“Birey”den “Sürü”ye Batı Dünyası

Abone Ol

Koronavirüs hâlâ dünyanın tek gündemi. Yapılan açıklamalara bakılırsa kısa zamanda da gündemden düşmeyecek. Hatta kimi ifadelere göre sosyal mesafe, izolasyon, hijyen gibi virüs ile hayatımıza daha çok giren terimler, en az birkaç sene daha uygulamak zorunda kalacağımız tedbirler olarak varlıklarını devam ettirecekler. Yani bütün insanlığı zorlu bir süreç bekliyor. Virüsün -Allah korusun- mutasyona uğraması, ikinci, üçüncü dalga gibi endişe verici boyutlara da ulaşmasının ihtimaller dâhilinde olması bunu bizlere net olarak gösteriyor.

Çin’de başlayan sonra Ortadoğu’yu etkisi altına alan, devamında Avrupa’yı üs edinen, bizim de hâlâ ülke olarak mücadele etmeye çalıştığımız ve şimdi de Amerika’yı derinden etkileyen virüsün bulaşma kabiliyeti gerçekten çok ama çok yüksek. İşte bu yüzden sağlık sistemlerinin başarısı da ancak salgınla mücadelenin zamana yayılabilmesi olarak tarif edilebiliyor.

Diğer taraftan virüs bütün dünyayı kasıp kavururken, her ülke salgınla güçleri yettiği ölçüde mücadele etmeye çalışırken, İngiltere’de kısaca, “ölen ölsün kalan sağlar bizimdir” mantığı üzerine kurgulanan “sürü bağışıklığı” yöntemi, en çok tartışılan mücadele çeşidi olarak öne çıktı. Tabi bu yöntem sadece İngiltere’de değil İsveç, Hollanda, Danimarka, Polonya gibi ülkelerde de uygulanmaya çalışıldı. “sürü bağışıklığı” yöntemi virüse karşı direnç geliştiremeyenlerin ölümünü en baştan kabul eden, bir süre sonra ancak ayakta kalabilenlerin varlığını devam ettirdikleri kaba bir yöntem olarak biliniyor. Yani zayıf olan ölsün, güçsüz olan gölge etmesin ama kapitalizmin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” üzerine kurgulanan sistemi devam etsin. Aslında kısaca tarifi bu. Tabi virüsün İngiltere Başbakanı ve Kraliyet ailesine sıçrayacak kadar ilerlemesi tehdidin ne denli büyük olduğunu onlara göstermeye yetti. Üst düzey pozitif vakalar bunda etkili oldu mu bilmiyorum ama sonunda İngiltere bu yöntemden geri adım atmak ve çeşitli tedbirleri almak zorunda kaldı.

Bunun yanında Trump’ın “vücuda dezenfektan enjekte edilsin” teklifi de aslında sürü bağışıklığından farklı bir şey değil. Bundan maksat da ne olursa olsun, ölenler ölsün ama büyük zarar gören sistem bir an önce ayağa kalksın hedefi yatıyor. New York semalarında kan kokusunu alan akbabalar süzülüyormuş, yaşlılar ölüme terk ediliyorlarmış, sahipsiz cesetler toplu mezarlara gelişigüzel gömülüyorlarmış gibi haberlere dönüp bakan yok.

Bireyi ilahlaştıran, bireyin isteklerini her şeyin üstünden tutan yaklaşım şimdi görüldüğü üzere bireyi ölüme terk ediyor. Zayıfları, acizleri kendilerine ayak bağı olarak görüyorlar. Tabi ki Batı’da da insan olan, insan olmaya çalışanlar azımsanmayacak ölçüde varlar ama bireyin hazlarını ilahlaştıran ruhsuz sistemlerin hâkim olduğu medeniyet tasavvuru, koronavirüs ile geldi sert bir şekilde duvara tosladı. Ne din, ne de başka bir değer yargısının toplumlar üzerinde etkili olabilmeleri oldukça sınırlandı. Batı dünyası dışarıdan bakıldığında Hıristiyan’mış gibi görünen ama kimi Hıristiyanlar tarafından artık Hıristiyan bile sayılamayacak toplumlara dönüştü. Hıristiyanlık, varlığını devam ettirebilmek için her şeye onay vermek zorunda olan pragmatist bir din haline geldi. Batıda işlerin bu noktaya gelmesine güven problemi halk arasında tavan yapan kilisenin, nüfuzunu korumak için eşcinsellikten, kürtaja varana kadar birçok tartışma alanında popülizm yapması sebep oldu. Kilise bu taleplere karşı olsa toplum nezdinden varoluş problemi yaşayacağını ve tamamen ortadan kaybolacağını düşündü. Hiç olmazsa böyle de olsa ayakta kalayım mantığına teslim oldu. Bükemediği eli öptü. Yani kilise yaşadığı iç sorunların da zorlaması ve etkisiyle bireyin ihtiraslarına karşı teslim bayrağını çekti.  Sonuç olarak bütün bu değerlendirmeler ışığında şunları ifade edebiliriz.

Bugün “sürü bağışıklığı”nı bir mücadele yöntemi olarak görenlerin zihin dünyasında, aslında ilk zoru gördüklerinde modern değerlerin(!) geldiği son nokta olarak gördükleri “bireyi hemen satmaları” vardır. Yani ifrat ve tefrit dışında bir yol bilmeyen Batı medeniyeti, daha önce test edilmemiş bir salgında tabiri caizse sınıfta kaldı. Çünkü çıkara göre “birey” veya “sürü” merkezli hareket etmekte bir beis görmediler. Oysa ne birey ne de sürü, bütün meselelere “insanı merkeze alan bir anlayışla” bakabilmek hem bugünün hem de yarının sorunlarını çözebilecek. İşte onlar bu doğruda bir türlü buluşmak istemiyorlar.