Bir şehirden gidememek

Abone Ol

İnsanlar gibi şehirlerin de ruhu vardır. Onlar da tıpkı bizim gibi doğar, büyür, yaşar ve ölür.  Edip Cansever’in de dediği gibi: ‘‘İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer.’’ İşte bu yüzden biz şehirlerde yaşamayız aslında, şehirler bizim içimizde yaşar. Yaşadıkça da değerini orada bulur. Gün geçtikçe bizden ona, ondan bize bir şeyler siner. Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su, Nurettin Topçu’nun Anadolu’su, Sezai Karakoç’un Diyarbekir’i, Yedi Güzel Adam’ın Maraş’ı, Yahya Kemal’in İstanbul’u, Yavuz Bülent Bakiler’in Sivas’ı, Charles Baudelair’in Paris’i, Elliot'un Londra’sı, Aliya’nın Bosna’sı, Kavafis'ın İskenderiye’si bunlardan yalnızca bir kaçıdır. Bir de maişet kaygısı ile yaşamak zorunda olduğumuz şehirler vardır. Hele bir üniversite öğrencisi olarak yolunuz bir şehre düşmüşse, sizi sımsıkı saracak insanlar ararsınız ve cebinizdeki tüm paraya talip olmayan mekânlar… Biz tüm bu güzellikleri bir üniversite öğrencisi olarak Sivas'ta bulduk. Hâlihazırda üniversiteler eğitim öğretime bismillah demişken hemen hemen her ilde bulabileceğiniz aynı güzelliklerden bahsetmek isteriz.

Gittiğiniz üniversitede muhakkak bir caminiz olsun… Paşa Camii’nde bir ders sonrası, Hakkı Binici gibi muhterem bir âlimin dizinin dibine çökmenin güzelliğine erişeceğiniz, ellerine can simidi gibi sarıldığınız bir hocanız olsun. Birkaç cümle ileride bahsedeceğimiz isimler ve mekânlar muhakkak her ilde vardır. Başlangıç noktamız cami olunca o isimler ve tüm güzellikler kendiliğinden bulacaklardır sizleri.

Gittiğiniz üniversitede muhakkak bir Ahmet Akgül hocanız olsun. Mesleki alanınıza dair kendinizi geliştirebileceğiniz, dersten sonra pardösüsünü, ayakkabısını hazır etmenin bahtiyarlığını tattığınız, zihin dünyanızı ilmek ilmek dokuyan, şuurdan, ilimden bir dünya… Sizin üniversiteniz asıl böyle insanlar olsun. Bütün unvanlarını bir kenara koyan, öğrencisinin sadece dersi ile değil, cebindeki parası ile, kitaplığındaki kitapları ile ilgilenen hocanız… İlmin yanına ahlâkı ve şuuru koymamızı öğütleyen, kendisinden istifade edeceğiniz bir ilim kalesi.

Kendi alanınız dışında muhakkak bir cihat karargâhının içinde olun. O karargâh size eksi yirmi derecede, Sivas'ın ayazında Cumhuriyet Üniversitesi Öğrenci Derneği (CÜDER) yayın organı Kampüscü Gazetesi’ni dağıtırken heyecanı yaşatsın. O cihat karargâhı size öğrenci evlerinde gençlerin yüreğinden tutma imkânı tanısın. En mühimi de zihninizi üniversitenizde yer alan batıl ideolojilere kapatan, salon programları, eğitim kampları, şehir gezileri ile kişisel gelişiminize ziyadesi ile katkı sağlayan bir karargâh.

Sezai Karakoç okumaları yapabileceğiniz, bıkmadan, usanmadan akademiye teşvik eden Prof. Dr. Alim Yıldız hocanız, muazzam hikaye okumaları yapabileceğiniz Necaattin Topçu hocanız olsun. Yunus Emre okumaları yapabileceğiniz Prof. Dr. Hüseyin Akkaya hocanız, şiir okumaları yapabileceğiniz Bilal Tırnakçı ağabeyiniz olsun…

Uzun soluklu Safahat okumaları ile yüreğinizi harlayan, divan edebiyatı metinlerinin arasında sıkışıp kalınca sizlere el uzatan, Doç. Dr. Mustafa Sefa Çakır hocanız olsun. Yıllar sonra evinizde sizleri misafir etsin ve yazdığı Akif kitabını sizler için imzalasın.

Gittiğiniz şehirde bir Hüseyin Karacalar hocanız olsun… O hocanız sizleri okumaya, yazmaya teşvik etsin. Şiirden dünyasına sizleri de misafir etsin. Size şehrin dergilerinden bahsetsin. Mekânlarından, çay ocaklarından, güzel insanlarından...  Bir öğrencinin en büyük nasibi şehirde ilk kucaklaştığı kişinin bir tarih öğretmeni, bir şair ve aynı zamanda bir derginin editörü olması. Her şeyden öte hiç tanımadığı bir üniversite öğrencisine, yalnızca bir kişinin selamı ile bir kucak dolusu kitap hediye etmesi… 

Gittiğiniz şehirde bir İdris Ekinci ağabeyiniz olsun. Her sayfasında emeği ve alın teri olan Aşkar dergisinin yeni sayısını, yeni doğan bebeğini kucağına alır gibi alsın. Bir gün ansızın sizleri İsmet Özel’le Buruciye Medresesi’nde çay içmeye davet eden, İsmet Özel ile aynı sofraya oturtan, her hafta Pazar günü Sivas'ın karına aldırmadan Ulu Camii’nde kılınan sabah namazı sonrasında Mektubat okuyan bir ağabeyiniz olsun.

Gittiğiniz şehirde esaslı dostlarınız olsun; ‘‘çaya kaç şeker’’ diyen, tost makinesinde fıstık kavurduğunuz, paranızı, derdinizi üleştiğiniz, inandığınız değerleri birlikte omuzladığınız, bir öğrenci evinde yüksek sesle şiir okuduğunuz, kitaplardan, samimiyetten bir dünya kurduğunuz, gece yarıları Sivas’ın içinizi ısıtan ayazında, bir sobanın etrafında, her dem yeniden bir çay ocağında muhabbete devam ettiğiniz esaslı dostlar…  

Yıllar geçer, üniversite biter, mesleğinizi başka bir memlekette icra etmeye başlarsınız, fakat yine aynı şehirde kalakalmışsınızdır. O şehrin plakasını görünce istemsizce mutlu olursunuz, o insanla tanışıverirsiniz. Yıllar geçer, çoluk çocuğa karışırsınız ve siz yine o şehirden gidememişsinizdir...