AKŞAMIN bunaltıcı sıcağı bütün eve sirayet etmiş, bu sıcaktan daha az etkilenmek için balkonda nefeslenmeye çalışıyorum. Telefonumun mavi ışığı yanıp sönüyor, gelen bildirime göz attığımda sevgili genç hekimimiz Nazım’ın gönderisini gördüm. Hava sıcaktı ve bunaltıcıydı ve de Nazım’dan gelen metin çok uzundu. Uyurken okurum diye bir kenara bıraktım. İçerden televizyondan sesler geliyordu. Televizyonda uzmanlar, siyasi yorumcular, gazetelerin tevil cambazlarından çıkan gürültü balkona kadar ulaşıyor ama onları duyacak halim hiç yoktu. Her gün ölümlerle, kaçırmalarla, patlamalarla yeni bir korku dalgası yayılıyordu. Herkes kuklayı taşlarken, kuklacının keyfi yerinde yeni adımlar, yeni senaryolar yürürlüğe koyuyordu. Ne güney ne kuzey, ne do doğu ne de batıdaki insan için huzur kalmıştı. Her yer kaosa sürükleniyor, erk sahipleri öfkeli beyanatlar veriyor, sürece baş koyduklarını söyleyenler ise başlarını kurtarmanın telaşı ile yangına ateş taşıyorlardı. Koalisyon görüşmeleri diziler gibi uzuyor, her yeni fasıl için dram dozu artırılıyor ve hükümet bir türlü kurulamıyor. Mevcut Bakanlar hayatlarının en sorumsuz günlerinde en sorunlu beyanatlara imza atıyorlardı. Zarifoğlu’nun “Yaşamak” eseri öyle masa üzerinden göz kırpıyordu, açıyorum. Zarifoğlu, sanki tam da bugünleri anlatmış “Küçücük oluşlarda, hemen yakınımızdaki selametlere koşacağımıza amansız gururumuza boyun eğip hazımsızlıklar içinde bir dolu ufak sıkıntının altında ufalandık durduk.- ve umutsuzluğun kapımızdan ayrılmaması için az mı çabaladık.” Yaşamak adlı o kıymetli eserinde.
Bir yandan hayat telaşesi, bir yandan barış ve kardeşlik umudu… Bir yandan da umut; düğünler, şenlikler, sazlar ve sözler, acı ve tatlı hepsi iç içe geçmiş, yaşam denen o girift döngünün içerisinde ilerliyoruz. Gece ağır ağır göz kapaklarına hücum ederken, bütün sesler kesilmişken iç sesimi susturup, odama yöneliyorum. Nazım’ın gönderisini tekrar açıyorum, okudukça uykum kaçıyor, satırlar aktıkça örseleniyorum. Nazım daha hayatın baharında gencecik bir doktor, tıpkı bütün diğer memleket evlatları gibi yaşamak ve yaşamı anlamlandırmak için uğraşıyor. Elleri ile şifa vesilesi olurken, zihnini beslemeyi; okumayı, düşünmeyi de ihmal etmeyen bir genç. Belki şair değil ama şair ruhuna sahip Doktor Nazım’ın mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Hiç dokunmadan… Bütün yaşama uğraşı içerisinde olanlara barış denen o şemsiyenin kardeşlik iklimini ümit ederek. Ve sevgili Nazım, çocuklara “Küçük Prens’i” okutacağız. Hatta büyüklere de okutacağız. Sen yine o teyzenin sıcak tandır ekmeğinin bereketine ve samimiyetine inan çünkü bizi o taze, sıcak tandır ekmeği ikram eden yüce değerler bir arada tutacak. Korkmuyoruz yaşamaktan, ölüm ise gelecek olan beklediğimiz. Gelirken güzel kalalım ve unutma Atlet+, Abdest+, Dua+ , sevgi ve ümit +… Edip’i, Turgut’u, Cahit’i, Oğuz’u, İsmet’i, Pavese’yi, Galeano’yu, Milan’ı da alıp o serin dağ başlarında beraber muhabbetler edeceğiz. Bilirim okuyan adam ümitsiz olmaz doktorum. Yaraları cümlelerle de tedavi edebilirsin, söz yaraları, diğer yaralardan zordur. Bunu da bilirim hatta diğer kanamalar durdurulabilir ama mürekkebin kanaması durdurulamaz. Sevgili doktorum, güneş üzerimize doğmaya devam ettikçe ümidi küstürmeden yaşamaya gayret etmeliyiz.
AÇIK MEKTUP
“Mehmet Abime;
Abim bu bir açık mektuptur atlet+ abdest+ moral sıfırdır. Güzel şeylerden bahsetmek isterdim barıştan mesela ama şimdi her an çatışma olacak korkusuyla bir kanepe sığınağında lojman griliğinde geride bıraktığım hatıraların içindeyim.
Ve bu mektubu sana yazıp gönderdikten sonra korku ile sileceğimi bilmeni isterim. Sen yazarsın abi bunu da yazarsın muhakkak barış dedikleri şey ihtimal uzak ve ben yazısı kara bu ilçede Allaha sığınarak ve arzuhalimi sana yazarak kulağım dışarda kalbim kuş çırpıntısı bir halde...
Abim yolda gelirken güneş ne güzel de aydınlatmıştı oysa sararmış başakları. Yol üstü telaşsız insanlara özenerek başlayan yolculuğumuz biran önce varacağımız yere varmak ümidiyle öte yandan yolculuk sırasında başımıza gelecek kötü ihtimaller korkusuyla ki vardığımız yerde bu korkunun daha da fazla olacağını bildiğimiz halde sorunsuz sonuçlanmıştı. Sonuçlanmadı mı yoksa abim bilmiyorum bu yolculuk fakir hayatlar gibi iyi olacak diye beklerken mi sonuçlanacak. Gündüz müdür bey uğradı, bizi teselli etti. Kendisi de inanmayarak “Bir şey olmamış gibi davranın eğer başınıza bir durum gelirse karşı koymayın. Soğukkanlılığınızı koruyarak İstediklerini yapın” dedi. Oysa kimsenin hayatı o kadar ucuz değil abi. Mesela köye göndermemi istedikleri Doktor Filiz yahut yeni evli Doktor Nazif’inin hemşirelerimin, ebelerimin hayatları gibi. Aramızda kalsın ben yine de göndermeyeceğim onları kan sıcağı köy yollarına. Peki, ne olacak süreç falan diyorlardı. Barış olacak diye umutlanmıştık. Sen bilirsin abi. Bir gün köşende bunu da yaz, daha bir iki vakit önce sıcacık tandır ekmeği ikram eden teyze veya aşısını yaptığım çocuk zaten benim kardeşimdi. Ya sence
Bu gece bir arkadaşımla konuştum yan ilçede çatışma arasında kalmış banyoda saklanmış sesi çok tedirgindi. “Lambaları kapatın” dedim. “Kapalı” dedi. Abi telefonu çalmıyor, şimdi çok korkuyorum. Yoksa yoksası yok abi. Herhâlde dış kuvvetler bir gün bizim ülkemize de demokrasi getirmek istiyor. Bakma bu cümleyi kurduğuma bunların hepsi TRT’de haber, ben ne anlarım demokrasiden özgürlükten bizim evde de demokrasi babamdır zaten onun dediği olur. Lakin ben “Edip “ okumak istiyorum. Abi, Turgut, belki Cemal, Pavese sen de seversin abi bilirim. Okumuş adamın hali bir başka mı yoksa okumamış adamlarla aynı korkuyu mu hissediyor. Neyse Canım abim mendilimde kan seslerini okumadan dışardaki sesleri bastırsın diye yine yorganımın altına gireyim Herkese selam ederim ve bu açık mektubu yine fakirin ekmeği misali bir soru ile bitireyim: ne zaman sokaktaki çocuklara küçük prens okutacağız
Yazısı kara yerin hekimi Nazım.”
Bir incelik gösterelim, bir ince yürüyüş olsun bu. Bütün çocukları kuşatacak bir incelik, yürekleri kurutmadan ve insanlığı katılaştırmadan. Araya mesafe koymadan, yüreğimizi ve sesimizi yumuşatacak bir incelik hareketi başlatalım. Ki korku salanlar korksun. Ve tarancı’nın dizeleriyle “Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;/Kuşların çiçeklerin diyarı olsun./Memleket isterim./Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;/Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Hoşça bakın zatınıza…
TAŞ GEMİ
BİZE kadar
1- Sosyal medyada yazarken unutma, bir gün kaçtıklarınla ve yazdıklarınla yüzleşeceksin.
2- Her ön yargı bir inadın ve kibrin sonucudur. Ön yargılar tanımak için çaba sarf etmeyen tembellerin putudur. Yıkılması zor bir puttur.
3- Konuşamayan insanlar yönetemez. Bugün konuşamayan insanlar söz sahibi, sözü üzüyorlar.
4- Biz ne söylediklerine değil de ne söylemediklerine bakarız. Ondan sıhhatliyiz.
5- Biz mihnetle değil vefa ile yol alırız. Vefa temel esaslarımızdandır.
Dağarcık
“Bu şehri nasıl yapmışlar böyle/ Ne gökyüzü koymuşlar ne günaydın” (Turgut Uyar)
Not: Geçmiş olsun Fatih. “Günaydın”.