Biten hikâye

Abone Ol

Hareketleri yavaş, bir bebeği andıran hayata tutunma çabaları. Yürüyüşleri artık son gidişleri talim etmekte. Adımlarını çok zor atmakta. Ayağını kaldırırken sanki tonlarca yükü taşıyormuşçasına zorlanmakta.

Evdeki varlığı fazlası ile yadırganmakta. Çocukları “yürü, çabuk ol” demekteler, sanki kendisi çabuk olmayı bilmiyormuş gibi, sanki kendisinin en büyük hobisinin yürümek olduğunu unutmuşlar gibi.

Önemli hiçbir hastalığı bulunmamakt . Sadece yaşlılık, takatsizlik, dermansızlık, ayaklarından, dizlerinden canın gitmesi, iliğinin kemiğinin güçsüzleşmesi. Ev halkını arada kızdırmakta onun yavaş adımları. Kızı fırlayıp hızla mutfağa geçmek istemekte ama kaplumbağa yavaşlığındaki babası o esnada “walker”ı almışsa ne mümkün onu geçmek “baba hadi” diye burnundan solumakta, ya yemek yanmakta, ya yetişip döneceği işi acildir.

Ya da hane halkını kızdıran o nakarat:

“O Mehmed de hiç gelmiyor”.

Evde büyük bir sükût zira her gün bu cümleyi belki yüzüncü kez kurmaktadır, duymazdan gelerek, yorum yapmayarak, başka işle meşgulmüş gibi davranarak ihtiyarı oyalamayı seçmektedirler.

Sorusuna vermedikleri cevaba değil, o asıl kendisine emir vermelerine bozulmaktadır. Bu hiç kendisi ile yüksek sesle konuşulmamış, hiç azarlanmamış, şunu yap bile denmemiş adamın gözüne sokmaktadırlar yürüteci:

- Hadi kalk yürü! Bak bak emre bak.

-Tembellik etme baba, iyice kötürüm kalacaksın, doktor ne dedi bacak bacak üzerine atmayacaksın.

Gençliğinde Küçük Ağa denen, annesinin bile emir vermediği, herkesin karşısında el pençe durduğu, kadınların peşinden koştuğu, yakışıklılığı ile baş döndürdüğü yaşlı adam hangi aralık bu vaziyete düştüğünü bir türlü hatırlayamamaktadır. Çocukluğunu çok iyi anımsamakta fakat son günlerini bir türlü aklına getirememekte, sifonu çekememekte, elini yıkayamamakta, abdest alamamakta, ev halkının “teyemmüm al” direktifine içerlemekte, yaşlı ince uzun bedeninin vav gibi eğildiğine şaşarak bakakalmaktadır.

Teyemmümü her seferinde damadına sormakta onun biraz sesini yükselterek konuşmasından hoşlanmamakta, torunlarının ağzından akmasını durduramadığı sulardan tiksindiklerini, aynı sofraya oturmadıklarını, artık bu evde fazla geldiğini bilmektedir.

Arada yanık sesi ile aynı türküyü söylemektedir:

- İhtiyarım, gencelemem”

Çok iyi psikolojik tahliller yapan küçük torunu için dedesi taraf tutmaktadır mesela çocuklarından durumu kötü olanları daha çok ezmekte, kesinlikle klozete oturmak istememekte, normal tuvalete gidip bu sefer kalkamadığında ev halkını başına dikmektedir. Ya da leğeni ibriği odaya getirtip abdest aldırmalarını istemekte fakat hali vakti yerinde olanları daha fazla dinlemekte, teyemmüm almakta, yoksul çocuklarına bağırıp çağırmaları onlara yapmamaktadır.

Arada “hadi hakkınızı helal edin, beni sağ yanıma döndürün” demekte bu duygusal tirad da artık ev halkını eskisi gibi kaygılandırmıyordur küçük torun annesinin inadına bunu da çözmüştür, “dedesinin ben merkezli olduğunu, insan kullanmasını çok iyi bildiğini, kendisinden başkasını düşünmediğini, herkesin odak noktasında olmak istediğini, çevresindekilerin ilgisini kendi üzerinde toplamayı başardığını vurguluyordu ama annesi itiraz ediyordu her seferinde:

- Kızım biten bir hikâyeyi izliyoruz biraz daha şefkat, sabır, sevgi istiyorum her birinizden, lütfen onunla yüksek sesle konuşmayın, etrafında pervane olun, öyle hissediyorum ki son misafirlik günleri canım babamın.