Bingöl, benim şehrim yani memleketim. Uzun bir aradan sonra Bingöl sempozyumu için topraklarımdayım. Bir kimse gurbetten memleketine gidince duygulanıyor, hüzünleniyor. Bir yanıyla da insanı içine çeken sarmalayan duygularla olunuyor. Bu, toprağın, bölgenin, kültür ve düşüncenin çekiciliğidir. Bunda yadırganası bir durum da yok.
Bingöl, Cumhuriyet döneminin bir kenti. Bingöl’ün sınırlarında bulunan bölgeler eskiden Erzurum, Bitlis, Diyarbakır ile Elazığ’a dâhildi. Bingöl’ün merkezi Çapakçur ise dere kenarında küçük bir köy ya da kasaba. Bingöl havzası ve sınırları Hazreti Ömer döneminde İslâm ile onurlanıyor. Kısa bir ara kaçış oluyorsa da sonra yeniden asıl ruhuna kavuşuyor. Doğrudan bir merkez olmasa da toprakları ve insanı bu ruhtan uzaklaşmıyor, sımsıkı bağlanıyor. Cumhuriyetin sekülerleştirme dalgasına kolay kolay kapılmıyor. Direniyor. Hatta bu yabancı ruha sürekli olarak muhalefet ediyor. Bundan dolayı da büyük acılar çekiyor ama aynı ruhla yaşamını sürdürüyor. Cumhuriyet rejiminin batılılaşmasına karşı ilk direnişini Şeyh Said gösteriyor. İstiklal Mahkemeleri savcısı Ahmet Süreyya Özgeevren’in hatıralarında, İngiliz kuklası ya da etkisi suçlamalarına Şeyh Said şu cevabı veriyor: “Ben şer’i şerif için ayaklandım.” Gerçeği de budur. Şeyh Said’e en büyük destek de Genç, Palu ve Bingöl çevresinden geliyor. Bingöl kökenli 80’den fazla kişi idam ediliyor. Kiğı ve Karlıova’nın bir kısmını hariç tutarsak bir bütün olarak muhaliftir. CHP sadece Kiğı bölgesinden destek alabiliyor. Bu, bir anlamda Cumhuriyet rejimi demek oluyor. Gerek darbelere ve gerekse baskılara da direniyor. 12 Eylül anayasasına en yüksek ret oyu Bingöl’den geliyor. İktidarlara karşı da sürekli muhalefet yapıyor. Kimi iktidarların en güçlü dönemlerinde tercihini hep Milli Görüş ve düşüncesinden yana kullanıyor. Kürt kavmiyetçiliğinin baskılı döneminde de, bölgenin büyük çoğunluklu eğilimine genelde ayak uydurmuyor.
Yakın zamanda yaşanın provakatif eylemler Bingöl ve çevresine yoğunlaştı. Bunun nedeni yabancı olan kavmiyetçiliğe karşı direnişidir. Terör ve baskıyla o daireye dâhil etme çabasıdır bu yapılanlar. Batı ruhlu, seküler ve din dışılığa asla boyun eğmedi. Fakat şu gerçeği de göz ardı edemeyiz. Kavmiyetçilik ile bölgenin büyük kısmı asıl ruhundan uzaklaştırıldı. Türkiye Cumhuriyeti rejiminin yapamadığını kavmiyetçilik büyük bir ölçüde gerçekleştirdi.
Dikkatimizi çeken, bir içe kapanıklık ve çekingenliğin gözlerden kaçmayışı. Kent genelinde bir tutukluk var. İnsanlar birbirinden gözlerini kaçırıyor, güvensizlik ağır basıyor.
Üniversite on yaşında. Henüz çok taze. 10 bin civarında öğrencisi var. Bu tür kentlerde değişim büyük ölçüde dışarıdan gelenler aracılığıyla oluyor. Eğer kent ruhu buna izin verirse.
Bingöl’de bir avuç bilim insanının öncülüğünde yakın zamandan beri sempozyum ya da kolokyumlar düzenleniyor. İlkine gidememiş tebliğimi göndermiştim. Bir sonrakine katılmıştım. Fakat daha sonra yapılanlara çeşitle nedenlerle gidemedim. 31 Ekim 2 Kasım tarihleri arasında düzenlenen bu son sempozyuma şair dostlarım Nurettin Durman, Hüseyin Akın ve aziz dostum Prof. Dr. İbrahim Çapak beylerle katıldım. Sempozyumun öncüsü ve düzenleyicisi de İbrahim Çapak. Bu toplantı için Türkiye’nin birçok yerinden gelen aziz dostla bir arada olduk. Sempozyum Bingöl Valiliği, Bingöl Üniversitesi, Belediye ve BİNDAV gibi kimi sivil toplum örgütlerinin desteğiyle yapıldı. Üniversite kampusu konferans salonunda yapılan toplantı içe kapanıktı. Sanırım son olay ve gelişmelerden ötürü genele açılmamış. Üniversitenin kendisi bile nedense mesafeli gibiydi. Programın bir güne sıkıştırılmış olması, tebliğlerin alelacele, kısa geçiştirmelere neden oldu. Kimi önemli tebliğiler de bu durumun kurbanı oldu. Eğer iki güne yayılmış olsa, daha ferah daha ayrıntılı bir program olabilirdi. Gene de Bingöl’ün İslâm ruhunu kavradığından bugüne olan yansımaların duygusunu yaşadık. Hiç yoktan iyidir. Program düzenleyicilerini kutluyoruz.
Bingöl’ün asıl ruhunu bu önemli araştırmalar sunulan tebliğler vasıtasıyla yeniden öğreniyoruz. Yabancılığa ancak böyle karşı konulabilir.