Bir tek hata memleketi parça parça işgal ettirdi

Abone Ol

Geçen hafta, 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’na bağlı olarak İzmir’le başlayan memleketi işgal projesinden ve Osmanlı hükümetinin ve sarayının buna karşı aldığı daha doğrusu almaya çalıştığı tedbirlerden bahsetmiş ve Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa tarafından saraya ve Sultan Vahideddin Han’ı muhatap alarak gönderilen iki telgrafın metnini arşivlere dayanarak vermiştik. Bu hafta o telgraflarla devam ediyoruz.

ORİJİNAL metnini geçen hafta verdiğimiz birinci telgrafta, Mustafa Kemal Paşa, Samsun’dan bu yapılan işgal hakkında fikrini söylüyor ve padişahın destekçisi olduğunu ifade ediyor. Mustafa Kemal Paşa’nın padişah hakkında söylediği güzel sözleri ve Damat Ferit Paşa’nın tekrar sadrazamlığa getirildiği için duyduğu sevinci sizlerin vicdanınıza bırakıyorum.

Fakat bir hain, kendisinin, Samsun’daki Türk köylülerinin elinde zulüm gören Rum ahalisini kurtarmak üzere gönderdiği, rütbece en düşük konumda bulunan genç bir paşanın akıl verircesine bu sözleri karşısında, nasıl bir tutum ve tavır sergiler

Eğer o günlerde sultan, paşayı bitirmek ve etkisiz hale getirmek isteseydi hiç de zorlanmayacaktı. Zira paşa o günlerde Anadolu halkınca hiç tanınmamaktadır. Alt yapısı ve bir çevresi yoktu. Mustafa Kemal Paşa’nın hatıralarından anlaşılacağı gibi, merkezi Ankara’da bulunan Millî Kuvvetler ancak kongrelerden sonra güç ve itibar bulur. 20 Mayıs bu anlamda çok erken bir tarihtir.

İkinci telgrafta ise, Mustafa Kemal Paşa, mitingler noktasında Sultan Vahideddin Han gibi, derinden ama sessiz faaliyet gösterilmesini istemekte ve tavsiye etmektedir.

Bu esnada 15 Mayıs 1919 Perşembe günü, İzmir’i işgal eden alçak ve şeref fukarası Yunan ordusu, tarihte eşine zor rastlanır bir kıyım ve katliam işine girişmiştir. İşte İzmir’in İşgali ve bu işgali izleyen kırk güne ilişkin birkaç misal;

15 Mayıs 1919 günü, İzmir’deki askerî birlikler, Ali Nadir Paşa’nın emrine uyarak, İzmir’e çıkan Yunanlılara direnmezler, buna rağmen o gün akşama kadar Yunanlıların ve Rumların çılgınlıkları sürer. Sonuç, beş yüzden fazla subay ve er, şehit ve yaralı, binden fazla sivil kayıp, birçok ırza tecavüz ve yağmalama olayına rastlanmıştır ki, Uluslararası Soruşturma Kurulu raporundan anlaşıldığı üzere; 15 ve 16 Mayıs günleri, şehirde Türk halkına ve evlerine karşı şiddet ve yağma hareketlerine girişilmiştir. Birçok kadına tecavüz edilmiş ve cinayetler işlenmiştir.

***

Kordonboyu’nda şehit edilen Yüzbaşı Necati Bey’in 8 yaşındaki oğlu, babasının cesedi üzerine kapanınca, Yunanlılar çocuğu da süngüleyerek öldürürler.

***

27 Mayıs 1919 günü, Aydın işgal edilir. Burada da kıyım, işkence ve yağma başlar. Birçok mahalleden biri olan Cuma Mahallesi’nde çıkarılan yangın sonucu, 550 ev ve 30 dükkân kül olur. 50’nin üzerinde ölü bulunmaktadır.

***

Kulaksızzade Mehmet Efendi’nin evine zorla girilir, kendisi, eşi, kızı ve kızının biri beş yaşında, öteki 6 aylık olan çocuğu süngülenerek öldürülür.

***

12 Haziran 1919 günü, Yunanlılar Bergama’yı işgal ederler. Çok acı olaylar sonucu seksen bine yakın Türk köylüsü göç eder.

***

17 Haziran 1919 günü, Menemen katliamı. Kaymakam, jandarmalar ve bine yakın sivil öldürülür.

***

25 Haziran günü, Balatçık istasyonunda Yunan muhafızları tarafından trenden indirilen Müslüman yolcuların kadınlarına, erkeklerinin gözleri önünde tecavüz edilir.1 Bu esnada Yunan zorbaları tarafından yapılan her facia İstanbul’a bildirilmekteydi. Sultan’ın yerine kendinizi koysanız ne yaparsınız Millî Mücadele’yi başlatmak için birini mi görevlendirirsiniz Sultan Vahideddin de öyle yapmış ve bu iş için, İzmir’in işgalinden önce Mustafa Kemal Paşa’yı görevlendirmişti. Bundan başka ne yapılabilir Bu, cevabı biraz zor bir soru…

15 Temmuz 1919’da Sultan Vahideddin Han, “Morning Post” isimli gazetenin muhabirine şu demeci verir:

“Binlerce sessiz halk Yunan askerleriyle Rum çeteleri tarafından insan kırımına, yağma ve çapula, vurgunlara maruz bırakılmaktadır. Milletimin uğradığı zulüm ve hakaretler karşısında teskin edilmeleri müşkül olmaktadır. Adamlarımız şereflerini, hayat ve meskenlerini korumak için boğuşmaktadır.2

Sanırım bu, gazete muhabirine verilen mülakat hakkında yorum yapmaya gerek yok. Padişah, yüreğini ıstıraptan sarsan ve derinden yaralayan3 bu trajik ve insanlık tarihinin yüz karası işgal hadisesinin tesiriyle saltanat makamına ait Beykoz’daki köşkünü şehit edilenlerin, yetim çocuklarına bağışlamış ve onlara bir yuva sağlamıştır.4 Ne hainmiş değil mi

Kendisini ziyarete gelen bir heyete taktik olarak şöyle nasihatlerde bulunmuştur;

“Ağzımızı açalım, bağıralım ve sesimizi yükseltelim, ama elimizi kaldırmayalım.” İşte bu söz, Sultan’ın hain olduğu tezini ideolojik bir şekilde savunan ve bunu yaşama sebebi gibi ehven farzeden malum güruh tarafından bayrak gibi elden ele gezdiriliyor.

Turgut Özakman, yazdığı kalın kitaplardan biri olan; “Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele yalanlar, yanlışlar, yutturmacalar” isimli kitabının 223. sayfasında bu konuda şöyle yazıyor;

“Vahidettin, ünlü Sultanahmet mitingi temsilcilerine şöyle der; bağıralım fakat elimizi kaldırmayalım.”

İşte Vahidettin stratejisi!

Bağırarak kazanılmış bir istiklâl savaşı biliyor musunuz ”

Bir hadise ancak bu kadar yanlış anlaşılır. Sultan Vahideddin Han, insanları sükûnete davet etmek yerine tam tersi milleti gaza getirip, işgal kuvvetlerinin bize göre misli misli fazla olan askerî gücüne karşı saldırtsa daha mı iyi olurdu. “Bekâra karı boşamak kolaydır” sözü geldi aklıma nedense… Hâlbuki hain bir insan o kitleye sükûnet değil mücadele emri verdirir ve pek çok zavallı insanı öldürtüp işgali de meşrulaştırırdı. Rauf Bey tarafından imzalanan Mondros’un o malûm 7. maddesi gereği, dünya kamuoyuna dönüp, “Ey dünya İzmir’e gözlemci olarak çıkarttığımız askerî güce karşı Türk milis güçleri tarafından saldırı yapılmakta ve bize kayıp verdirilmektedir. O yüzden ben İzmir dahil tüm Ege’yi işgal ediyorum” dese, dünya kimin yanında olurdu ve daha kötüsü bizim bu durum karşısında halimiz nice olurdu ..

İzmir 15 Mayıs 1919 Perşembe günü, işgal edildi. Mustafa Kemal Paşa ise 16 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra Bandırma Vapuru’na bindi. Eğer 15 Mayıs 1919 günü işgal güçlerine karşı İzmir’de padişahın pohpohlamasıyla ciddi bir mukavemet gösterilseydi ve orada Yunanlılar zorlansaydı, bu durumda teyakkuza geçen İstanbul’daki İngiliz yetkilileri, 16 Mayıs 1919 Cuma günü Mustafa Kemal Paşa’ya Samsun’a gitme izni verirler miydi Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın, Samsun’a çıkması için vizesini onaylayan İngiliz İstihbarat Yüzbaşısı John Godolphin Bennett, hatıralarında, Samsun’a çıkacak olan heyetin siciline bakıp şüphelendiğini ve bu yolculuğu engellemek için bahaneler aradığını yazmıştır. İzmir’de Yunan askerlerine karşı yapılacak olan ciddi Türk mukavemeti, sizce Yüzbaşı Bennett’e bu bahaneyi vermez miydi ..

Bir de hain profili ile taban tabana zıt bir durum daha var; işgallere karşı başlatılan mitingleri hazırlayan heyeti Sultan Vahideddin Han, niçin huzuruna çağırıp nasihat veriyor da tutuklatmıyor, ya da kendisi cezalarını vermiyor

Nitekim bu mitingler Sultan’ın iş birliği içerisinde çalıştığı İngiliz ve Yunan ortaklarına karşı yapılmıyor mu

Siz hain olsanız, size ve ortaklarınıza karşı başlatılan bu miting hareketlerinin tertipçisi durumundaki heyet üyelerini ne yapardınız ..

Fakat bütün bu olumsuz havaya rağmen, İzmir’de işgalci Yunan askerlerine karşı ciddi bir mukavemet gücü çok kısa bir zamanda teşekkül etmiş ve resmen bir direnç başlamıştır.  Her geçen gün İtilaf Devletleri ve Yunan hükümeti tarafından Osmanlı hükümeti ve sarayına karşı tazyiki çoğalmakta ve İzmir’e yeni Yunan kuvvetleri sığınak yapmakta idi. İtilaf Devletleri’nin Yunan cephesinde bulunan, Türk Milli Güçleri’ni geri çektirmek için saray ve hükümet nezdinde yaptıkları teşebbüs başarılı olamayınca, Yunan kuvvetleri taarruza başlamış ve dönemin Sadrazamı Ali Rıza Paşa başkanlığında kurulan kabine çekilmek mecburiyetinde kalmıştı.5

Sultan Vahideddin Han, yıllar sonra bu konuda San Remo’da şöyle söyleyecektir:

“İzmir’in işgali faciası sadece bütün vatanı kedere boğmakla kalmadı. Saray efradı da ben de yıkıldım haberi aldığım zaman. Osmanlı’nın fetihler devri bir an içinde, bir sinema filmi gibi geçti gözümün önünden. Tarihin bu kahredici hükmüne ağlamak için yanımda bulunan herkesi dışarı çıkarttım, doya doya ağladım.”

Önceki sayfalarda faydalandığımız Başkâtip Ali Fuat Bey’in anlattıkları da tam olarak böyle değil miydi Hatırlayınız İzmir’in işgal edildiği gün için, Başkatip şunları söylemişti; “Ertesi gün bir maruzat için huzura kabul olunduğum esnada Zat-ı Şahane’yi, pek düşünceli ve çok kederli bir halde gördüm. Hatta çoğu zaman bir iş için odasına girdiğim vakit beni yanında alıkoyarak bir müddet sohbet etmek alışkanlık haline geldiyse de o gün sabah görüşmesinden sonra odada kalmam konusunda herhangi bir şey söylemedi. Sebebini bilmediğim bu üzüntülü ve kaygılı vaziyete bir anlam veremedim. Bilahare öğrendiğim İzmir’in işgali hadisesinin bu üzüntü ve keder dolu vaziyetin sebebi olduğunu anladım.  Ne tuhaftır ki  daha sonra öğrendiğim bu işgal hadisesini o gün Sultan bana söylemedi.” 

Bir hain kendisi ve ümitleri için her şeyin bittiği bir noktada, niçin böyle bir itirafta bulunur Bundan daha mühimi niçin ağlar

İzmir faciasından sonra memleketin dört bir yanında ve her geçen gün artarak çoğalan sayılarda protesto mitingleri tertip edildi. Bunların en önemlisi ise meşhur Sultanahmet mitingidir. Ne tuhaftır ki hain diye yaftalanan Sultan Vahideddin Han’ın sarayının burnunun ucunda yapılan bu mitinglerle ilgili tavrı ve düşünceleri neydi Bu da başka bir yazımızın konusu olacak inşallah…

Muhabbetle…

DİPNOTLAR

1) Turgut Özakman, a.g.e., Sf; 218-219

2) Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile ilgili İngiliz Belgeleri,  Çev.Cemal Köprülü, Sf; 87,  1986.

3) G. Jaeschke, a..g.e., Sf; 82.

4) Zeki Sarıhan, Türk Kur. Savaşı Gün. C; 2,Sf; 224,Ankara,1988.

5) Naci Kasım, Gazi’nin Hayatı, Sf:108, Toplumsal Dönüşüm Yay.,1. Baskı, İstanbul, 1999.