Olayların gelişim hızı, bu sütunda haftada bir defa yayımlanan yazıların neredeyse önüne geçmeye başladı. “Bir Mandacı Olarak ABD” başlıklı yazının ilki birkaç hafta önce yayınlanmıştı. Filistin sorununun can yakıcı yeni bir görünümü olarak Gazze’de somutlaşan soykırım (holokost) devam ediyordu ve nasıl bir sonuca evrileceği pek kestirilemiyordu. Aynı şekilde, aslında bir terör ya da şiddet örgütlenmesi olarak ortaya çıkan İsrail yönetimi, Almanya da dâhil, İngiltere Birleşik Krallığı, ABD’nin ve diğer bazı devletlerin açık ya da örtük desteğini almış gözüküyordu. Hakkaniyetli ve bu yüzden onurlu bir karşı tavır almasıyla İspanya, dünya kamuoyunda takdir edilmişti.
Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun kendine özgü vurgusuyla işaret ettiği “Anadolu kadını” tanımlamasını; rahmetli Erdem Bayazıt’ın “Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair” şiirinde “Dağ gibi otururlar evlerinde” betimlemesini (sebebey, edebiyat dergisi yayınları, Ankara 1973, s. 64) çağrıştıran rahmetli anacığım Gülsüm (Güssüm) kadının, sıkça kullandığı bir deyimi vardı: “Haviti”. Yani bir kimsenin, bir başkası adına bir diğer kimseye söz yetiştirmesi, cevap vermeye çalışması, ithamda bulunması ya da suçlaması veya o kimseyi savunması anlamlarını içeren bir deyimdi bu.
Bu bağlamda, Ortadoğu Müslüman halkların karşı karşıya bulundukları ve farklı zamanlarda ve yerlerde yaşadıkları olayların özneleri olarak, sömürge siyasetinin belirleyicisi ve yürütücüsü olan ABD ile İsrail yönetimi yanında, diğer Ortadoğu yönetimlerinin birbirleriyle ilişkisi, bir “Haviti” konumunu çağrıştırıyor. Ne var ki, bu konum, sürekli değişiklik göstermekten de geri kalmıyor. Yahudilik ve Tevrat/Talmud’dan çıkartıldığı ileri sürülen ve XIX. yüzyılda dile getirilen bir iddia, bir anlamda ideoloji niteliğine büründürülen “Siyonizm”, ABD’nin iç politikasında yansıtılan etkisiyle ABD’yi “haviti”ne dönüştürebilmektedir. Buna karşılık ABD, Ortadoğu’nun sefih yönetimlerine, ihtiyaç duyduğu sömürge siyasetini kabul ettirip uygulamada, Siyonist İsrail yönetimi/yönetimlerini “haviti” şeklinde kullanabilmektedir. Benzer biçimde Ortadoğu’nun yönetimlerini, nerdeyse birer “haviti” konumda ve nitelikte sıraya dizip kullanmayı uygun görmektedir. Böylece, giderek dünya ölçeğinde aşınmakta ve gerilemekte olan hegemonyasını bu bölgede ve bölge yönetimleri üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Bölgenin ve bölge yönetimlerinin varlıklarını, iktidar ve güçlerini korumaları ve sürdürmeleri de buna bağlı bir nitelik kazanmış durumdadır. Onun için, ABD Başkanı, temsilcileri, görevlileri bölgeye sık sık geldikleri gibi, lütfettiğinde ayağına, Beyaz Saray’a çağırdığında koşuşturmaktadırlar. Ancak bu geliş gidişlerde, ABD, kendini öne çıkarmakta temkini elden bırakmayan İngiltere, ihtiyacı olan maddi desteği, eş deyişle, salma’yı kolay yoldan ve rahatça elde etmektedir. Bu da, ABD’yi, uluslararası siyasette dile getirilmesine pek başvurulmayan “mandacı” tanımlamasını ve konumunu ortadan kaldırmamaktadır. Oysa asıl tanımlanması ve ona göre siyaset geliştirilmesi gereken temel sorun budur.