Pazar günlerinin tarifi pek mümkün olmayan bir kasveti vardır. Geçen hafta bu kasveti yok eden bir dergi vardı masamda: İzdiham 32. Önce kapağı ile tanıştım. Manşet yine çarpıcıydı: “Mezarlıktan korkanın sevdiği ölmemiştir.” Düşündüm mezarlığa ilk ne zaman girdim diye. Dört yaşına adım atacağım sene. Dedemin vefatı ile mezarlıkta soluk almıştık. Ev o eski ev değildi artık. Elleri ayakları güçten düşmüş vaziyette, iri yarı bir adamın sırtında, evden çıkarılmış hastaneye götürülmüştü. Hastanede kalmasını hiç istemediğimi hatırlıyorum. Sonra bir defa, son olacakmış, onu görmeye hastaneye gitmiştik. Yanına gitmeye çalıştığımda hijyen hastası bir kadın engellemişti. Sonra kucağına aldı. O zamanlar kendi derdimi anlatacak kadar konuşmam yoktu. Bıraksın diye ağlamıştım. Serumdan korktu demişti serumda korkulacak ne varsa. Kollarımı acıttın diyememiştim. Dedeme son defa sarılmamı engelleyen o kadını hiç affetmedim.
Bir yerden sevdiğiniz göçerse eğer huzur bulabileceğiniz tek yer mezarlığa dönüşür. Başlarda hemen her gün giderdik mezarlığa. Sonra her cumaya sonra bayramdan bayrama döndü süreç. En son şehrim değişti. Fakat sorsalar yalnızca mezarlığa gitmek için günübirlik yola çıkar dönerim. Orada yaşadığım duyguyu başka bir mekanda ya da başka bir mezarlıkta yaşamam mümkün değil. Fakat mezarlıklar ürkütmez beni. Birileri de dedem gibi orada işte.
Yaptığınız işe samimiyetinizi katarsanız o iş kalplere ulaşabilir. İzdiham da benim kalbimin yerini bulabilen ender bir dergi. Yaşarken ne kadar tuhaf ve yersiz şeylerle vaktimizi kaybediyoruz bazen hayret ediyorum. Bizi içine çekip yutan gündemlere yem olmamayı bilmeliyiz. Twitter hesabımı sildim örneğin. Pişman değilim ihtiyaç duymuyorum hatta aklıma gelmiyor bile. Varlığı aslında ne kadar da gereksizmiş. Aslında ne kadar da saçma sapan şeyleri hayatımıza kabul etmişiz. Halbuki hayat bizim için özel ve biricik. Ona her şeyi kabul etmek kendimize bir ceza değil de ne?
İnsan hayatında nasıl bir kişilikte olacağına karar verebilir. Hayatımın en iyi olumlu rahat ve güzel anları işkolik olduğum zamanlardır. Öğrenci iken derslerle kitaplarla örülmüş bir işkoliklik. Diğer zamanlarda yazılarla işle örülmüş bir işkoliklik. Bunun en büyük kazancı kendi halinde yaşamak oluyor. Kimseyle ilgilenecek vakit kalmıyor boş düşüncelerle geçecek zaman olmuyor. Haliyle zihin rahat insan ruhu sağlıklı oluyor. Dengeleri bozan ne varsa boş vakit kavramının eseridir. Tüm kavgalar boş tartışmalar her konuda kendini uzman sanmalar da öyle.
İnsan boş kaldı mı hayatını tehlikeye atacak pek çok şeye adımını atmış olur. Üzerine vazife olmayan şeylerle ilgilenir. Kıskanacak üzülecek şeyler bulur. Hem kendini hem etrafını yer.
Yoğunluk güzeldir. Bir mola içinse İzdiham yeter. İşte dünya bu kadar.