlı meydan” nakaratıyla halay çekerken patlamaların olduğunu gördüm ve duydum.
İzin alınarak yapılan bu tür gösterilerde bir nizam, intizam, düzen olur.
Önceden nerede kimler ne görevi yapacakları belirtilir.
Kimlerin konuşacağı, neyi konuşacağı tertip heyeti tarafından bilinir
Hangi sloganların atılacağı ve başlangıcı kimin yapacağı da belirlenir.
Daha önce Ankara garı önünde kanlı olay olduğunu ben hatırlamıyorum.
Sıhhiye Meydanı’na gitmeden önce burada bu halayı çekmeyi düşünenleri suçlayamam.
Gençtirler halay çekmek isteyebilirler.
Benim dikkatimi çeken, “Bu meydan kanlı meydan” sloganını kim buldu ve ilk söyleyen kim oldu.
İlk söyleyeni de suçlamıyorum, ona biri telkin etmiş olabilir.
O sloganı telkin eden kişi, halay çekenler arasında var mıydı
Sorun, bu gençlerde değil.
27 Mayıs 1960 darbesi yapıldığında ben on üç yaşında idim.
Üniversiteyi yani Kara, Deniz, Hava Harp Okullarını bitirmiş general ve albaylarımız darbe yapmış, hukuk fakültesini bitirmiş en seçkin savcı ve hâkimler tarafından Başbakan ve iki bakanı asılmıştır.
12 Mart 1971’de yine aynı okullardan mezun olanlar tarafından darbe olmuş, yine aynı okullardan mezun hukukçular tarafından birçok genç idama mahkûm edilmiştir.
12 Eylül 1980’de yine aynı eğitimden geçen generaller darbe yapıyor, yine aynı eğitimden geçen hukukçular idam kararları veriyor ve yine aynı eğitimden geçen insanlar idam ediliyorlar.
28 Şubat’ı hepimiz biliyoruz.
Sorun, eğitim sorunudur.
Sahabeden örnek vermeyeceğim.
Hazreti Ömer’in önceki haliyle Müslüman olduktan sonra adalet tarihinin ilk sırasına nasıl yazıldığından bahsetmeyeceğim, çünkü bazıları çağımızdan örnek istiyorlar.
Buyurun çağımızdan örnek vereyim.
Bir, iki, üç... örnek değil yüz binlerce örnek vereyim.
İçişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı’na da bir teklifim var;
Şu anda seksen milyon insanımızla aynı şartlarda yaşayan yüz bin din görevlimiz içerisinde suç işleyen kaç görevli vardır
Din görevlilerimiz 657 sayılı kanuna tabidirler.
Savunma Bakanlığı’nda, Adalet Bakanlığı’nda, Milli Eğitim Bakanlığı’nda, İçişleri Bakanlığı’nda ve diğer bakanlıklarda yüz bin memurdan kaç kişi suç işlemiştir.
Din görevlileri suç işlemez demiyorum. İnsandırlar hata yaparlar.
Suç işleme oranları önemlidir.
Ashabı kiramdan suç işleyen ve cezalandırılanlar olmuş ama kâfirlik dönemleriyle kıyaslandığında binde bir değil, on binde bir oranında suç işlemeleri azalmıştır.
Bakın yine o örnek nesil ashabı kirama kayıverdi kalemim. (Allah, onların hepsinden arzı olsun.)
Araştırma sonuçlarını ben şimdiden ilan ediyorum, kurumlar arasında en az suçu din görevlileri işler.
Çünkü aldığı eğitimin içinde, İslami eğitimin adı ve kokusu vardır. Kendisi yoktur. Buna rağmen o ad ve koku bile bizi suç işlemekten alıkoyuyor.
Eğer İslami eğitime geçmezsek seksen milyonun yarısı güvenlikçi olsa da, tuvalet ve banyolarımıza kadar her yere kamera koyma ve merkezden izlenme sağlansa da, seksen milyon insanımızın hepsi bu eğitim içinde profesör yapılsa da, terör bitmez.