Bir babaanne masalı

Abone Ol

Anne-babası çalıştığı için, şehirden getirilip yanına

bırakılan torununa bir masal anlatır babaanne, belki de ömür boyu bir daha

bulamayacağı, duyamayacağı, göremeyeceği bir masal:

Şimdi bizim evde elektrik yok, fenerin ışığında yaşıyoruz,

sen televizyon izleyemiyorsun ama biz de o kötü moral bozucu haberlerden

korunuyoruz yavrum. Aslında bizim masal gibi hayatımız çok bol ışıklı yavrum

eğer görmek istersen, bak sana ördüğüm kazaklar, bereler, atkılar; bir bohça

yapıp hazırladım, biliyorsun buralar çok soğuk.

Yarın sabah seninle tarlamızın kışlık ürünlerini

sakladığımız bahçedeki küçük meyve evine gidip oradaki ayvalardan reçel

yapacağım bir tane kış kavunu çıkarıp getirip öğlene keseceğiz, akşama da

dağdan toplayıp küçük ambarımızda sakladığımız kestaneleri pişireceğiz guzune

üzerinde.

Bazen bu köy evinde çok sıkıldığını görüyorum yavrum,

tutturuyorsun hadi birlikte kente gidelim diye ama ben de şehirde o konforlu

apartmanda yaşamak istemem çünkü bahçemde yaktığım ateşin üzerinde sana

tenekede mısır kaynatırken, senin bebeklerine elbiseler dikerken, ya da küçücük

mutfak kapları ile birlikte misafircilik oynarken ben gerçek çay içerken senin

minik bardağına kendi keçimden sağdığım sütü doldururken bir masalı yaşıyorum

yavrum.

Odun ateşinde kaynattığım dut ve üzüm pekmezlerini

bahçenin cevizleri ile yaptığım orcikleri, sonra bunlardan eşe dosta hediye

ederek yaşadığım sevinci, iyilik ederek bulduğum mutluluğu terk edemem yavrum.

Sana sandığımı açıp iğne oyalı yemenilerimi gösterirken ya

da köy evimizin bahçe çitini yaparken beraber bulduğumuz yaralı kaplumbağaya

sobanın yanında yatak sererken, beraber diktiğimiz zerrinler açtığında, onların

hayata tutunurken, esen rüzgârda savrulurken, kafalarını ince bedenleri

üzerinde tutamayışlarına çareler ararken bir çalı çember geçirmiştik de

etraflarına, öyle durdurabilmiştik esen yelin darbelerini.

Sen şehirdeki kaloriferli evini anımsatmaktasın ben

sobaya her odun attığımda fakat guzune de pişirdiğim ekmekleri şehirde bulamam

yavrum. Tavukların yumurtasını sarman la birlikte aldığımızda, lavanta

çiçekleri bahçeyi doldurduğunda, sen kuşun kafesini açıp delilo omzuma

konduğunda, o yumurtalarla çağama gaygana yaptığımda, karlı bir kış günü atkıyı

başıma dolayıp da tulumbadan su çekerken yeni doğan oğlak ya da yumurtadan

çıkan kaz civcivleri ile hangimiz çocuk şaşakaldığım, sevinçten uçtuğum, minik

gagalarına mamalarını yedirdiğim o mutlu masalda.

Köpeğimiz  vefalı

da bilir ki, lastik çizmelerimi çekip ağılı temizledikten sonra kırlara çıkıp

papatya toplayacağızdır. Tahta merdiveni dayayıp da gövdesine çıktığım ağaçtan

karadut toplarken. Bu yıl sen yanımdasın diye patatesi, yer elmasını, havucu,

ıspanağı daha fazla ekeceğim. Bazen bana üzülüyorsun odun kırarken ellerimi

ısıtmaya çalışıyorsun ama sağlığım yerinde olup da odun kırabildiğim, evimi

silip süpürebildiğim, yemeklerimi pişirebildiğim, şalvarımı yamayabildiğim,

yorganımı dikebildiğim, ekmeğimi yapabildiğim, çalı çırpı toplayabildiğim,

seninle saklambaç oynayabildiğim, el tezgâhında dokuduğum yün halılardan senin

çeyizine de bırakabildiğim, sebzelerimi elmalarımı toplayabildiğim, kuyudan

tulumba ile çektiğim suyu omuzluklarımla ağaçların dibine verebildiğim, o

sulanan toprak kokusunu baharda içli bir bülbül sesi eşliğinde solurken, sana

kitap okuyabildiğim için o kadar mutluyum ki yavrum.

Ne olur isteme benden, ben bu masalı ve bu çocuk

kalabilen kalbimi buralarda bırakıp gidemem.