Bir Barbarın Trafik Günlüğü

Abone Ol

“Barbar” tabiri ile ilgili özel bir zaafım olduğunun farkındayım ancak muhatabına bundan daha efendi bir kelimeyi henüz terennüm etmeyi başaramadım. Eylem ile tanım arasındaki bağı başka türlü ifade etmeyi her ne kadar zorlasam da şehri merkeze alarak düşünme zahmetine girdiğimde doğal bir karşıtlık olarak zihnim bu kavramı kullanmamı meşrulaştırıyor. Zihnimin bu şekildeki baskınlığına kendimi alamıyorum. Af buyurun…

“Usul, esasa mukaddemdir.” ilkesi gereği meseleyi herhangi bir kişiye nispet ederek açma niyeti ile yola çıkmadım. Konu ve ele alış tarzım bir toplumsal tin, anlayış biçimi yahut kavramsal yelpazede; bulunmuş olduğumuz şartları değerlendirmeye kalkışmamdan zuhur etti. Yoksa herhangi bir kimseye “barbar” deme lüksünde değilim, olamam da.

Trafikle ilgili düşünmeye başladığımda aklıma hemen “Matrix” filmi gelir. Film, serencamı itibari ile boyut değiştirmeye ve her bir boyutta “varolma biçimi” ortaya koymaya dayanıyor. Yani araca binildiğinde bir boyut değişimine maruz kalınıyor gibi bilinç yeniden tanımlanarak trafiğin koşullarına senkronize olunuyor ve harekete geçiliyor. Her boyutun birbirini pek de bağlamayan temellendirmeleri, kendine özgü sembolleri, çıkış yolları var. Böyle bir bilim-kurgu oluşuyor zihnimde.

Buradan mutlak bir tasnif olarak değil de süregelen sonuçlarıyla modern psikolojik şemalar üzerinden bir tasavvurda bulunma imkânı da mümkün gibi görülüyor. Yasalarla belirlenen bir dizi kurallar ve ahlaki gereklilikler: Biliçdışı/Süperego. Ulaşımın zarureti ve araçla gelişen münasebetin gerektirdiği kişisel dengeleme: Bilinç/Ego. Aracın içine girilmesi ve şahsiyetin kapı dışarısında bırakılarak hayvansı ve ilkel bir role bürünme: Biliçaltı/İd.

Bilinçaltı aslında insanın “barbar” yönüdür. Başkası algısının, kültürün, kuralların, adabın, değerlerin dahası ve en önemlisi özgürlüğün askıya alınması halidir. Bir hukuk geliştirme biçiminin, yasanın olmadığı yerde özgürlükten bahsetmek mümkün değil. Özgürlük, başkasının varlığı üzerinden gelişen bir bilinç düzeyidir. İnsanın rasyonel olma tekâmülüdür. Sınırlanamayan, başkası ile yüzleşemeyen hiçbir şey özgürlüğün kapsamına giremez. Her istediğini, istediği şekilde yapabilme gücü bundan dolayı barbarlık alametidir. İdin fışkırmasıdır.

Barbar etimolojik olarak “ortak bilincin anlam kategorisinde konuşmayan kimse” demektir. Sadece kendi için kendinde anlamlı olandır. Başkasının varlığını hiçbir şekilde meşru görmeyen ve onu zorbalık dili ile hışımlayan demektir.

Hacimce büyük olan aracın küçük olana, lüks aracın vasat olana, çakarlı olanın çakarsız olana karşı kullanmış olduğu “baskı dili” bu tanıma uymuyor mu? Ya kadın şoförlere karşı yapılan, “Senin buralarda ne işin var!” dercesine orman kanunları üzerinden yapılan “muamele dili” bu tanıma girmiyor mu? Arabanın dışında medeniyeti konuşan, arabanın içinde vahşet saçan takım elbiseli bilmişlerin “kural tanımaz dili” bu tanımı çağrıştırmıyor mu?

Araçların türleri, markaları, modelleri, renkleri insanın şahsiyetini yansıtır mı hiç! İçerisinde hangi dünyaların var olduğu bilinmeden bir araca içerisindeki kastedilerek ne cüretle kabalaşılabilir ki? Meşhur bir örneği var. İhtilaflı bir kazanın tarafları olarak “birbirlerini tanıyan”; sosyal statü, ekonomik ya da her hangi bir değersel ilişiği olan kişiler birbirlerine karşı “hangi hukuku” kullanarak yaklaşırlar. Sosyolojik bir çözümleme mi yapalım yoksa psikolojik bir çıkarım mı? Felsefi bir okuma mı yapalım yoksa hukuki bir yorum mu? Ne dersiniz!

Trafik söz konusu olunca, “İnsan, insanın kurdu” mu oluyor acaba? Bakın, doğa özentisi bizi ne hallere sokuyor. Vahşi doğa karşısında insanın insan olma bilinci nasıl da kısırlaşıyor. Hayvanla ilgili her kıyas insanı ne kadar alçaltıyor. Kendimizi alçaltmak için ekolojiye ne kadar da muhtacız! Trafikte yaşanılan hoşgörüsüzlük, tahammülsüzlük, öfke tırmanışları, argo nasıl da yüceltiyor insanı! Adeta bir terapi!

Şehir bilinci bir insanın zihnine, gönlüne, vicdanına oturmayınca neler oluyor? Arabanın ses düzeneğini düğün salonuna çevirenlerin kimlerin hakkına girdiklerini anlamalarını tabii ki beklemiyorum. Maganda bir mantıkla “bilinçli bilinçsizliği” tercih ederek alkollü araç kullanıp insan kıyımı yapanların “homo barbarus”u tanıyabileceklerini tabii ki düşünmüyorum! Kendine manevi mesuliyetler yükleyip hız sınırını hadsizce aşan, her türlü toplumsal inceliği kaba sayan ve ilahi takdiri kendi “id”ine kurban veren “postcebriyeciler” sizi de unutmadık!

Şehir, ilkeleri ile vardır. Bir insan; başkası algısına, toplumsal bütünlüğe, evrensel saygı ritüellerine sahip olmalıdır. Şehir bilinci ile kendini yoğurmalı, medenilik yolunda incelik kazanmalıdır. Barbarların hak talebi olmaz, zaten her koşulda haklıdırlar. Trafik mihverinde yola çıktık ancak “hak tanımamazlıktan” kurtulup şehrin her yanına zarafeti yansıtmanın yolları aranmalıdır.