Bu Mart, Ne Martmış? Gönüller Kırık; Dertler Artmış

Abone Ol

AT SAHİBİNE GÖRE KİŞNER!
(at ruam olmuş)
“Dertliyiz, derdimiz var. Gücü sadece masum sabilere, biçare kadınlara, mazlumlara yeten terör devleti İsrail’in zalimlikleri karşısında hem üzüntülü hem öfkeliyiz. Türkiye’nin bu konudaki tavrı tamamen ilkeseldir.” ... “Tüm dünya görmezden gelse bile İsrail’in zulmüne eyvallah etmeyeceğiz.”
“(...Kudüs’ü) fütursuzca yağmalamaya kalkan bu terör devleti artık tüm sınırları aşmış durumdadır.”
“Kudüs’te ve tüm Filistin şehirlerinde tüm ümmetin ve insanlığın şerefini kurtarma mücadelesi veren her kardeşimi gönülden selamlıyor, kıyamlarının mübarek olmasını diliyorum.”
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın nutuklarından birinde seslendirdiği bu cümleleri, iktidarına çok yakın gazetelerden Milliyet’in 14.05.2021 tarihli sitesinden aldık. Başlık: “Terör devlet İsrail’e öfkeliyiz.”
Üzerinden daha bir yıl geçmemiş konuşmanın birçok benzerini, davetlisi İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’u Ankara’da resmi törenle karşılayana kadar Sayın Erdoğan’dan defalarca dinleyen, duyan, okuyan bu ülkenin insanlarının yaşadığı şaşkınlığı, üzüntüyü, kabul etmeme haklarını alaya alan, dalgaya saran bir tetikçi katibin yazdıkları da aşağıdadır.
“Dün İsrail’e şöyle diyordu, bugün İsrail Cumhurbaşkanı’nı ağırlıyor. Ne iş?
Dış siyasette ülkeler gelişen süreçler içinde pozisyonlarını kendi çıkarları doğrultusunda değiştirirler, geliştirirler.
Venezuela’yı bir numaralı düşman belleyen ABD, çiçekler açmaya başlamadı mı?
– Adamlara bak abi... Nasıl da işlerini biliyorlar.
Gelişen süreç içinde kendi çıkarları doğrultusunda pozisyon değiştiren Türkiye olunca...
‘Dün öyle diyordu, bugün böyle diyorsun’ diye bin türlü bik, bik.” (Ahmet Hakan – 11.03.2022 – Hürriyet Gazetesi- Korkma, çekinme: Sonsuz onur duy.”)
Bir ay kadar önce gaz verdiği bir yandaş arkadaşının, sunduğu tv programında doğalgaz sıkıntısı tartışılırken, insan gazı üretimini savunan sözleriyle gündem olan, AKP iktidarının “İğreti” gazetecilerinden Ahmet Hakan nam kişinin “eşyanın tabiatı gereği” bu yazdıkları Millî Gazete’nin sitesinde dahi “Ahmet Hakan katil İsrail’e ve Erdoğan’a kol kanat gerdi” başlığıyla duyuruldu.
Kol, kanat germek... Yanlış bir tanım. Bahis mevzuu edilen kişinin her tarafı ve tüm hayatı kol kanat olsa, ne yazar?
Tüm ülkeleri “çıkarcı” ilan etmesi ve dış politika girdaplarını “pozisyon değiştirmek” tarifi, AKP politikalarının bilimsel izahı sayılsa da, esas üzerinde durulması gereken nokta Amerikan ilişkisidir.
“Küçük Amerika olmak” hayalli küçük politikacıların bakış açılarıyla ABD–Venezuela ilişkisini Türkiye–Filistin ilişkisinin üstündeki bir örnek olarak sunmasından rahatsız olmayan AKP’li seçmen varlığıdır, bizi endişeli insanlar kılan.
Tarihi red, coğrafyayı inkar marifetli kartel katibinin, itirazcıları “Bin türlü bik, bik” sıfatıyla aşağılamaya durması da, Herzog protestoları kadar sesli olmalıydı.
Hangi süreç gelişmiş, hani çıkarlarımız bizi, Türkiye olarak pozisyon değişimine yöneltmiş? Alt alta yahut üst üste yazıverseydi.
Bundan sonra bu ülkenin cumhurbaşkanı Türkiye’nin ilişkileri ve çıkarları gereği bir başka devlete, İsrail’in tanımına uyan yahut tam zıddı tarifler yaptığında, o devletler, bekleyelim hele, çıkarları bir değişsin, söylemleri de değişir; tarihi gelişim ve coğrafi konum o kadar önemli değil mi diyecekler? “İğreti” katip özetle böyle mi söylüyor?
Belki de AKP yönetimine akıl veriyordur. Cumhurbaşkanlığı seçimi kısa aralıklarla olsun; mesela iki yılda bir gibi... Biz de böyle durumlarda önceki Cumhurbaşkanı’mız öyle demişti, yeni Cumhurbaşkanı’mız ise böyle diyor, savunmalı yazıları kolay yazarız.
‘’Dış siyasette ülkeler gelişen süreçler içinde pozisyonlarını kendi doğrultusunda değiştirirler, geliştirirler.’’
Mülkiye Mektepleri üstü bu tesbit sahibi, Kasım 2007’de TBMM’de ilk defa bir İsrail Cumhurbaşkanı’nın konuşması, ki adı Şimon Peres’tir, Türkiye’ye hangi çıkarı kazandırmıştı da yetinmemiştik; saysaydı olurdu.
Süleyman Demirel Türkiye’yi yönetiyorken bir günde iki kez İsrail’e gitmişti. Yani İsrail’den geldiği gün tekrar gidip gelmişti. Rahmetli Erbakan’ın ‘’Neyini unuttun?’’ diye sorduğu o günlerde, merhum Demirel’e orada atlı karşılamalar yapılmaması mı ‘’Gelişen süreç’’ sayılmadı; hala çıkar peşinde olduğumuza göre. Böyle soru çok ama geçiyoruz, zira malzeme yetersiz.
Okuyucularına ve varlığından haberdar herkese hakaret vezinli yazının müellifi “İğreti” katibe, varlar mı bilmeyiz ama, AKP’nin gençlik kesiminden bir itirazın gelmemesi ne yazık, sitemiz habercilerinin “Kol–kanat” iddialarını doğrulamaktadır ki, acı üstüne acı.
20 yılın sonunda böyle bir savunmaya ve savunmacıya ihtiyaç duymaları...

‘’DOKTORLARA EMİR VERİLEMEZ!’’
Hasan Rıza Soyak 1936 yılından bir günü anlatıyor; Atatürk yirmi kadar arkadaşıyla Trakya’da bir seyahate çıkmıştır:
“Muratlı istasyonuna varınca, Atatürk trenden idi. İstasyonun karşısındaki mahalleye doğru yürüdü. Bir evin önünde ihtiyar bir karı–koca oturuyordu. Kadının kucağında sekiz on aylık bir çocuk vardı. Çocuk mütemadiyen ağlıyor, kadın da onu susturmaya çalışıyordu.
Atatürk kadına yaklaştı, kadınla aralarında şöyle bir konuşma cereyan etti:
– Bu çocuk kimin?
– Oğlumun, yani torunum.
– Babası nerede?
– Asker.
– Ya anası?
– Biraz keyifsizlenmişti. Sıhhiye memuru geldi. Bir şey yapamadı, gitti. Kasabadan doktor getirdi. Doktor da burada iyi olamaz, dedi. Gelinimi alıp Tekirdağ’ındaki hastaneye götürdü. Şimdi orada.
– Kendisini hiç yokladın mı?
– Evet gittim, gördüm. Hamdolsun iyileşmiş. Belki bir iki güne kadar hastaneden çıkıp eve gelecek...
O sırada karısının Atatürk’le konuştuğunu öğrenen ihtiyar adam da söze karışarak, gözlerinin görmediğini doktorların bir şey yapılamaz dediklerini söyledi; kendisine ameliyat yapılması için hastaneye emir vermesini istedi. Atatürk bunun üzerine:
– Doktorlara emir verilemez. Maamafih, müfettiş paşadan (Kazım Dirik) rica edelim, seni bir kere de İstanbul’da muayene ettirsin, cevabını verdi.”

DOKTOR DOKTOR KALKSANA!
“1911’de Trablusgarb’a hücum eden İtalyanlarla Osmanlı Devleti arasında harp başladığı sırada Yemen’de Kevkeban’da bulunuyordum” diye hatıralarına başlayan Dr. İbrahim Tali, devamında Libya’ya geçtiğini ve Şark cephesinde Seyit Abdülaziz’deki kumandan Mustafa Kemal’i ziyaretini de şöyle anlatıyor:
“Mustafa Kemal Bey portatif karyolasında oturuyor. Eşyası bir seyyar masa ve iki seyyar sandalye, yere serilmiş bir kurt derisinden ibaret! Kumandan beyin bir gözünde kan var. Sık nefes alıyor. Elini sıkarken biraz da ateşli olduğunu hissettim. Kendimi takdim ettim ve hemen ateşini ölçmeğe davrandım. O bana:
– Hoş geldiniz, nereden geliyorsunuz, seyahat nasıl geçti, diye soruyor, ben de kendisine:
– Ne vakitten beri rahatsızsınız? Neden geride Mısır’dan gelmiş olan Kızılay hastanesinde istirahat etmiyorsunuz, gibi sualler soruyorum.
Mustafa Kemal Beyi ancak orada bulunan arkadaşlarının ısrarı ve Enver Bey’in( Enver Paşa) müdahalesiyle hastaneye götürebildim. Dört beş sene evvel Haseki Hastanesi başhekimi iken vefat eden kıymetli göz hekimi Münir’in ihtimamı ve hastane hekimlerinin himmeti ile onbeş yirmi gün zarfında iyileşerek Derne kumandanlığını ele aldı.’’
Rahmetli Mehmed Şevket Eygi Ağabey’in “Büyük Gazete”sine alıntılar yaptığı ve 1955 yılında Sel Yayınları’nda neşredilmiş bir hatıralar kitabından biz de bu yazıları meraklı okuyucularımızın istifadesine sunduk.
Cumhurbaşkanı ve doktorlar konu edilip tartışmalar alevlendirilince ülkemin 2022 yılının bu Mart ayında, tarihini de iyi bilsin istedik insanımız.
Saygı göstermek, saygı görmek ve fedakarlığın bir insan üstünden bir millete nasıl yansıdığını bilmek konularını da akıllara düşürebildiysek… İşte bu!

‘’ÇANAKKALE ACI İLAÇ’’
“Arıburnu cephesinde Mustafa Kemal komutasında dokuz alay, Seddülbahir cephesinde beş alay toplandı. İstanbul’dan iki tümen daha gelmekteydi.”
“Bu kocaman savaş alanında elbette subaylar, neferler, sıhhiye ekibi, istihkamcılar bulunuyordu. Tabur imamları ellerinde Kur’an, oradan oraya koşturuyorlardı.”
“Türk tarafı cephane harcamaktan kaçınıyordu. Yılbaşında, İstanbul’da topçu cephanesi yapan bir fabrika kuruldu. Fakat bunun yardımı sınırlıydı.”
“Bir ateş açtılar üzerimize, Soğandere’de belimden ve bacağımdan yaralandım. Kurşunla... Çalı dibinde doktor yaralarımı sardı, sipere geldim gene.”
“Hep pamuk ve sağrı bazı sıkıntısı çekilmişti. Sıhhiye personeli bitap düşmüştü. Hatta bazı sıhhiye bölükleri, cephedeki yaralılara zamanında müdahale edebilmek için ateş hattına kadar sokulmak zorunda kalmışlardı.”
“Osmanlı Ordu Komutanı Liman Van Sanders, o gece Suvla–Anafartalar Birleşik Cephe Komutanlığına 19. Tümen’in Komutanı Mustafa Kemal’i tayin etti. Araziyi çok iyi bilen, üç aydan beri orada gece–gündüz savaşmış bir asker... Sabaha karşı yeni görev aldığı bölgeye at sırtında, bir kaç saat önce ulaşmıştı. Sabah saldırı başladı. İngiliz birliklerinin pek çok subayı öldü, tugay ve tabur karargahları yok edildi, askerleri darmadağın oldu.”
“Ağustos ayının sonlarına doğru, birkaç gün içinde 500 vakaya ulaşan dizanteri salgını ortaya çıktı. Hastalığa yakalanmış bir alayın tümüne, bol miktarda killi toprak yedirerek önlemeyi başardım.”
“Yapabildiğimiz tek şey ağır yaralıların dilinin altına morfin tableti koymaktı. Sedyeciler yorgunluktan yere yıkılıyorlardı. Bazıları vuruldu.”
“Gelibolu Yarımadası’nın toprağı, şans eseri olarak, gazlı gangrene yol açan bakteriler barındırmıyordu.”
“Bugün savaşın üzerinden yaban ördeği sürüleri geçti...” (11. Tümen’den bir zabitin mektubundan)
“Anneciğim, sabahleyin uyandığımda, siperimin önünde bir gelincik çiçek açmıştı.” (Bir Anzak askeri mektubundan.)