Türkiye’nin siyasetten düzensiz göç meselesine, ahlaki yozlaşmadan eğitim, sağlık, adalet gibi temel alanlardaki yetersizlik ve zafiyetlere, gençlerin geleceğe dair karamsarlığından bir türlü çözülemeyen yüksek kiralara, sokak köpeklerine, kamudaki israfa, torpile, adam kayırmacılığa mülakat kılıfı geçirilmesine vs vs kadar yığınla sorunu yer alıyor. Bunlara dair bir çözüm umudu veya gayreti görülemediği gibi bu sorunların katlanarak büyüdüğünü gördük, görüyoruz, bu gidişle yeni nesiller de görecek.
Bu yığınla ciddi mesele arasında en önemlisi şudur demek zor olsa bile, yine de en önde geleni olarak kötü ekonomi politikaları kaynaklı yüksek enflasyon, hayat pahalılığı ve toplumsal fakirleşme gösterilse yeridir. Kendi beceriksizliğini ve yanlış politikalarının neticesi olarak enflasyonu patlatan ve halkı süratle fakirleştiren siyasi iktidar, bundan ötürü çıkıp bir pişmanlık ve özür dileme belirtisi bile göstermediği gibi güya çözümü de halkın kesesinde arıyor. Kemer sıkarak, yeni vergiler yükleyerek, ücretlere zam yapmayarak enflasyonu düşürecekler güya! Sanki enflasyonun neticesi vatandaşmış gibi bütün faturayı halkın sırtına yüklüyorlar ve 2026’dan sonrası için hedef gösteriyorlar. Muhtemelen kendileri de biliyor enflasyonu düşüremeyeceklerini ve yönetilen bir yoksullukla yetinme yoluna gidecekler belki de.
Enflasyonun müsebbibi vatandaşmış gibi sürekli halkı fakirleştirmeye yönelik tedbirler açıklanırken, kamudaki israfı önlemek adına somut olarak hiçbir şey yok. Açıklanan kamuda tasarruf paketi çalışanların servislerini kaldırarak veya A4 kağıt kullanımını azaltarak tasarruf yapacaklarını sanıyorlar herhalde. Makam aracı, özel uçak saltanatları, memleketin her yerine inşa edilen yazlık-kışlık saraylar, yönetim kurullarından alınan huzur hakları vs kapsam dışı, çünkü itibardan tasarruf olmaz!
Temmuz ayında memurlara ve emeklilerine yüzde 19,31 zam yapılırken, emeklilerin payına da yüzde 24,70’lik “enflasyon farkı” düştü. Enflasyonun doğru hesaplanmasına yönelik kuşkuları bir yana koysak bile ancak eriyen kısım kadar emekli maaşları artırılacak demektir bu. En düşük emekli maaşının 10 bin lira olması gibi bir garabet ve bunun bile altında olan kök maaşlar gibi diğer bir garabeti ise konuşmak bile utanç verici. 17 bin liralık asgari ücretten yani en düşük ücretten bile fersah fersah geride kalan bir ücreti milyonlarca emekliye reva görebilmek başlı başına bir siyasi ahlak sorunudur aslında.
Gerçi ücret zamları gibi konular tartışılıyor ama meselenin en kritik noktası olan enflasyon rakamlarına ne kadar güveniliyor? Açıklanan enflasyon rakamlarına yönelik güven her geçen gün eriyor. Sokağın enflasyonu ile TÜİK’in enflasyonu arasındaki makas açılıyor.
Ekonomim yazarı Alaattin Aktaş’ın, TÜİK’in Nisan 2022’den bu yana açıklamadığı fiyat değişim endeksine ilişkin paylaştığı verilere göre, TÜİK Haziran ayındaki uzman doktor muayene ücretini 33 lira 69 kuruş, veteriner ücretini 681 lira, yüksek öğrenim yurt ücretini 457 lira, ev kirasını ise 5 bin 845 lira, dana etinin kilogramını 433 lira, beyaz peynirin kilogramını 147 lira 69 kuruş, zeytinyağını 113 lira 37 kuruş vs olarak dikkate almış.
TÜİK Başkanı Erhan Çetinkaya’nın açıklamaları da konuya açıklık getireceği yerde tartışmayı daha da alevlendirdi. Adet bir siyasiymiş gibi “enflasyonun yavaşlama trendine gireceğini” belirten Çetinkaya, “Enflasyonun yüzde 75 olmasıyla yüzde 45 olması arasında nasıl bir fark var bunu bir irdelemek lazım diye düşünüyorum. Bana sorarsanız bir fark yok. Fiyatlar gene artıyor.” dedi mesela. İstatistiki veri üzerine çalışan bir kurumun başının 1 puanlık farkı bile önemsemesi gerekirken, 30 puanlık farkı önemsememesi hayli enteresan.
Bir araya gelerek 10 maddelik ortak manifesto açıklayan TÜRK-İŞ, Hak-İş ve DİSK, “Ülkemizde yüzde 20’lik kesim refah içinde yaşıyor, bedelini yüzde 80 ödüyor. Dayanma gücümüz kalmadı”. tespitinde bulunarak, hükümete asgari ücretin artırılması ve en düşük emekli aylığının asgari ücret seviyesine çıkarılması çağrısında bulundu. TÜRK-İŞ Başkanı Ergün Atalay’ın “Şu an bir ekonomik kriz yaşıyoruz. Bu kriz ne 94 krizine, ne 2001 krizine, ne de 2008 krizine benzemiyor. Yaşanan ekonomik kriz öncekilere benzemiyor, asgari ücretle 1 ay değil 1 hafta geçinme şansınız yok, dayanma gücümüz kalmadı. TÜİK’in açıkladığı rakamları kamuoyu gerçekçi bulmuyor ve rakamlar piyasayla özdeşleşmiyor.” açıklaması da açıklanan verilere toplumsal bakışı ortaya koyuyor.
Bu “hiçbir şeye benzemeyen” krizi çözmek yerine sadece küresel rantiyeyi ikna etmek peşinde olan ve halkın kemerlerini sıkarak enflasyon düşüreceğini sanan ekonomi politikaları, rantiye dışında kimseyi memnun etmeyecek ve yüzde 20’lik “kaymak tabaka” haricindeki tüm kesimler hızla yoksullaşmaya devam edecekler. Freni boşalmış bu kamyon, bu anlayışla nasıl durabilir?